wek min
benim gibi sen de bilmiyordun
hayatın nasıl yaşanacağını
ikimizde etrafımızdakileri modelledik.
hakikate ne ben, ne de sen isabet ettin
bizim modellerimiz de basit ve bayağı birilerini modellemişti
ıskaladık hayatı, hiçbir şey yaşamadan yaşandı ömrümüz.
cot
eşleşip çoğaldı birbiriyle her enerji,
sende karar kıldı, bu yüzden gözlerine fokuslandı gözlerim.
ayrılmasaydık eğer, sende izleyip bulacaktım kendimi.
tek iken sığdır, yek diğerinde kendini bulup değere biner her çift.
pêşkeftin
benim için ilerleme, daha fazla geriye gitmemekti.
eğer nötürleyebilirsem hayatımdaki her şeyi,
muzaffer ve kibirli bir roma komutanı gibi hissedeceğim kendimi.
ker
uzadıkça uzayan yalnızlık, bana anlamadığım bir şeyler anlatıyor olmalıydı.
yoksa sonu gelirdi canıma tak eden bu yalnızlığın.
bir yolunu bulup çıkmaya çalışırken kör kuyudan,
farkına varmadan, bağımlısı olmuştum sağır ıssızlığın.
winda
ne istiyorsun ki? ne anlatayım?
aşağı yukarı diyojen gibi yaşıyorum işte, bir fıçım eksik.
yunus'um demeye kalksam, beni bana bulduracak mürşidim eksik.
ben zaten eksiğim, sen benden de eksik.
ez ber bi
ne yapacağım ki malı mevkiyi?
boş verdim her şeyi.
sanki boş vermesem bir işe yaracakmış gibi,
yükledim kendi eylemime önemi.
beşersiz bir ıssızlığa yenildim, yürüyorum tek başıma.
söküp attım içimden her şeyi.
bir tek senin bana bir gün katılma ihtimaline yöneldim.
xewn
yine bir gece ölü gibi uyurken,
bir rüyam yutsa beni hayatımla birlikte;
uyandığımda hiç var olmamış olsam,
ya da hiç uyanmasam,
ölse hayatım kederlerimle birlikte.
cebedar
başkasına nedir bilmem,
ama bu bana havada asılı dönen bir zindan.
başımda biri siyah diğeri beyaz giyinmiş iki gardiyan,
hep aynı rutinlerle yorgun düşen beni teslim alır,
karanlığın içinden gelen siyah bir karabasan.
ket
güneşin aydınlık yüzü elaleme,
kurşuni bulutların damıttığı hüzün bana düştü.
ilkbahar yağmurlarında sevgililer ıslandı,
göz açtırmayan yağışlı tufanlar bana düştü.
romantik kar yağışları başkalarına,
ayaz geceleri hep bana düştü.
gökten yeryüzüne inerken,
ben ateşin içine, bahtım ise azgın sulara düştü.
drama
sebebi olduğu dramın kurgusuna ağlar insan,
gerçek hayatın fon müziği eksik.
etrafta herkesi hüngür hüngür ağlatacak ne çok acı var,
ona ağlamayan insanın vicdanı eksik.
zimanên çûkan
herkesin ameli kadar konuşmaya hakkı olsa,
dünyaya sessizlik çökerdi.
duyulacak kuş seslerinden kuş dilleri öğrenilirdi.
bar
sana demet demet almadığım,
önünden geçtiğim çiçekçiler de
şimdilerde yük oldu bana.
pêwîst
bir gönle girmek için
ilk önce tip lazım,
tipte kâfi gelmez,
havalı bir unvan lazım.
dilinin zenginliğine,
ahlakın güzelliğine bakılmaz,
kabarık bir cüzdan lazım.
bunlara bakana sen bakmazsın,
kendin gibisini bulman lazım.
bazaar
alıcısıyla buluşamadan geçti tarihi
taşıdım düşüncelerimi hep bir pazardan başka bir pazara
düşünce üstüne düşünce yağdı,
her yıl bir kat daha birikti
tümünün değeri beş metelikti
bu yüke hamallık yapmak beni delirtti
talut ile nehirden bir avuç su içenler çoktan geçmişti
bulamadıkça müşterisini taşıdım düşüncelerimi
hep bir pazardan diğer pazara.
şêl
aldığım en ciddi eleştiriler,
seninkiler.
aynı zamanda,
benim için en değerliyken,
en çok incitenler.
asil
hadi zerk et,
içinde bana biriktirdiğin negatif duygularını.
katili sen ol,
her şeye rağmen içimde yaşattığım asil duygularımın.
