GÜLİSTAN

GÜLİSTAN
  • 0
    0
    0
    0

  • carekî din


    hayatın içine düşer insanlar,

    ne olduğunu anlayana kadar ölüme yaklaşırlar.

    biter kimilerinin hayatı, 

    zevk u sefa içinde hiçbir şey anlamadan.

    belki de dünyanın en şanslıları, 

    dünyadan nasibi olmayan bahtsız olanlar.

    yerden yere vuruldukça hayatı sorgularlar; hakikat bilgisine ulaşamazlarsa bile,

    yiyip içtikleri her kederde, durup durup, 

    bir daha, bir daha sorgularlar.










































    bihar


    her dem yeni bir şey demlenir içimde;

    gelince, gitmek bilmez; 

    uzun süre yatıya kalır kahır.

    güzel günler görme umudu, 

    hep başka coğrafyada, başka bahara kalır.









































    êdî 


    huyuyla, yüzü güzel kadın,

    ama benim bir kadını sevecek enerjim yok. 

    sevgi fukarasıyım, 

    yıllarca delice sömürüldüm, 

    iflas ettim;

    kimseye verecek bir metelik ilgim kalmadı. 










































    inorganik 


    inorganik bir zemin deyim.

    nefes almanın aykırı olmaya yettiği bir yerdeyim.

    ayaklarım toprağa basmıyor ki boşalsın;

    enerji yüklü,

    gergin bir hava gibi çarpıp yakmak için beklemekteyim.







































    derbasbû


    mevsimler geldi, geçti.

    bir çiçeğe hasret kaldım.

    iş başa düştü dedim.

    nefesimle ısıttığım toprakta bir çiçek filizlendi.

    başımı kaldırıp baktığımda, 

    kara kışın habercisi ilk kar yağmıştı dağın başına.

    aldığım nefes ciğerimi üşütmekle kalmadı, 

    soldurdu binbir emek verdiğim çiçeğimi oracıkta.




































    bar


    uykularınız nasıl kaçmaz da sabaha kadar deliksiz uyursunuz, 

    anlamak mümkün değil.  

    beni hasta eden dertler umrunuzda bile değil ki, 

    dönüp bir bakmıyorsunuz.  

    yüklendiklerim benim şahsi yüküm değil, 

    sizlerin de yükü, 

    insan olsaydınız eğer...  

    ama kime ne anlatıyorsun?  

    beni anlamasını umduklarım  bile anlamadı.  

    bu yüzden anlatmayı bırakıp sustum.  

    geçtim her şeyden, yardan, serden.










































    enflasyon


    dizlerine kadar ilerlemişsin suyun içinde.  

    kuru toprakta dururken niye ıslanıp sana geleyim ki?  

    belki farkında değilsin ama senin gibilerin enflasyonu var.  

    ıslanmayı göze alacak olsam eğer, 

    sana varmadan yığınla emsaline ulaşırım ben.









































    nefıs


    nefis engellenir ise bir an için insan bedeninden,  

    ne mal mülk, ne karşı cins, 

    ne de makam mevkiye karşı istek kalır,  

    buz gibi soğur ateşle pişen ilk balçık bedenin aksine insan.  

    ve bir lokmayla bir hırkaya razı hale gelir. 

    gerisi teferruattır; latifleşen ruh gayrısını taşıyamaz olur.








































    dem


    inzivaya çekildim, geçmiyor;

    uzadıkça uzuyor zaman.

    hepi topu kırk gün,

    ona da sanki bir asır var.

    oysa yaşım geçmiş hayatla birlikte,

    farkına bile varmadan ellisine merdiven dayamışım.

    asıl ben, hiç sevilmeden bunca yıl nasıl yaşamışım?








































    zewac


    cinselliği her çift yaşar.  

    evlilikte önemli olan,  

    zamanı beraber nitelikli geçirmektir.  

    o da kendi içinde derinleşen bireylerle gerçekleşir.  

    mutlu evliliğin sırrı budur.  

    gerisi, sorunlu çocukların yetiştiği,  

    yığınla sorun üreten birer bakteri yuvası gibidir.









































    xetimî


    tıkandım yine.  

    ne sana, 

    ne de varoluşsal sancılarıma dair yazacak tek kelime bulamıyorum.  

    yine çölleşti aklım,  

    kum fırtınalarına ev sahipliği yapıyor.  

    göz gözü görmüyor; sığınacak bir vaha bile bulamıyorum.









































    tarî


    üstünde düşünmediğim neyim varsa, 

    hepsi hamdı.  

