"Some Like It Hot", "Sunset Boulevard", "Double Indemnity" ve "The Apartment" gibi filmlerin ünlü yönetmeni Billy Wilder, kariyeri boyunca altı Oscar ödülü kazanmasını sağlayan filmlerini yazdığı ofisinde duvardaki "How would Lubitsch do it?" (Lubitsch olsa nasıl yapardı?") yazısına bakarak çalışırmış. Sorunun öznesi Ernst Lubitsch, Hollywood'un altın çağında imza attığı romantik komedilerle adını duyurmuş önemli bir sinemacıdır. Lubitsch Almanya'dan ABD'ye taşındığında, memleketinde imza attığı sessiz filmlerle tanınıyordu. Sessiz dönemde yaptığı onlarca çalışmanın ardından büyük stüdyolar sesli filmler yapmaya başladığında Lubitsch görsellerle hikaye anlatmadaki deneyimi ve becerisini büyük bütçeli romantik komedilerde kullanmaya başladı. O dönem teknik gelişmelere ayak uyduramayan ünlü yönetmenler kariyerlerini bitirip inzivaya çekilirken, Lubitsch "To Be Or Not To Be", "Ninotchka", "Heaven Can Wait" ve "The Shop Around the Corner" gibi filmleriyle zirveyi gördü.
Wilder, Lubitsch'in sinema tarihinde eşine az rastlanır görsel başarısına şapka çıkarıyordu. "Lubitsch dokunuşu" (The Lubistch Touch) tabiri de böyle ortaya çıktı: Neşesi, eğlencesi, ışığı bol, teknik ustalık içeren filmleri başka kimse onun gibi yapamayacağı için özel bir isimlendirmeye gidilmişti. Çok iyi bir gözlemci olan Lubitsch, karakterleri arasındaki ilişkiler aracılığıyla dönemin insanının fotoğraflarını çeker, başladığı gibi biten, dahice kurgulanmış filmlerinde de bu gözlemlerini sonuna kadar kullanırdı. Başka herhangi bir sinemacının tekdüze şekilde filme aktarabileceği sahneler onun elinde dahiyane görsel karşılıklar buluyordu. Lubitsch bu tabirle çağının marka yönetmenlerinden biri olmakla kalmadı, filmlerine tarzından, kişiliğinden, sinemaya bakışından parçalar yerleştiren ilk auteur'lerden biri oldu.
[caption id="" align="aligncenter" width="689"]
Ernst Lubitsch, 1930lar.[/caption]
Wilder tabiri Lubitsch'in "The Merry Widow" filminden bir sahne aracılığıyla açıklar. Soyut bir kavram olan Lubitsch dokunuşu, yönetmenin filmlerini izleyince tam olarak otursa da, Wilder'ın konuyla alakalı yaptığı açıklama son derece doyurucudur. Sahnede bir kral, bir kraliçe, bir de teğmen vardır. Teğmen ile kraliçe yasak aşk yaşamaktadır, kral ikisini basacaktır. Bu sahne onlarca farklı şekilde çekilebilecekken, Lubitsch'in elinde nasıl hayat bulduğunu Wilder şöyle anlatır:
"Kralı altmışlı yaşlarındaki oldukça saygın bir oyuncu, kraliçeyi güzeller güzeli Miriam Hopkins, teğmeni ise genç ve yakışıklı Maurica Chevalier canlandırıyor. Lubitsch önce bize kralın odasında giyindiğini gösteriyor. Sonra adam odasından ayrılıyor, ve kapıda topuklarını birbirine vuran, kılıcını taşıyan Maurice Chevalier'i görüyoruz. Kralın merdiven basamaklarını adım adım inişini izliyor.
Chevalier'e dönüyoruz. Kralın ayrıldığı odaya giriyor, kapıyı kapatıyor. Kraliçe hala içeride, ancak odanın içini görmüyoruz, burası çok önemli.
Krala dönüyoruz. Aniden kemerini ve kılıcını unuttuğunu fark ediyor. Merdivenin basamaklarını çıkmaya başlıyor, odasına dönecek. Odasının kapısını açıyor, içeri giriyor, kapıyı çekiyor. Hala odanın içini görmüyoruz.
Kral odadan geri çıkıyor, kemerini ve kılıcını almış. Kemeri takmaya uğraşıyor, fakat bu kemer onun değil; küçük geliyor. Bunun üzerine odaya tekrardan giriyor ve sonunda Chevalier'i görüyor."