çi bû
payına sevmenin hamallığı düşene de,
özlediği alay eder oldu.
kurşunlar kör, toplar sağır oldu.
bu sözler beni harabeye çevirdi,
çok ama çok ağır oldu.
tek kaşın havada,
tehditkâr bakışlarına bile meftun iken,
gülüşlerin beni aşağılar oldu.
söylesene bana sen, sana ne oldu?
vala
içim bomboştu
ezildi bir devin iki ayağı altında ümitlerim benim,
bana posası kaldı;
süzüldüm,
kana kana toprak içti beni.
geriye kalanlar mayalandı oracıkta.
sana dair duygularım çok sonra şiir oldu,
avuttu beni.
buysa suçlu yapan beni,
kır kalemimi,
istediğin zindana at beni.
evin
sen bahaneydin,
aşk şair,
bu faşist düzende kürt olarak yaşamak sosyolog,
varoluşsal sancılarım yazar yaptı beni.
alınacaksın diye aptal numarası yapamam.
benden kaçırdığın gözlerine bakmaktan başka günahım yok benim.
tevbe
ne yaptım ki,
niye affedeyim kendimi?
yaradan ruhundan üfleyip dünyanın kiri içine atmış beni.
hiçbir şey bilmiyordum ki,
tattıkça anladım acıyı, tatlıyı ve ekşiyi.
acıdan keyif almak, ekşiden yüzümün buruşması meşrebim ise,
nasıl edeyim tövbeyi?
veger
belli ki hayatında yolunda gitmeyen şeyler var.
yoksa onca zaman sonra geriye dönüp dürtmezdin beni.
içini dökmek istiyorsan ara.
beni suçlamana katlanırım.
rahatlayacaksan yüzüme haykır her şeyi.
sarılmaya ihtiyacın varsa kollarım sarar seni.
binketî
vay be,
canın sağ olsun!
yendin beni,
başın dik, zaferler senin olsun.
kinini bana kus,
başkaları azad olsun.
ben razıyım,
gelirse elem senden olsun.
bikişîne
maşaallah
yarin kaşları hilal,
yüzü gülcemal,
dilinden bal damlıyor.
on yıl sonra gelmiş,
bırakmıyor yakamı, ceval mi ceval.
ne yaparsa yapsın,
kendisinden tiksindiremez beni.
umursuyor onu,
halen ilk gün gibi.
belli ki canı kan çekmiş,
sedyeye uzandım,
nerden çekiyorsa çeksin biraz.
guherîn
fena hırpalamışlar seni,
çevrende nazını çekecek bir ben kalmışım he mi?
sen kin kus,
gözlerin kararmış,
görmüyorsun her çocukluğuna gülümseyen beni.
tevlihevî
beni bi sal biraz,
sen merak etme,
öcünü aldı ağzımın içine tükürdü hayat her gün az az.
senin gözlerinden çıkan alevlerle,
kulakların çıkan dumana alışığım,
her gün bir doz zerk edilir,
olmazsa eksik kalırım biraz.
senin kahrın öldürmez,
merhametin de oldurmaz beni,
çekil de köşeye,
kendine ağla biraz.
êşa evîn
artık uyku tutmaz beni,
yar hem benden korunduğu için şükürdar,
hem de onunla olmadığım için bana kindar.
bu gece boğazın karanlık sularına bıraksam kendimi,
geçen bir gemi peşine takıp,
bermuda şeytan üçgeninde büyük balıklara yem yapar mı beni?
mecnun
ah mecnun, senin leyla'n da böyle miydi?
biraz kadın, biraz çocuk muydu?
yağmadan önce gürler miydi?
şimşekler çaktıktan sonra,
yağmurun toprakla buluştuğu gibi şiddetle döver miydi?
sonra yavaş yavaş sana nüfuz edip kaybolup gider miydi?
çiyayê ararat
hani anlaşılmazdım ya,
anlatamadım ya kendimi,
aç necip'in çilesinde ara, bul beni.
bulamazsan,
yaşar kemal'e sor beni, sor da
ağrı dağı efsanesinde anlatsın beni.
perperok
seninle yemek için aldığım kuruyemişler kurtlandı,
sonra kelebek olup evin içinde dolandı.
açtım kapıyı pencereyi,
belki de beni teselli etmek için hiç birisi çıkmadı.
hepsinin hayatı evin içinde aç sonlandı.
mirin
insanın hayatı hep yavan geçer mi?
aldığı nefes ciğerini deler mi?
göğüs kafesi hapishaneye döner mi?
kalbi her sıkıştığında özlemeyi özler mi?
seçme hakkı tanınsa bir an önce ölmek için ölümü bekler mi?
kahr
buldun mu kalbi yumuşak birini?