    önümü hiç göremedim; 

    yollarım gecelerin zifiri karanlıklarına dolandı.  

    bırak güneşin aydınlık gündüzünü, 

    dolunayın şavkından bile mahrum kaldım.





































    hipnoz


    sırf bana öyle bakılsın diye, 

    öyle derin bakan gözlerin sahibine aşık olacak yığınla kadın var. 

    sen ise, gözlerinde kaybolmak ister gibi her baktığımda, 

    hemen kaçırdın gözlerini gözlerimden. 

    "seni seviyorum" diye iki kuru kelimeye tercih ettin,

    çelimsiz bedenime hapsolmuş derin sevgimi. 

    sende haklıydın, 

    seni sevdiğim gibi sevmedin beni. 

    bu sebeple değersiz buldun, 

    gözlerinde hipnoz olan gözlerimi.










































    hespê çolê 


    yabani bir at gibidir zeka;

    insanı tarumar eder.

    her süvari onu kontrol edip istenilen hedeflere götüremez.

    dengeyi tutturmak çok zordur;

    ispat istersen benim halime bak yeter.







































    bi dawî bû


    bitmiş bu evlilik, boşuna çabalama.

    belki de bitmedi, hiç ama hiç başlamadı.

    ellerin yanaklarında, derin düşüncelere dalma.

    bir şeye dokunur diye dışarıda yenilirken,

    konuşulacak bir şey bulunamayan yemek,

    kırk yamalı evliliğe belki de yeni bir yama.

    iki çocuk, bir baba, zorunlu birliktelik işte, 

    boşuna kendini yorma.



     




































     

    gelek  caran  


    duygularımı çoğu kere anlayamadım. 

    bana verilen aklı, 

    yeri ve zamanında neredeyse hiç kullanamadığım için 

    ağırlaşan yüklerimi taşıyamadım. 

    bu pişmanlıkla birlikte bir itiraftır, 

    beceriksizliklerimi tövbe kabul et,

    emanetini geri al allah'ım.







































    li ku derê ye 


    nereye çarpıp duracağı belli olmayan, 

    hırçın bir serseri iken, 

    aşkta durulan benim.

    mecid mecidi baran filminde anlattığın, 

    baştan sona benim.

    çalıntı, 

    çalıntı bu senaryo, 

    hayatımın telif hakkı nerede?







































    agir


    yangın var,

    fakat ben,

    kurumuş bir dal parçası gibi,

    zaten ne zamandır cayır cayır yanarım.

    benim yangınım senin yangınına su taşıyamaz,

    ancak yanarken çektiğin acıları anlarım.

    seni bilmem ama ben,

    küle dönünce yandığım yangınları da ararım.



      



































      


    xwe


    hep ayartmak için ayak oyunları, 

    istediğini elde etmek için hep bir strateji.  

    bilir misin bilmem ama niyetler de satır satır okunur.  

    öyle ki, o niyetleri okuyan cahil bir yazar, 

    hadsiz bir aşık bile olabilir.  

    bırak beni, benden sana hayır yok. 

    kendin ol, karşına başka güzel insanlar çıkabilir.









































    çiqas


    şehrin her köşesine ayrı ayrı sinmiş,

    usul usul keder içen bir anım var.

    kırk altı yılım geçmiş dünyada,

    kırk yediye kaç kahrım var!

    fazla geliyor ağırlığım toprağın üstüne,

    altına inmeye ne kadar zamanım var?



































    xort 


    gençtim, 

    bir şair duyarlılığı taşıyordum kalbimde.

    bıyıklarımın terlediği o zamanlarda da, 

    büyük sıkıntılar yüklenmişti sırtım.

    biraz daha büyüyünce her şey hal olur sanır,

    büyümek için sakal traşı bile olurdum.

    bugün artık bir yetişkine baba, 

    bir çocuğa dede olacak yaştayım.

    beyazlaşan sakallarımla,

    tam kırk altı yaşındayım. 

    olmasını umduğu her şey yüreğine yük olmuş,

    diğerleri gibi olmayan bir hastayım.










































    her roj


    her gün yeni bir yanılgımı fark ediyorum.

    dengimi arar da bulamıyor sanırdım;

    oysa seninle oyalanırken aslında kendimi arar mışım da bulamazmışım.

    bundanmış tarifi mümkün olmayan acılarla, 

    burnumdan soluyan öfkem. 











































    serneket 


    başaramadım,

    bana verilen hiçbir yükü taşıyamadım.

    taşıyamayacağım için sınanmaya layık olmadığım her şeye içten içe ağladım.

    asıl meseleye gelemeden ayrıntılarda kayboldum, kaldım.









































     gêj


    artık eminim,

    beni zehirleyip ağız burun dolusu kusturan şey,

    öğrendikçe sorulmamış yeni sorular üreten kendi zekam.

