Beni fark etmediği belki üç açıdan yaklaştım ona. Öykülerle, bayağı şiirlerle, içi geçmiş ve kararmış incirlerle yaklaştım. Öyle ihtişamlıydı ki hafif dolmuş gözleri ve omuzları öylesine serin, dev bir anka kuşu olsaydım yine üçte biri kovalardım. Şehrin ışıkları gözlerine yansıyordu. Öyle parlak öyle doluydu ki gözleri, minik bir karınca bedenine değse yaşlar boşanabilirdi gözlerinden. Bense tutup omuzlarından sarstım. Tek bir damla akmadı gözlerinden. Kırmızı sarı yeşil kırmızı sarı yeşil kırmızı sarı yeşil kırmızı sarı yeşil, uçuk bir mavi sonra yine aynı fasıl sonra yine gözleri. Görseydiniz ya da en azından bakmayı bilseydiniz; doğumu ve ölümü, her şeyi ve hiçbir şeyi, yazı ve kışı, kendinizi ve allahı, denizi ve toprağı görebilirdiniz. Ben gördüm. Bu görüşte bir acı vardı. bu acıyla kavrulsun istedim bedenim. Efsanelerim, hikayelerim, ölü ejderhalarım, kentsel dönüşüme girmiş dehlizlerim, dalları kırık dut ağaçlarım hepsi ahenkli birer melodiye dönüştüler.
Meydanlar inşa ediliyordu, tahinin pekmezle yenmediği memleketlerde. Meydanların altını okyanuslara açma meselesini gözlerindeki ejderhaya açtım. Ve sordum
meydanların altı niçin kanalizasyonlara açılıyor? Bir meydan verin bana geniş gepgeniş ve mavi sekiz kollu bir fıskiye ortasında. Çepeçevre insanlar olsun. Pamuk şeker yiyen çocuklar, balonlarının iplerine sahip çıkamayan çocuklar, trafo duvarlarını mahveden çocuklar, bir topuk sesiyle kaçışan kuşlar, haberci adamlar ve kadınlar verin bana yedi kıtaya ulaştırsınlar meselemizi, habersiz insanlar verin bana yedi kıtadan silsinler bedenlerimizi dedim. Ejderha baktı, o bakışta öyle bir hamaset vardı ki olduğum yere yığılıp kaldım.
Bir ıslaklık sardı bedenimi. Gözlerinden akan yaşlarla yıkanmayı dilerdim savaş zamalarında. Ekmeğin ve tahinin karneyle satıldığı, çiçekli un çuvallarından elbise diktiğimiz, karartma gecelerinde ninniler söylediğimiz gecelerde dilerdim. Savaş size gelmez siz savaşa gidersiniz. Siz savaşı istemiyor olabilirsiniz oysa savaşlar sizleri çağırır. Bombalar, panzerler fayda etmezdi onun gözlerine. Yaşlarını akıtamazlardı. Eh pek tabii ben de yıkanamazdım. Duvarlara ve bedenlerimize tank paletleri ve tomsonların gölgeleri yansıyordu. Erkek kardeşimin yüzündekiyse bir kırlangıç olmalıydı. Kentsel dönüşmüş sokakları seven kırlangıçlardan biri. Kafamı çevirmemle erkek kardeşimin bir milyon kilometre öteye savrulması bir oldu. Sanıyorum ki kırlangıçları pek sevmezdi. Tuz ve ekmeğin tadını öğrenmedim, hiçbir vakit tahinle pekmezi karneye yazdırmadım, ben zaten işin aslı savaş nedir bilmem. Savaşlara gitmek şöyle dursun savaşlar da bana gelmez. Kentsel dönüşmemiş bir ilişkimiz vardır savaşlarla. Guernica benim için peynir adıdır. Ve tek yapacağım gözlerinden akan yaşlarda yıkanmaktır.
Yorum Bırakın