üstüne fazla gitme,
her darben bozar bir yerini.
sırası gelen herkes gider,
kalbi onunla kalır.
kahırlarda yeşermezse,
boynu hep bükük kalır.
kök
karakoç, mihriban'a yazınca şiir makbul da,
gönül kök'e yazınca mı kabahat?
ya hepsi makbul olsun ya da kabahat.
stenbol
sadece bir kere aşık olup,
bir daha kimseye ısınamamak nedir bilir misin?
elinden gelse yârin gözlerini,
başkalarının bakışlarından gizler misin?
sen istanbul'da doğulu olmak,
doğunun da kürdü olmak nedir bilir misin?
tarî
ez di dinyayê de winda me,
ne rêberî û ne jî xwedîyê mın heye.
du aliyên cîhanê hene,
yek ronahî ya din jî tarî ye.
aliyê tarî tim li min ket,
roj nehatiye, jiyana min qediya
delal
dönüp arkaya bakmadan belli,
yaşadığın ağır mı ağır bir pişmanlık.
biz geçmişte kaldık,
sende bende her gün biraz daha başkalaştık.
hem herakleitos da söylemişti,
"aynı nehirde iki kez yıkanılmaz."
bizden çift olmaz,
ayrı ayrı daha güzeliz artık.
bang
hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden;
yaprak kımıldamıyor hayatımda.
çayın tadıyla kahvenin kokusu bile terk etti beni;
dünyayla bağlarımı bağlı olduğum son beşer çözdü.
ait değilim yeryüzüne;
hiç tanımadığım gökyüzü çağırıyor beni.
şilbun
en son bir istanbul yağmurunda sırılsıklam ıslandığımda,
kalbimde sen vardın;
ismin saklıydı dudaklarımdan.
bûm
şairlerin şiir yazdığı,
ressamların hüzne boyadığı,
kasım'ın yapraklarına benzedim.
kendimden başka herkesin hayatına renk oldum.
ben soldum solarken,
kendim gibilerin kelimelere dökemediği duyguların kılavuzu oldum.
her car
her seferinde mi aynısı olur?
tam tutundum derken beni hakikate götürecek sebebe,
avucumda sıkı sıkıya tuttuğum şey serap olur.
cahiller gibi anlamsız yaşayamam,
bir anlamım varmış gibi de yapamam.
bana sahici bir hakikat lazım,
şüpheye yer bırakmayacak bir kesinlikte.
üsküdar
hep geç kalır insan hayata,
günün sonunda üsküdar'da batırıp güneşi,
hayıflanır akıp giden zamana.
boğazın öbür yakası da eminönü'dür oysa,
isteseydi karşılayabilirdi onu orada.
werê
öyle bir derde düçar olmuşum ki, sorma!
beni kendimden düşüren şey,
düşünmek mi, yoksa vesvese mi?
bahoz
duyguların diline inip,
seni en çok ben anlarım.
belki anlatmaya kelimelerim yetmez,
fakat kendi yaşadıklarımın izdüşümünden bilirim.
büyük hasarlar alıp devrildim,
beni de senin gibi yokluk denizinin ortasında fırtına üstüne fırtına vurdu.
payîz
sevildiğine ikna olamamış birine fazla bu öfke,
yüce gönüllü herhangi birine yakışmaz,
duygularının karşılığından şüphe duyduğu birisiyle bir ömür yaşamak.
işte o zaman kelimeler lal olur.
batmaya yüz tutmuş güneş konuşur,
sonbaharın sarıya boyadığı yaprakların arasından.
xeletî
hep yanılgılarla geçti hayatım,
sağırlara sesimi duyurmaya,
körlere gördürmeye çalıştım.
yerel olunmadan evrensel olunmaz sanmıştım.
ne büyük yanılmışım!
dilleri farklı,
siyasi sınırları yoktu insanlığın.
rûyê baş
bu şartlar altında akıl sağlığımı korumak bile zor;
düşüncelerim sürekli su ısıtıyor.
kendimi kaybetmeye ramak kaldı;
devamlı ve artan bir istikrarla
doğru trenlerin yanlış yönlerine biniyorum.
her şeye ama her şeye
gereken enerjinin üç katını harcıyorum.
bana dokunacak her hayra
hayatiyet derecesinde muhtacım.