    ortası yok, 

    ya ayık olduğum her anı mutsuz olduğum kadar umutsuz yaşarım

    veyahut aklı mantığı devre dışı bırakacak meczupluğa koşarım.










































    gul 


    çok kırılganım, 

    keyiflenmem için bir bakış, 

    tatlı bir gülüş yeter de artar bana.

    hayatımı zehirli sarmaşıklar sarmış, 

    geç dahi olsa bir gül düşmez mi bana?








































    texrîbat


    umduğum fayda,

    harcadığım çabadan hep küçük kaldı.

    vazgeçitiğim herkeste,

    doğal olarak benden vazgeçti.

    dağdan kopup yuvarlanan bir kaya gibiyim,

    temas ettiğim her şeyde bir tahribat,

     bende de onulmaz hasarlar kaldı.










































    îşkenceya çînî


    delireceğim herhalde.

    aldığım nefes bana yetmediği gibi, 

    verirken de kan kusuyorum.

    yaşadığım hayatın, çin işkencesinden farkı yok.

    sebepsiz yere büyük acılar çekiyorum. 











































    wilo 


    öyle keskin ve uzun bakıyorum ki, 

    şu sıralar pierre loti tepesine. 

    sanki orada yakalıyorum,

    benden kaçırdığın için doya doya bakamadığım gözlerini. 










































    xwedê


    allah, adillerin en adilidir.

    cahil, yobaz dinci, hırsız siyasal islamcı ve ham softaları kullanarak,

    necis sekülerleri temiz dininden uzak tutar.

    yücelerin en yücesi olması araç kullanmasına engel olmaz;

    bazen de insanları birbirine musallat ederek dünyadaki işlerini yapar. 











































    çawa 


    başka türlü eşleşemezdik zaten,

    eksik ve kusurlarımız buldurdu bizi birbirimize.

    ben nasıl kusurların sebebiyle çıkardıysam gözden seni,

    sende kusurlarım yüzünden vazgeçtin benden.











































    aşure 


    ikimizden bir şey olmadı,

    aşure gibi bir şey de olmaz mı?

    hiçbir şeye tek başına yetemedik,

    azar azar biriktirdiklerimizden güzel bir şey çıkmaz mı?









































    rev 


    daralıyorum, sığmıyor ruhum bedenime,

    huzurum yok,

    seyrettiğim hayatın her köşesi bir yanıma batıyor.

    kurtulmak istiyor ruhum,

    hücreye dönmüş bedenimden,

    ölmeden çıkamayacağını bildiği halde.










































    elamati qiyametê


    her sevenin sevgisi karşılık bulmaz,

    değeri kendisindendir sevginin,

    sevilenin karşılık vermesine ihtiyaç duymaz.

    iyi bilirim sevmeyi, çünkü ben hep sevdim,

    bir kerecikte ben sevilsem kıyamet mi kopar.












































    bi dizî


    ismini sayıklarken,

    uzaklardan gizlice izlendiğimi öğrenmem,

    sırtını ilk dönüp gidişin kadar incitti beni.













































    ez û tu


    biz geçmişte kaldık,  

    o günkü sevgimle bugün birbirimizi sevemeyiz artık.









































    şêrîn


    her tatlı krizim tuttuğunda,

    seni özlediğimi fark ettim.

    mısır çarşısında binbir çeşidini gözledim.

    hayat çok acı,

    tek başına yenilir yutulur değil.

    sen olmadan benim birazcık tatlanmam umulur değil.








































    tav


    bahçenin içinde yalın ayak,

    benim gibi olgunlaşmamış domateslere bakarken, seni izlesem.

    sana baktığım gibi,

    bana baktığında keder hemen terk etse bizi,

    yüzümüzde bir anda güller açsa.

    sen beni olgunlaştıran güneşim olsan,

    bende senin.











































    wek berê


    eskisi gibi şiir yazamadığım gibi artık seni de özlemiyorum.

    varoluşsal sancılarım da her zaman yaptığı gibi

    beni depresyona sokup hayatı burnumdan getirmeye çalışmıyor.

    normalleşiyor muyum, hissisleşiyor muyum, belli değil.












































    jîr


    beceriksizliğim zekamı kendine küstürüp depresyona sokmuş. 

    bir bedenden başka bir bedene zekanın ilticası mümkün olsa, 

    kendine uygun bir beden bulup hemen terk ederdi beni.










































    ev


    bu zeka bu şartlara fazla.