Bir başka usta yönetmen, John Ford, Lubitsch'i anlatırken "Hiçbirimiz eğlenceden başka bir şeye hizmet ettiğimizi düşünmüyorduk, sadece Ernst Lubitsch yaptığımız şeyin sanat olduğunun farkındaydı" der. Lubitsch'in filmlerindeki kalitenin kaynağı, seks ve aşka bakış açısının gamsız ve eğlenceli oluşudur. Hiçbir sahne görsel olarak "klişelerle" ifade edilmez, en dramatik konularda bile arka planda mizahi bir yön vardır. Senaryodaki on saniyenin, perdede tek bir kareye tekabül etmesi "Lubitsch dokunuşu"dur. Yetmiş senelik bir filmi izleyip "bugün neden böyle filmler yapılmıyor?" demişliğimiz çoktur. Tekniğin küçümsenmesi, 'dokunuş'un bir kenara bırakılması bunun en büyük sebebidir belki de. Lubitsch'in eşsiz dünyasını tüm sinemaseverlere şiddetle tavsiye ediyoruz.
Wilder, Lubitsch'in sinema tarihinde eşine az rastlanır görsel başarısına şapka çıkarıyordu. "Lubitsch dokunuşu" (The Lubistch Touch) tabiri de böyle ortaya çıktı: Neşesi, eğlencesi, ışığı bol, teknik ustalık içeren filmleri başka kimse onun gibi yapamayacağı için özel bir isimlendirmeye gidilmişti. Çok iyi bir gözlemci olan Lubitsch, karakterleri arasındaki ilişkiler aracılığıyla dönemin insanının fotoğraflarını çeker, başladığı gibi biten, dahice kurgulanmış filmlerinde de bu gözlemlerini sonuna kadar kullanırdı. Başka herhangi bir sinemacının tekdüze şekilde filme aktarabileceği sahneler onun elinde dahiyane görsel karşılıklar buluyordu. Lubitsch bu tabirle çağının marka yönetmenlerinden biri olmakla kalmadı, filmlerine tarzından, kişiliğinden, sinemaya bakışından parçalar yerleştiren ilk auteur'lerden biri oldu.
[caption id="" align="aligncenter" width="689"]
Ernst Lubitsch, 1930lar.[/caption]
Wilder tabiri Lubitsch'in "The Merry Widow" filminden bir sahne aracılığıyla açıklar. Soyut bir kavram olan Lubitsch dokunuşu, yönetmenin filmlerini izleyince tam olarak otursa da, Wilder'ın konuyla alakalı yaptığı açıklama son derece doyurucudur. Sahnede bir kral, bir kraliçe, bir de teğmen vardır. Teğmen ile kraliçe yasak aşk yaşamaktadır, kral ikisini basacaktır. Bu sahne onlarca farklı şekilde çekilebilecekken, Lubitsch'in elinde nasıl hayat bulduğunu Wilder şöyle anlatır:
"Kralı altmışlı yaşlarındaki oldukça saygın bir oyuncu, kraliçeyi güzeller güzeli Miriam Hopkins, teğmeni ise genç ve yakışıklı Maurica Chevalier canlandırıyor. Lubitsch önce bize kralın odasında giyindiğini gösteriyor. Sonra adam odasından ayrılıyor, ve kapıda topuklarını birbirine vuran, kılıcını taşıyan Maurice Chevalier'i görüyoruz. Kralın merdiven basamaklarını adım adım inişini izliyor.
Chevalier'e dönüyoruz. Kralın ayrıldığı odaya giriyor, kapıyı kapatıyor. Kraliçe hala içeride, ancak odanın içini görmüyoruz, burası çok önemli.
Krala dönüyoruz. Aniden kemerini ve kılıcını unuttuğunu fark ediyor. Merdivenin basamaklarını çıkmaya başlıyor, odasına dönecek. Odasının kapısını açıyor, içeri giriyor, kapıyı çekiyor. Hala odanın içini görmüyoruz.
Kral odadan geri çıkıyor, kemerini ve kılıcını almış. Kemeri takmaya uğraşıyor, fakat bu kemer onun değil; küçük geliyor. Bunun üzerine odaya tekrardan giriyor ve sonunda Chevalier'i görüyor."
Bir başka usta yönetmen, John Ford, Lubitsch'i anlatırken "Hiçbirimiz eğlenceden başka bir şeye hizmet ettiğimizi düşünmüyorduk, sadece Ernst Lubitsch yaptığımız şeyin sanat olduğunun farkındaydı" der. Lubitsch'in filmlerindeki kalitenin kaynağı, seks ve aşka bakış açısının gamsız ve eğlenceli oluşudur. Hiçbir sahne görsel olarak "klişelerle" ifade edilmez, en dramatik konularda bile arka planda mizahi bir yön vardır. Senaryodaki on saniyenin, perdede tek bir kareye tekabül etmesi "Lubitsch dokunuşu"dur. Yetmiş senelik bir filmi izleyip "bugün neden böyle filmler yapılmıyor?" demişliğimiz çoktur. Tekniğin küçümsenmesi, 'dokunuş'un bir kenara bırakılması bunun en büyük sebebidir belki de. Lubitsch'in eşsiz dünyasını tüm sinemaseverlere şiddetle tavsiye ediyoruz.




Yorum Bırakın