êş
müziğin acıları sağıltan, edebiyatın da hayatın girift taraflarını açığa çıkaran yönü olmasa,
hassas ruhlar,
hayat denilen bu dikenden acılar gölünde yüzeyde kalamaz;
en dramatik biçimde batarak boğulur.
xwar
düşmek istemiyorsan müşküle,
tökezlemekten sakın.
ya üstüne basıp geçerler,
ya da tekmelerler.
bazen de çiğneyip tükürürler.
en iyi ihtimalle seni yük bilip görmezlikten gelirler.
zavallıları annesi bile tanımaz,
zenginin ihtiyacı yok iken sahipleneni çoktur hep.
rehmet
bir rahmet ıslatsa beni sağanak yağmur gibi,
suya doysam kurak coğrafyaların toprağı gibi.
helbestvan
hissettiğim her şeyi yazamıyorum ki,
duygularım şimşek gibi çarpar.
ışık hüzmesi renk körü yapar beni,
göremem ki yazayım hissettim her şeyi.
demê şikestî
zaman kırılsın bir yerden,
on yıl öncesinin duygularına götürüp bıraksın beni,
asos'un soğuk suları yutsun beni,
sensizim ya, kim nasıl avutsun beni?
bêkismet
uykuyla uyanıklık arasında,
bir rüyada sevgiliye açlığını bandın mı?
ayılınca makus talihine delice yandın mı?
sürrealist
sürrealist bir kişilik, uslanmaz bir spiritüelim.
uzayda vasıtasız seyahat etme arzusu taşıyorum, uzun zamandır.
sahip olduğum imkanlarla bunun mümkün olmadığını da biliyorum.
fakat vazgeçmek bana göre değil.
neyse ki imdadıma, aşık olduğum kadının gözleri yetişiyor.
fezada vasıtasız seyahatin tesellisi gözler.
xapandin
tatmadığım yenilgi kalmadı sanmıştım,
hiç beklemediğim yerlerden,
hiç beklemediğim biçimde,
çok büyük kandırıldım.
zeki sanırdım kendimi,
ahmak taşımış bacaklarım.
her "bundan daha kötü ne olabilir ki?" dediğimde,
daha kötüsünü yaşadım.
êşa bêdeng
belli ki hayatında yolunda gitmeyen şeyler var,
bana çocukça sataşmadan belli.
mutsuzluğundan keyif alacağımı sanma,
mutsuzluğun çok ama çok üzer beni.
ker
duyguların dili lal,
benim kulaklarım sağır.
bu kelimeler duyulmaz ise,
patlayana kadar şişerim,
ağır ağır.
dil
anlayamamıştı,
küçücük kalbinde kopabilecek fırtınaları.
içerideki uğultu ile yüzleşince,
farkına vardı kalbinin hacmi ile ters orantılı olabildiğince büyük olduğunu.
tıpkı gözler gibi,
gözlerde zaten galaksilerdi.
baran
arınmak için bir sağanak yağışın altında kalsam,
o mu beni temizler? ben mi onu kirletirim?
yükseklerden düşmüş iken, daha yeni,
ben mi onu teselli ederim? o mu beni?
havar
geçmişim kendimden
yarı baygın mı,
bitkisel hayat mı belli değil.
hissettiğim,
korkunç bir katı gerçeklik.
usanıp bırakırlar sandım yakamı,
kimse canıma okumaktan vazgeçmiyor.
avazım çıktığı kadar bağırıyorum,
imdadıma yetişmeyi bırak.
beni kimse duymuyor.
şop
bir zamanlar benim yaptığım gibi,
sende gel, bendeki bir kadının izini sür.
yapraklar dalları terk etmeden,
tomurcuklar yitip gitmeden,
güzde solup kışa girmeden,
gel, sende en azından bir baharın keyfini sür.
kurê adem
ne fark eder ha benim, ha senin?
bu şiirler neticede havva'nın bir kızına yazıldı.
sığmıyorsa kelimelere sendeki duygu dili,
bende adem'in oğluyum.
gel de kadınının izini bende sür.
nema
gayrısına koşarken kendime çok geç kaldım.
ya kendimi unutacak kadar iyi idim,
ya da ahmaklardan bir ahmağım.
bir kişiyle yaşamak bağımlılık mı dediler?
varlığına gerek kalmadı ki,
yokluğunda onu yaşadım.