    öyle veya böyle,

    ya şartlar zekanın seviyesine çıkacak

    ya da bir gün ansızın benimle didişmekten vazgeçip

    kendinden mahrum bırakacak.










































    di tunebûna te 


    durup usanmadan seni tekrar tekrar özlemek,  

    hangi defolarımı kapatıyor acaba?  

    oysa uzaktan bir kerecik görsem,  

    iğne batırılmış balon gibi söner,  

    yokluğunda senin için biriktirdiklerim.












































    evînê


    sabah namazı sonrası,

    güneşin doğuşundan önceki esinti gibiydi sesin,

    öylesine dingin, öylesine huzur yüklüydü benim için.











































    zeytûn


    kendime en yakın olduğum kahvaltılardan biri,

    haliç'ten pierre loti'ye bakar.

    senin gözlerinin yerine ben siyah zeytine,

    o da benim kara bahtıma bakar.











































    pêşîn


    ilkin maksim gorki'nin ana romanında buldum kendimi, 

    sonra bir de yaşar kemal'in ağrı dağı efsanesinde. 

    öyle derin kaybolmuşum ki, 

    kimse bulamadı beni.










































    nezan


    neyinize tutunup sizi nasıl seveyim?

    ırkçısınız!

    üstelik, ırkçılığınızın farkına varamayacak kadar da kör, cahil.

    cahil olmasaydınız, belki ırkçı olmazdınız;

    ırkçı olmasaydınız, belki cahil kalmazdınız.










































    kilîd


    açıp kilidi, beni muhatap kabul etsen,

    yarım kalmış didişmelerimizin sonu gelmez.

    her zaman yaptığın gibi, 

    beni perde gerisinden izlemeye devam etsen,

    açtığın yaraların sızısı dinmez.













































    jîrî


    zekâsı onu zehirleyen zavallı birine ilişirse gözlerin,

    emin ol ki başkaları onun adına kararlar alıp sonuçları o garibana bırakmıştır.











































    rîsipî


    bilge, cahile bakınca düşünceleri,

    prizmaya çarpan ışık gibi dağılıp çoğalır;

    cahil, bilgeye bakınca,

    karanlık dehlizlerde dolanır.












































    mêvan


    bu dünyadan geçen bir yolcudur insan;

    soluklanırsa girdiği tekkede  bir süreliğine misafir.

    anlayan var, anlamayan var.














































    xwezî


    keşke seni özlemekle ne yapacağımı da bilseydim.










































    dîno


    mecburi meşguliyetlerim de olmasa,

    şu başını alıp gitmiş hastalıklı düşünceler,

    bir seferde delirtir beni.

    mahrum kaldıklarımın farkında olacak kadar zeki olmak,

    her gün yeniden, tekrar tekrar delirtiyor beni.








































    başka bir yolu varsa,

    biri lütfen hemen göstersin. 

    düşünerek ben bulamadıysam, 

    kim bulmuş hakikati, kim ha kim?

    dönmüşken aşk ateşiyle küle, 

    tamamen yanmadan kim nasıl pişmiş,

    ha nasıl pişmiş? 

    gösterin bana da dünya gözüyle bende bir göreyim.











































    çil û pênc


    kırk beş yıl sonra, geriye dönüp bakınca;

    yaşama dair kayda değer tek şeyim,

    beni kendine layık görmeyen birini sevmek.

    öyle çuvallamışım ki, bu hayatın bir tesellisi olsa gerek.







































    siya jiyanê 


    girift meseleleri anlamak, hiçbir sorunumu çözmedi;

    sadece öfkemi dindirdi. 

    anlayamadıklarım kadar çok şey anladım;

    hayata, kendime ve sana dair. 

    hiçbirisi, ne bizi kavuşturdu;

    ne de hayata karşı bir zafer kazandırdı. 

    hep yenilgi alınca anladım;

    anlayan, anlamayandan daha avantajlı değil bu hayatta. 











































    neynik


    öyle gördün diye beni,

    aynalar karşısında deli gibi gülüşlerim.

    karşımda duran suretime her baktığımda,

    senin gözlerinle kendime bakıyor ve sana gülümsüyorum.













































    wanca 


    onca acı, ızdırap, anlamak içindi.

    peki anlamak ne içindi?










































    kesk û sor û zer


    sorgulansın sarı çiçek, rengin neden budur diye.

    al renkler kendinden utansın;

    yeşil de idamla yargılansın.

    takılsın hepsine kelepçeler, 

    demir parmaklıklar ardına yollansın.









































    sê meymûn


    üç maymunu oynarlar zulümler karşısında;

    onlara dokunmayan cürümlerin eleştirisine bile tahammülleri yoktur.

    zordur, embesil ve faşist bir toplumda yaşamak.

