Olması Gereken Oluyor...

Olması Gereken Oluyor...
  • 0
    0
    0
    0
  • K’ye…

     

    Olması Gereken Oluyor…

    Evden çıktığımda soğuk ve yağışlı bir kasım günüydü. Daha yeni öğle olmak üzereydi. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Sadece çıkıp biraz yürümek istedim. Apartmanın kapısından çıkarken şemsiyemi açtım ve bir süre böyle yürüdüm. Sonra… Sonrası malum her zamanki gibi yağmurun tadını çıkarmaya karar verdim ve şemsiyemi kapadım. Yürürken yağmuru neden bu kadar sevdiğimi düşünmeye başladım. Yağmurda beni hüzünlendiren bir yan vardı sanırım. Hüzünlü olmayı severdim. Çünkü ne zaman yağmur yağsa ben hüzünlü olurdum ya da ben hüzünlü olduğum için yağardı yağmur. Bilmem, belki ikisi de…

    İstanbul bugün de çok hüzünlüydü. Tam mutlu olacakmış da biri bir şey demiş ve o da mutlu olmamaya karar vermiş gibi. En güzel giysilerini giymiş bayrama hazırlanırken birden ani bir cenazeyle karşılaşmış ve ağlamaya başlamıştı sanki. 

    Ben üzgün şehirleri ve üzgün kadınları severim, bu nedenle İstanbul’un en sevdiğim zamanlarıdır bu zamanlar. Ağlayan şehirler ve kadınlar bana hep daha yakın gelmiştir. Sanki benden yardım istiyorlarmış gibi. Ve benim de onlara mutlaka yardım etmem gerekiyormuş gibi. Bunun böyle olmasında sanırım karar bana ait değildi, bu adeta bir tabiat kuralıydı.   

    İşte onu böyle hüzünlü bir zamanda, yolun ilerisindeki bir bankta otururken gördüm. Biraz duraksadım ve adımlarımı yavaşlattım. Bu istemsizce gelişen bir dürtüydü. Yardıma ihtiyacı olan bir kadın görmüştüm ve ona kesinlikle yardım etmeliydim.  İstanbul’a benziyordu, üzgün ve ıslanmış. Ellerini hemen çenesinin altında birleştirmiş, nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. O anda fark ettim yanında duran bir kutu kâğıt mendili. Demek ki mendil satıyor ve bununla geçinmeye çalışıyordu. Belki çocukları için yapıyordu bunu. Belki daha iyi bir yaşama kavuşma arzusuydu bunu kadına yaptıran. Ne olursa olsun demek ki henüz umudunu yitirmemişti. 

    Yorgun olduğu her halinden belliydi. Islak banka oturmamış yığılmış kalmıştı sanki. Donuk gözlerle fırtınanın etkisini henüz yitirdiği denizi seyrediyordu. Kadının başında bir başörtüsü vardı. Buna rağmen siyah uzun saçları başörtüsünün altından taşmış ve elmas bir tarakla taranmış gibi simsiyah parlıyordu. Üzerinde basmadan basit bir elbise vardı. Onun üzerinde de yırtık pırtık bir hırka… Gözlerim istemsizce ayaklarına takıldı. Ayaklarında siyah, yırtık, lastik ayakkabılar vardı. Artık onlara ayakkabı demeye bin şahit gerekirdi herhalde. Çünkü kadının ayakları su içinde yüzüyordu. (Benim de aklıma madende ölen oğlunun cenazesine yırtık lastik ayakkabılarıyla katılan Recep Amca gelmişti.)

    Öylece kalakalmıştım. Gidemiyor ancak kalamıyordum da… Onunla konuşmak geldi içimden. İyi de ne söyleyecektim? Ya “Sana ne be!” derse, ya beni yanlış anlar ve çığlık çığlığa bağırmaya başlarsa… Onu bu halde bırakamazdım. Başladım düşünmeye. Hayır, düşünmüyordum, sadece yapıyordum. Hayat da öyle değil miydi zaten? Düşünürken bile başımıza gelenlere hayat demiyor muyuz? Genellikle yaptıklarımız düşündüklerimizden fazla değil mi? Beynimizden çok kalbimizi kullanmıyor muyuz? Düşünürken bile içgüdülerimizle hareket etmiyor muyuz? Yani bu yaptığım benim kararım değil, olması gerekenler. Sen ne kadar karşı koyarsan koy olması gerekenler olmuyor mu sonuçta? 

                   Kadına bir daha ve dikkatli bakınca hüznünün sadece yüzüne değil vücudunun her yerine yansıdığını hatta oturduğu bankın bile hüzünle kaplandığını görüyordu insan. Yağmur da yeniden başlamıştı. Ürkek bir cesaretle kadına yaklaştım ve “Merhaba” dedim. O da bana “allaenat ealayk” gibi bir şey söyledi. Belli ki İstanbul’dan hatta Türkiye’den bile değildi. Ona bu kez “ Şemsiye ister misiniz? Çok ıslanmışsınız.” dedim ve şemsiyeyi uzattım. Kadın bunu görünce daha anlayışlı ve sevimli bir sesle bana dönüp “ Ana asif, şukran” dedi. Tam gidecektim ki aklıma kadının sattığı mendilleri almak geldi. Yanındaki kutuyu aldım ve kadına cebimdeki tüm parayı verdim. Kadın yüzüme hayretle bakarak yine “şükran” dedi. 
                   Ben yavaş yavaş oradan uzaklaşmaya başlamıştım ki kadının arkasındaki bir arabadan inen adamın biri kadının yanına yaklaştı ve elindeki tüm parayı almaya çalıştı, kadın önce karşı koydu biraz. Bunun üzerine adam kadının suratına okkalı bir tokat aşketti. Kadın tokadı yiyince eski haline döndü. Bunu gören adam rahat bir nefes aldı ve kadının yanına yeni bir kâğıt mendil kutusu bırakarak gitti.
       

     

    22/06/2023

    23.33

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.