birû
başından beri kaybettiklerimin farkındaydım,
bu yüzden etrafa memnuniyetsiz,
kaşları çatık baktım.
beni kınayanlar kayıplarının farkında olmayanlardı.
bu ahmaklar içinde,
çekilmez ceza oldu çatık kaşlarım.
nezan
ben kara bir cahilim,
başıma beni filozof yapacak neler geldi.
hiçbir şey anlamadım hiçbirinden.
xwedê
allah sevmemiş ki,
kulu niye sevsin beni?
en az bir kulu sevseydi,
bilirdim allah da sevmiş beni.
hez
nefes alamıyor, boğuluyorum
bana yüklenmiş sevgiden
hamalı olup yüzünü göremediğim merhametten.
nizanim
bilmiyorum ki gazali yemekten içmekten nasıl kesildi,
yunus tekkeyi nasıl terk etti.
bir de bilseydim nasıl iyileşip döndüklerini,
belki bende iyileşip dönerdim geri.
sî
vicdanlı kalmak için feda ettim kendimi,
bırakıp gitmedim yardıma muhtaç hiçbir eli.
boşluğa düşmekten alıkoyan
ne çoluk ne de çocuğum var hayatımda.
kendim olup tutunmam lazım iken yaşama,
gölgeler engelliyor beni boyuna.
raz
dertleşmenin sağıltıcı tarafı olmazsa,
balon gibi şişip patlar insan.
asırlardır bir sır fısıldar ney.
taşıyamadı sırrı, ağır geldi ali'ye,
anlattı kör kuyuya,
o da taştı, ulaştırdı sazlığa.
duyduğun her ney sesine kabartıyorsan kulak,
sezdiğin fakat anlamadığın sırdandır iyi bak.
meet joe black
sen uzatınca elini, ben çekildim geri.
ben uzatınca, bu sefer de sen.
kabahatin büyüğü bende ama ikimiz de kabahatliyiz.
sebat etseydi ikimizden biri sonumuz olmazdı,
meet joe black sahnesindeki gibi.
gumreşî
belirsizlikler içine düşülen vehimleri büyütür.
kanayan yanlarının üstüne gidip dokunmaya kalkınca insan,
çoğu kere ona hayatı dar eden vehimler serap olup kaybolur.
ve gerçekçi duyguların beslediği şeylere yer açılır.
tek başına kaybolup giden seraplar bile çok büyük kazanç olur.
simbiyotik
dengini bulunca, konuşmadan da anlaşır.
anlaşmak için kelimelere ihtiyaç kalmaz.
duygu diliyle iletişim kurup, simbiyotik yaşar.
kanatsız havalanır insan.
wêne
yanımda olmadığında ki,
çoğunlukla değildin,
teselli etmişti beni zihnime kazıdığım fotoğrafların.
ismin virdime dönüşen zikrim olmuştu,
seni hayalimdeki sen ile doldurmuştum.
nihêrîn
acıkmayı unutup yemek yemeye bahane arar oldum.
anlayamadım ki aklımı yitirip meczup mu oldum,
yoksa bu cehaletle allah'ı mı buldum?
kalbimi yoklayıp baktım kendime,
derin mi derin bulanık sularda buldum.
drama
elbet biter bir gün, yüreğime yük olan her şey.
varoluşsal sancıların beslediği vesveseler bile.
gerçekçi bir rüyaymış, payıma düşen bu altın palmiyelik drama.
uyanınca anlayacakmışım, aslını astarını.
ne eşkere
bazen benden uzaklaşıyorlar.
terk mi ediliyorum, def mi ediliyorum?
belli değil.
bazen sıcaktan,
bazen de soğuktan yanıyorum.
bir hiçe dönüşüp yok mu oluyorum,
saflaşıp yeniden mi doğuyorum?
belli değil.
qet
her günüm hüzünle geçti,
geceleri kedere sarılıp uyudum.
bazen gürültü çıkarıp aradım,
bazen de acımı yutkunup katlandım.
tam unutmaya yüz tutup gülecek iken,
etrafta seni hatırlatacak bir şey buldum.
gözyaşlarım yokluğuna şiirler yazdı.
be insafsız, vicdansızlar!
hiç mi acınmadım?
zêde
fazla dürüstüm.
hayal kırıklıklarım bu yüzden herhalde.
beklentim yüksek seviye ise, düşük.
ara ki bulasın vicdanlı insanı.
zekiler ahlaksız, ahlaklılar zekasız.
deniz poyraz
bu faşist düzen,
gençliğin imanına göz dikti,
deizm her kapının eşiğinde,
pusuya yatmış ellerini ovmakta.
suçlu tetiği çeken piç değil sadece,
ona cüreti veren azmettirici aynı zamanda.