    muasır medeniyetler seviyesine çıkamazlar;

    medeni insanları düşman kabul edip, 

    büyük bir hiddetle yakalarına yapışırlar.











































    edeta xwendinê 


    okuma alışkanlığı olan zekalar:

    hiçbir konuda aşırıya gitmez;

    sahip olduğu aşırılıkları, 

    okudukları kitapların sayfalarından yaptıkları kağıttan gemilere yükleyip kurtulurlar.







































    maseya kêlekê


    rastlantısal gezindim şehrin içinde;

    yaşam tarzı içine sinmeyen,

    çatık kaşlı bir gence takıldı gözlerim.

    yaptığı işe dönüşmüş;

    kendini insanlıktan soyutlamış,

    bir restoran şefi karşıladı beni.

    ve kötü giden evliliği,

    dışarıda yenilen bir yemekle kurtarma girişiminde bulunan bir çift komşum oldu yan masada.









































    rûpûş


    olağan bir seyrin sonucudur yaşanan;

    her anım bir olmaz.

    çoğu kere deler geçer insanı, kurduğum cümleler.

    sahte maskelerim yoktur benim;

    zaten tutunamaz, kayar, düşer yüzümden.

    maskelerin yapıştığı zamkı üretmez tenim.










































    carna


    kimi zaman içi daralır;

    yaşama dair bir umutsuzluk kaplar bütün benliğini, 

    sırf kürt diye uğradığı haksızlık sebebiyle. 

    ve sonra bir onura dönüşür, göğüs kabartan;

    ona reva görülen eziyeti, kendinden daha zayıflara reva görmediği için.










































    çiqas mîna min 


    ne çok benziyorsun bana;

    tutuk ve kırılgan iken, gözlerinden ateş çıkaran,

    çok çabuk incinen;

    incinirken ruhu incelen,

    yükselmeye sebep olan her zorlukta hafifleyen.









































      hêzek 


    urfa yolunda tekerlekleri hızla döner otobüsün;

    mazi canlanır gözümde, eski ibrahim tatlıses şarkılarıyla.

    bir tarafım geçmişe özlem duyar;

    zihnim hep gelecekte.

    iki tarafa doğru birden çeker beni bir güç,

    geçmiş ile gelecek arasında çarmıha germek için hazır dört mıhla.









































    çivîk


    tutsağım;

    bana dar gelen bir kafese tıkılan,

    içine düştüm hayatın,

    kaynar kazana düşen bir serçe gibi.

    bana ağır geldi, mengeneyle sıkılmış yüreğim.

    vermek isterim canımı; alıcısı bulunmaz.






































    oldar û komûnîst 


    gaflet halidir yaşanan;

    hem ben, hem sen cephesinde,

    farklı disiplinlerden gelsek de,

    farkındalık yaklaştırır bizi birbirimize.

    aşktır, ikimizi birden tutuşturacak olan.

    sen, benim gözlerimde içindeki dindarı izle;

    ben, senin gözlerinde içimdeki komünisti.

    konuşmaya sıra gelmez; sen kendine hayret edersin,

    bende kendime.









































    maseya min


    çalışma masam,

    düşünce dünyam kadar dağınık;

    yazılmamış şiirler,

    dile gelmeyen duygular,

    kayıt altına alınmamış hikayeler

    ve hiç var olmayacak kadar mükemmel aşklar ile dolu.











































    gewad


    ilgilendirmiyor beni, pezevenkler;

    isterlerse puştluk, hatta deyyusluk bile yapabilirler.

    ne zamanki yönetimde söz sahibi olmak isterler,

    işte o zaman beni karşılarında bulurlar.











































    hesret


    gecenin bir deminde,

    aşkın duygularla taştı yüreğim.

    hisseden gönlümü var edene idi

    bütün özlemim.










































    şeveke şevan


    ve yine gecelerden bir gece;

    beni teselli etmek için sanki bir işbirliği var.

    cırcır böceklerinin bitmeyen şarkısı kulaklarımda;

    serin bir rüzgar, 

    teselli etmek ister gibi, okşayıp geçer yanaklarımı.







































    îdol


    idol sandım seni;

    peşine takıp uzun uzun sürükledin beni.

    bir de baktım ki, sen de benim gibi alalade biriydin.

    mutluydum;

    bilmezdim bilmediğimi.

    ne zaman ki, sorular sormayı öğrendim,

    işte o zaman kaçtı bütün keyfim.

    beni sürükleyen akıntı, sen değil, kendi cahilliğimdi. 









































    çavên te


    burnumda tütüyor, sevgi dolu gözlerin.

    istemem ötesini; senin bakışların sarsın, sarmalasın beni.

    biliyorum,

    sen de özlüyorsun beni.

    uzaklardan sarılıyorsun bana,

    benim sana sarıldığım gibi.












































    ker 


    kralı taşıyan eşek, kraliyetten pay alamaz.

    muktedirlerin payandaları ile maşaları,

    hiçbir zaman yönetimde söz sahibi olamaz.









































    simbêl


    derin bir yokluktur çekilen ülkemde;

    dağ ve ovalarından bereket fışkıran

    renkler yok oldu.

    her şey ya siyah ya da beyaz.

    badem ile hilal bıyıklılar çete kurmuş;

    faşist bir fanatizmdir yaşanan.










































    vês


    nerede aranır, kime sorulur bilinmeyen

    ızdıraplı bir varoluşsal arayış benimkisi.

    belki de kendimi bulmak, zıddıma uğramakla olur.