üç maymunu oynamaya devam et sen,
"haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" der peygamber.
35 salî
bir yıl sonra senin gözlerine delice baktığım benim yaşımdasın.
belki dokuz yıl sonra otuz beşte beni anlarsın.
öyle hayıflanmakla dokuz yılı kapatamazsın.
sen yıl aldıkça bende aldım,
vardığın yaşta beni bulamazsın.
ku derê
kesilmiş iken yemekten, içmekten
nasıl olur bu kadar sıhhatli nefesim?
kitaplar bana, ben onlara küsmüşken
nereden gelir bunca az kelimeyle
bu kadar derin ifade biçimim?
zimanê evînê
affet beni,
seni sevdiğimi bugünkü gibi söyleyemedim.
ketûm değildim, dokunmaktı sevgi dilim.
günahı göze alıp elinden tutup sarılamadım sana.
geriye susup gözlerine uzun uzun bakmak kalmıştı.
onu da sen istemedin.
qet
sanki çilem bitmiş,
huzurdan önce sekinet gelmiş.
tanımlanamayan bir hiçlik içinde hiçlik.
du
özlediğim iki şeyden biri,
dilim damağımdayken kalbimin allah diye atışları;
diğeri, rabıtalarda gözlerim kapalı kalbimin yanışları.
hinek
şartlar zor, iklim kış, dışarısı ayaz.
salyası akmış, av arayan kurtların karnı aç.
ya yem olma pahasına çıkacağım bu delikten,
ya da küflenip çürüyeceğim, her gün erirken biraz.
cinsê ajal
başıma giren ağrıların sebebisiniz,
belki iki ayaklı ama insan değilsiniz.
vahşi hayvanlar bile yavrusuyla hemcinsini himaye eder,
şeklinize bakıp aldanmayın siz hayvanların da altında bir cinsiniz.
ali şeriati
bir ali şeriati yalnızlığına buldum kendimi,
cahillik yavan geldi, bilgelik boğdu beni.
yobazlar anlamadı, kurnazlar kovdu beni.
sevgiyi hiç görmedim, vicdansızlar kuşattı beni.
pêwîst
kendini bulmuş olanların hali gizli,
bana yolda olanların yaşadıkları lazım.
hangi yönler bana benziyor diye bakıp,
onların izdüşümünden hizalanmam lazım.
yaşayıp anlamadığım çok şey var,
en az birisinde bunları görmem lazım.
girtî
evrenin uçsuz bucaksız boşluğuna savrulacaktı.
üstünde yaşadığı dünyanın yer çekimi olmasa,
fezanın içine düşmekten kaçınmak gibi bir çabası yoktu.
zaten baş aşağı sarkıtılmış bir tutsaktı dünyada.
dem girtin
çok şey mi yani?
gözlerinde kaybolmak istediğimin,
gözlerimde kaybolmasını istemek.
kelimelere ihtiyaç olmayan bir sessizlikte beraber demlenmek.
bese
kendimden geçip bir savaşın ortasında durmama,
derin bir bakışın bana uzaktan dokunması yeter.
bana bakmayan birine öyle bakmış isem eğer,
bakışlarımın yaydığı enerji beni yıkar da geçer.
dûr
giderek artıyor şüphelerim,
vuslata giden trenin ters yönünde miyim?
etrafta bildik hiçbir şey yok,
ruhuma her şey yabancı.
ortası yok,
ya takatim kalmayınca içine düşeceğim,
ya da uzağın en uzağına.
dîsa
yine geldi, tur atıp başa döndü düşüncelerim.
ıssızlığa mahkum etti, sığlaştırıverdi her şeyi.
ya doğruyu yanlıştan ayıramayacak kadar ahmak,
ya da gitmem gereken yolu bulamayacak kadar miyop biriyim.
bêbextî
hele bir yarın olsun,
belki biter dediklerim hep bir sonraki güne devretti.
ben yıldım, ömür tükendi.
gençlik yıllarımda beni her gün yeniden yenen talihsizliği
bu halimle mi yeneceğim?
tune ye
yok mu bir umut belirtisi?
ruhum aç susuz, ben mutsuz.
fakir ile zengin eşitte bir olmaz.
fakirin, vücudu stres yapıp daha fazla gıdayla doyar ya hani.
işte tam da öyleyim.