    çok düşündüm şu sıralar;

    bir tess gerritsen romanı okuyup mola veresim var.










































    zivrînek


    sessizleşen gecede, içsel yolculuğuma çıkmaya yetmiyor zaman.

    gene bölüneceğim gündüz kalabalıklar arasında,

    ta ki tekrar gece olana kadar.

    hayat böyle bir döngü; 

    yapayalnız yaşanılan, sessizce ölene kadar.










































    kûçikên firotanê


    paralı itler dolaşır sosyal medyada;

    ne hak ne de hukuktur dertleri.

    kim verirse mangırı, onun adına havlarlar öbür tarafa;

    yoktur şerefleri.

    bütün mesele, kaça gittiğidir; satılıktır her şeyleri.











































    lêvên min zuha ne 

    dudaklarım kurudu,
    çatlakları kanar. 
    dilim alıştı artık kanın tadına;
    suya hasret yaşarım ne zamandır.
    ben gidince çölleşir içine balta girmemiş ormanlar.
    kaynağı cennet olan fırat’ın bütün suyunu,
    bir kerede kana kana içip, bitiresim var.








































    te firot


    sattın şerefini para ile mevkiye;

    bak, geçti işte ömür.

    yakında eşitler herkesi ölüm;

    kimi mazlum, kimi de zalim.

    ciğeri yanan garip, alır hakkını tek tek herkesten.

    hiçbir mazeret kabul edilmez, hak yiyip zulmedenlerden.











































    çop


    temizlenmeyen düşüncelerde kokar;

    yeni bilgilerle yenilenmek artık şart değil, bir nevi farz.

    dijital çağ, acımaz insana; silindir gibi ezer, geçer.

    kokutup, çöp gibi fırlatıp, bir köşeye atar.








































    nizanim


    bilemem;

    yaşadığım hangi ızdırabın

    neye bereket ektiğini.

    arayışı bitmez;

    beni bitirir içimdeki özlem.

    nedir öz?

    ne'yedir özlem?











































    tav


    savruldum bir o yana, bir bu yana;

    başım mı döner, dünya mı belli değil.

    dengim olan bir öteki lazım bana,

    dengede tutsun, güneşim olsun.










































    şexsiyet


    gece demlenir zamanın bir deminde;

    papatya çayı demlemiştir demlenmiş bir kişilik.

    sen kendi deminde,

    ben kendi tavımda.

    bulur muyuz birbirimizi, zamanın bir anında?









































    bihes


    duygusal med-cezirler sonunda kendini şiir adasında bulursun;

    içinde kabarıp dile gelmeyen ne varsa, 

    bu karada yeşermiş, meyve vermiş görürsün.

    içi yanıkların sekinet yurdunda,

    her duygunun yazıya dökülmüş karşılığını,

    sükûn ve denizin imbatıyla muhatap olursun.










































    berê


    eskiden sevgiliye özlem idi şiiri besleyen;

    şimdi ise özleme özlem.

    bırak duygular retorik üretsin,

    yüreklere dokunsun; 

    ha uzun, ha kısa, ne fark eder?









































    îdare 


    idol edinerek hayat serüveni idare edilemez.

    tespitlerine değer verilenler elbette olmalı;

    fakat bütün külfeti ona yükleyerek konfor alanına demirlemek, 

    kimseyi kurtarmaya yetmez.

    insanın kendi hayat tasavvuru olmak zorunda; 

    aksi takdirde tekamülden söz edilemez.











































    pêlên mezin


    nereden bileceksin,

    benim öyle sakince boşluklara bakarken

    dev dalgalar ile boğuştuğumu;

    yalnız boğulma hissine kapıldığımda sana kavuştuğumu.











































    çawa


    insan tipolojileri nasıl farklı ise, 

    gelişme parametreleri de birbirine uymaz.

    herkesin özgün gelişimi farklıdır;

    berikini geliştiren şey, yekdiğerine uymaz.









































    giran


    yazmasam, ya uçup gidecekti

    ya da kelimeler içimde durmadan şişecekti.

    bağladım duygularımı mısralara; 

    hep var olsunlar.

    yığınla şiir yazdım sana.