berikine yeterli olan bana şu an yetmeyecek.
nurlarda kaybolmak beni anca teselli edecek.
rêwê de man
gözlerim yerden kalkmadı,
ezberledim yolsuz belediyelerin yaptığı kötü kaldırımları.
boynum bükük, omuzlarım çöktü kaldı.
ben yolda bile kalmadım.
daha gideceğim yolu ararken,
bir de baktım ki yaşlandım.
rûyê reş
kendilik haline ulaşmamış kişinin,
ideolojisi ideolojiden,
dindarlığı dinden değil,
içinde bulunduğu hizibi sopası,
kimliğini besleyen değerlerin yüz karası.
letîf
birden bire diner mi varoluşsal sancılarım?
katılığı terk edip latifleşir mi ruhum?
kapatıp gözlerimi,
gönül gözüyle seyr eyler miyim alemin ahengini?
nivîsen pîroz
oysa herkese aynı mesajı verir kutsal metinler,
sendeki yankısıdır kulağına ilişen titreşimler.
bu yüzden aynı metin birini mümin,
birini münafık,
bir diğerini kafir eder.
merd
düşmedi murada eren yollara gölgem,
ulaşamadım elalemin akın akın eriştiklerine.
hiç teselli eder mi insanı diye düşünme,
ben mert insanları sevdim, kötülerden hep tiksindim.
derdê jiyanê
dertlerin yüzlerde çizdiği desenlere bakılacak olursa,
yaşlandığımda yüzüme bakılmayacak kadar çirkinleşeceğim.
ne yapalım, bilgeliğin yöntemi bu.
çile çekilir, yüzde desen bırakıp söz olur.
çilesiz yaşayacaklara takip edip tatmin olacakları iz olur.
westiyayî
yoruldum her şeyi nedenli nedensiz düşünmekten,
yaş aldıkça ağırlaştı yüklerim,
bir kerecik bile yaşayamadım,
özlemini çektiğim hiçbir şeyi.
sevdiğim kadını bile yeterince izleyemedim,
avuttu beni zihnime kazıdığım fotoğrafları.
ya ben çok beceriksizim,
ya da hayatın hep boş derslerine girdim,
ya hiçbir şey anlamıyorum kutsal metinlerden,
ya da bir hiç için yaratılmışım.
rev
uyanmamak üzere dalsam bir uykuya,
kaçmaktan kurtulsam kendimden köşe bucak.
nereye baksam nefsimin suretinde iki ayaklı başka bir suret,
bıkkınlık geldi, tekrarlıyorum her yeni gün yeniden kendimi.
şêr
dar geliyor içime sığmıyor taşkın heyecanım,
ben aslan meşrepli bir duygusalım.
giderim önüme çıkan yolu,
yolda kendimle karşılaşırsam bahtiyar olur, gerisini bilmem.
azık nereden gelir, az mı gelir, çok mu gelir, ilgilenmem.
berovajî
ben tümden gelsem, sen tüme varsan,
zıt olduğu kadar yakın olsa birbirine düşünce dünyamız,
ben senin gecen, sen benim gündüzüm olsan,
ideal çiftin diğer tekini birbirimizde bulsak,
duygusal bir şiirin konumunda gözlerimiz buluşsa olmaz mı?
şevên spî
iklimler de uğramaz oldu sanırsın sibirya ömrüm,
oysa kalbim atar,
çiçeklerin dibinde biten aşk mevsimi baharlarda.
güneş görmez ki ot bitsin.
sanki st. petersburg'un beyaz geceleri.
geceler de artık karanlık değil,
örtmez ki beni uyku tutsun.
ne bûya
olmasaydı gazali,
nasıl anlardım bu hali?
yol yordam gösterip tutmasaydı ibni arabi,
kaybolduğum yalnızlıkta,
geceleri soğuktan, gündüzleri sıcaktan telef olurdum.
bir daha kimse bulamazdı beni.
kêm
belki de yok dört başı mamur bir tamamlanmışlık hali,
çünkü beden yere, ruh göğe ait.
dalga dalga vurur insanı eksik kalma hissi,
erkeği kadına,
kadını erkeğe yaklaştırıp çoğaltır,
karaya vuracak nesilleri.
xerab
demek ki,
garip zamanlarda yaşayan kötü bir insanım.
yoksa benden, daha kötü insanları aşıp,
kardeşime ulaşmak için çırpınmazdım.