    ağırdır, taşıyamaz, yazılmaz şiir her kadına.










































    sê kes


    içimde üç kişi var:

    birbiriyle didişen,

    bir şair, bir ressam ve bir eleştirmen.

    her biri ilkin dışarı çıkmak ister;

    eleştirmen, despotluk yapıp susturup sindirir diğer ikisini birden.










































    fîlozof


    bir feylesof gibi düşün;

    sonra hayata dair en basit işleri yapama.

    olacak şey mi şimdi?

    pastaya musallat olmuş bebek gibi,

    her şeyi eline yüzüne bulaştırmak.












































    çareserî


    her kafa karışıklığının var mıdır bir çözümü;

    kalbim, aklım gibi karmakarışık,

    girift sorular birbirine dolaşık.











































    hilbijart


    ben seçmedim;

    içine düştüm bu ızdırabın.

    tanıdım gözlerinden

    kendim gibi her düşkünü.











































    modela xwe 


    denklem değişince, kişi de değişir.

    hiç kimsenin gerçekliği, yek diğerine uymaz.

    hazır modellemeler, aptallara göredir.

    aklı olan, kendi özgün modelini kendisi yapar.











































    pirtûk


    hayat tek bir kitap,

    herkesin aynı sayfadan farklı şeyler okuduğu.

    dur durak bilmem;

    ya bir şeyler üretirim, ya da beni öğütür zekam.









































    xemgînî


    hüzün, güze meftun; ben sana,

    meftunun gözleri nemli,

    gözleri nemli olanın kalbi hüzünlü.

    biz ayrı düştük düşeli;

    enerjisi yüksek gündüzler sana,

    melankolik, hüzünlü geceler bana düştü.











































    rojhilat û rojava 


    boşlukları kovaladım içimde, köşe bucak.

    yüreğimin duvarlarında yankılandı ayak seslerim.

    bu kaçıncı bayram arifesi, yalnız geçen?

    şark'ta sen bensiz, garp'ta ben sensiz.











































    çareserî


    bazen çok büyük müşküllerin, 

    çok küçük çözümleri vardır;

    lakin o küçük çözümlere ulaşmak için de 

    büyük taşıma kapasitesine sahip olmak lazım.









































    sibe


    o kadar uzun süre düşündüm ki,

    günü yedim; 

    çalışmaya yetmedi zaman.

    gecenin sakinliğinde daldım tefekküre;

    ibadete sıra gelmedi, 

    yine yarına kaldı bu vakte ait olan.











































    bipeyive


    ne konuştuğun çok da önemli değil,

    sen konuş;

    şiir gibi dinlerim.

    ben sana şair, sen bana şiir sevgili.








































    li pey hev 


    mahcubiyetin dışavurumuydu,

    ardı sıra cevap almayı beklemeden konuşman.

    susmak düştü bana;

    konuşsam ne olacaktı ki sanki?

    kabul ettim her şeyi, deniz gibi.

    senden kaynaklı her kusur,

    kayboldu kalbimin derinliklerinde.











































    zarîf 


    bilmiyorum, hangi coğrafyada,

    hangi kitabın sayfalarını karıştırıyor zarif parmakların.

    kurduğum düşlerin öznesi sensin,

    kalbinin sahipliği bana kapalı olsa da.











































    çol 


    hayat bir çöl gibi benim için;

    yönümü kaybetmişim.

    her kum tepesi diğerine benziyor;

    çıkış yolum hangi tepenin neresinden geçiyor?










































    xerîb


    garip bir yaratık insan;

    çoğunlukla kendine uzak meseleleri,

    kendinden kaçmak için kendine dert edinir.

    kendi derdini dert edinse,

    kaçmak için bir nedeni kalmayacak.










































    vegerı 


    arasan, ne konuşacağız ki?

    telefonun iki ucunda sessizlik oyunu...

    dön artık.

    seninle sadece iki ay,

    unutturur bana yaşadığım her şeyi.











































    dîtin


    nasılım biliyor musun?

    dalgın ve düşünceli,

    uzaklara bakıyor gözlerim,

    gelecekte yaşayacağımız şeyleri görmek için.









































    du nifş


    biri genç, diğeri ihtiyar; iki jenerasyon aynı odada.

    “kimin kimsen yok mu?” diye sorar gencin bakışları, yaşlının haline acıyarak.

    “benim de başıma gelir mi acaba?” diye,

    sefaletin sebebini öğrenmek ister; dili varmaz sormaya.

    “sende gençliğimi gördüm,” der ihtiyar.

    “bende sende gördüm kendimi,” diyemez, boğazı düğümlenirken başı önüne düşer gencin.










































    belengaz


    yoksulların, ülke bekası gibi dertleri yoktur.

    derdi yoksulluk olanın, beka sahibi ülkesi yoktur.

    bir toplumda vasat zekalar, kurnaz tipler ile ahlaksızlar itibar görüyorsa,

    o toplum fukaralığı kendi isteğiyle kader edinmiştir.

    onlar değişmediği müddetçe, yaşadıkları sefalet de değişmeyecektir.












































    lê nelê


    oysa ben kendi parçama,

    sen kendi vatanına özlem duydun.

    bu tutkulu özlemlerin adına aşk dendi.











































    parêzkar


    muhafazakârlık bile değil, 

    çok ama çok daha geri kalmışlık benimkisi.

    kırklı yaşlardayken hâlâ sezen dinlerim;

    doksanlara ait, sevgiye dair bütün hislerim.










































    niha


    sahici cümleler kurdum hayata dokunup beni yoran.

    bulutsuz havada göremem güneşi;

    yüreğime çöken hüzün sisi engeldir bana.

    yazınca sana doğru akıyorum,

    susunca kendime kalıyorum şu sıralar.










































    zivistana reş


    nereden bilebilirdim sevdiğim kişinin

    içimdeki aşkın tetikçisi olabileceğini?

    ölü tabiat gibiydim;

    bana baharı sen getirdin,

    lâkin giderken kara kışa terk ettin beni.











































    pêk tîne


    senkronize icra eder insanlık âlemi sanatı;

    renk renk, dalga dalga.

    birinden boşalan alanda diğeri başlar icraata;

    ne iyisi ne de kötüsü biter, her doğum birini ölüme iter.











































    binivîse


    bırak konuşmayı; yaz.

    kabiliyeti olan, metinden gelsin, kendisi alsın.

    incilerle domuz boyunlarını süsleme;

    değerli olan ancak değerlide kalsın.










































    textor


    yavaş yavaş ıslanırım çiseleyen yağmurda;

    dostoyevski'nin dünyasına götürür beni, gökyüzünü kaplamış kurşuni bulutlar.

    hastalandım yine bir mevsim geçişinde.

    ilaçlar işe yaramaz;

    ilaca değil, sevgiye ihtiyacım var benim doktor.










































    bêhn


    belki de, yaşanmamış yığınla şeyin sonucudur, içimdeki öfke.  

    ne olurdu, nefes aldığım gibi,  

    derin derin yaşasaydım hayal ettiğim her şeyi?  

    koku skalasındaki çeşni başımı döndürdü.  

    halbuki ben sadece seni özlüyorum.













































    dibe ku


    belki de sendeki kusurun izdüşümüdür,

    beni şiddetle kınamana neden olan.












































    kirêt


    batınca kire, kıymete biner temizlik.

    kirli olmayan, kıymet bilmez;

    kıymet bilen de, temiz değildir artık.










































    dewlemend


    zengin hayaller, zengin kelimelere ihtiyaç duyar.

    kelime dağarcığı sınırlı olanın, 

    varsa bir zenginliği, onu dahi dışarı taşıyamaz.

    öncekini bilmeyen, yenisinin hayalini dahi kuramaz; 

    hayali kurulamayanın kendisi söz konusu olamaz.










































    ber xwe dan


    hem uykusuz olup, hem de uykuya direnmek,

    saçma bir çaba gibi gözükse de,

    bu saçmalığı besleyen o kadar çok şey var ki,

    gerekçeleri sıraya sokmaya kalksam, 

    hiç uyumamam gerekebilir.







































    bihêle


    savruldu, kendime ait olan inanç;

    olduğum yerde, yerden yere vurdu beni.

    kanmak için çalıştığım şey,

    sadece bana gözüken bir serap imiş.

    azad et beni,

    bırak gideyim;

    burada aynı kalmayı göze alamam.

    belki de gideceğim yol terbiye eder beni.











































    ji bîr kirin


    zamanla unutmak olmasa,

    yaşanmaz bu hayat.

    sürgit haksızlığa maruz kalan insan çıldırır,

    allah inancı olmasa.








































    civak


    yalnızlık düzeyinde bireysellik,

    insanı kendine yaklaştırsa da 

    insanın kendini bulmasının önündeki bir engele de dönüşebilir.

    aynı oranda,

    toplum da insanın kendisiyle arasına giren bir engele dönüşebilir iken;

    toplum içinde yaşanması muhtemel etkileşim,

    insanı kendisine hızlıca ulaştıran yegane aracı da olabilir.











































    mifte


    keşke bir anahtar olsa,

    kendimden kaçıp uykuya dalmama yarayan;

    küçük ölüm olan uykuda geçse kalan ömrüm,

    sadece ölmek için bir daha uyansam.




    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.