çîle
yunus'a özenip duyguları ipe dizdi gönlüm,
nefsin arzuları kuşatıp levvamede tuttu beni.
göğsüme vurup, "senden kâmil olmaz!" diyerek,
çilenin içine sırt üstü attı beni.
ferman
dört bir yanım insandan ayna dolu,
izledim kendimi her birinde uzun uzun.
kusur görmekten hüzünlü yüzüm gülmez oldu.
sen geleceksin diye çalıştım,
bütün dersleri tekrar tekrar.
ben senin derdine belki derman,
fakat sen benim çileme büyük ferman.
yecuc ile mecuc
kötüydü, kötününde kötüsüydü her şey.
acı çekip üzülürken bu bunca yokluğa,
öyle bir yokluk ki yok bile yoktu.
ve derken bir aydınlanma yaşadım;
sıkıştığı çaresizlikte bile bunca kötülük üretiyorsa,
yecuc ile mecuc’un çocukları,
rahata erince kimbilir neler yapardı?
hindik ma
az kaldı, yakında, çok yakında;
mecburiyet olmaktan çıkacaksınız.
sabır ile kahır imtihanım için varsınız.
az bir zaman sonra ebediyen,
arkamda kalıp unutulacaksınız.
bi hev re
hissediyorum, az kaldı,
çok yakında kavuşacağız.
yokluğunda iyice ayırdına vardım,
uykularımı bölen ne ızdıraplar çektim.
şefkatim senden önce iyileştirecek beni.
artık ayrı ayrı ölmek yok,
beni dibe çeken taş olsan bırakmam seni.
boğulsak bile aynı sular beraber boğsun bizi.
parastî
hiçbir şey yapmaya takatim kalmadı,
beni cepheden tufan üstüne tufan vurdu.
yaşama sevincimi öldürdü,
ruhumu çekip yol iz bilinmeyen diyarlara götürdü.
ben ve benim gibiler beslenmedi,
ara sıra yiyip içmem sadece cesedimi kokmaktan korudu.
nimûne
bütün gariplerin derdi beni de vurur;
her birinde kanayan başka bir yaramı izler,
kendimden başka bir numune bulurum.
zayıf düşmüş bedenim çok çabuk hasta olurum.
bir garibe bakınca baştan aşağı melankolide kaybolurum.
fehêt
boğazıma dizildi lokmalarım, yutkunamam.
senin aç olma ihtimalin varken, ben doyamam.
özlemin sardı beni, sensizliğe dayanamam.
benim himayeme ihtiyacın varken,
senden habersiz isem, bu utançla yaşayamam.
birûsk
yine hasretin büyüdü içimde.
hassaslaştım, biri yanlışlıkla dokunursa
şimşekler çakıp yağacağım.
özlemin kapladı her yerimi.
öyle ki bana yer kalmadı.
ev roj
bugün bulutlar şehrin üstüne, ben doldu yağdı.
ıslanan herkese melankoli bulaştı.
maye
rastlantıydı işte kendimle yüzleşmem,
ilerleme umarken neyi nasıl yapacağımı bilmediğim koca boşluklar kaldı elimde.
pijandin
anlam aradım durdum, anlamsız, anlamsız.
gelen nasıl gitmiş, ham neyle pişmiş, bana gene anlamsız.
baktım ki bana kendi etrafımda daireler çizdirmiş hayat;
ben ilerleme umarken, ilerlemiş yaşım, aklar ile dolmuş başım.
bêxewiyê
nafile uykuya dalma çabaları,
içine hapsolduğum sessizliği delen slow melodi.
neden ve nasılın yok cevabı,
uyumak zor, ayık kalmak daha zor.
ez dibînim
nahif görünümlü faşistler görüyorum,
ahlaksız dinciler, dürüstlük pazarlayan hırsızlar,
yargı dağıtan kalpazanlar,
şeytanı pir edinmiş, namuslulara musallat olmuş namussuzlar.
şewat
seni çok özledim, güzel.
diğer her şeye çiğ gelmiş olmalıyım ki;
beni bir sen,
bir de oturduğum kısacık rabıtalar yakmıştı böyle.
halüsinasyonlar
herkes fotoğraflardan daha çirkin,
fakat sen daha güzelsin.
başkasına belki alelade,
ama bana çok özelsin.
susamışım sana,
fakat artık bana tuzlu bir denizsin.
sanki şairler şiir yazmadan önce
duygularımı aşk şarabı diye içip sarhoş olmuşlar,
da gördükleri halüsinasyonlarda seni izlemiş.
sedat1399gonul@gmail.com
Yorum Bırakın