benim yerim yoktu senin kalbinde
sen kendinden iğrenirdin
kendi kendini tüketirdin
hiçbir şeyin anlamı olmadığını
ve aslında her şeye bir anlam yüklemek gerektiğini
havanın her zaman ılık olması
gecenin daha uzun olması
zamanın daha yavaş akması
gerektiğinide söylerdin.
beni yokuş çıkarttığın yolun başkalarına düz yol oluşu, adalet kavramının varlığını sorgulatırdı bana.
Ben senden öğrendim
soğuk bir savaşın
insanın ruhunu da
ısıtmadığını.
Coğrafyaya inanmazdın, kadere de.
Ama edebiyatı çok severdin, hele ki söz konusu kitaplarsa.
bir satırlık için saatlerce dil dökebilirdin.
Çok çay içiyordun, doyumsuz gibi çay içiyordun.
Sabah, öğle ve akşam, daha çok gece.
Sana sorduğum her soru bir noktada cevapsız kalmayı her zaman başarıyordu.
Bir evren yaratıp ikimizi orada canlandırmak delice bir fikir değildi ve ben sana takıntılı bi manyak değildim.
Kibirin ve ukalalığın bunu her zaman böyle yorumladı. Ve sende buna inandın.
Gözlerinin içine her baktığımda
inanılmaz bir korku ve saf sevgi bir arada.
Ayaküstü söylediğin her yalanın ardındaki gerçeği bilerek zihnimde yankılanan kahkahalarım.
Sanırım en çok bu konuda beni güldürmeyi başarıyordun.
Müzik hayatında kısa bir dönem yoktu, yerinde olsam kafayı yerdim.
Ama sen sanırım
kafanın içinde bir kaç gitar teline dokunuyor, nefesin yettiğince saksafon çalıyor, parmaklarının ucunda ki beyaz tuşlara basıyor, en şiddetli halinle baget vuruyordun.
Belki sende çok sıkılıyordun
hatta bazen
bir kibrit çakıp odandaki perdeyi ateşe vermek istiyordun.
Baskı sana göre değildi, boyun eğmeyi sevmiyordun
Yatakodasında bacaklarımın arasına gömülene kadar.
Her zaman bir kelebek koleksiyonundan bahsediyordun
sefil ruhunla ancak bu kadar acımasız eylemlerde bulunabilirdin.
Politika senin kalbine çok yakın bir yerde yaşıyordu.
Belirli bir Tanrın yoktu.
Belirli olan hiçbir şeyin yoktu aslında.
Keskin çizgileri olan biri olamadın hiçbir zaman.
Hayal dünyanda perilerden daha çok askerler vardı ve ellerinde pamuk şekerlerden daha çok silahlar.
Her rüyanda kendini öldürüyor, gözlerini açıp yatağında doğrulduğun her gün, değişik ve belli belirsiz bir küfür savurarak başlıyordun güne.
Bu halinde güldürüyordu beni.
Vücudunu seviyordun ve hatta sırf sevişirken, yatağında ki insanlara sana övgüler ve iltifatlar yağdırmaları için onları beyaz çarşaflar ve ıslak saçların arasında manipüle ediyordun.
Öpüşürken çok çekici oluyordun.
Sevişirken çok acımasız oluyordun.
Kalp kırarken, göz yaşının ne demek olduğunu unutuyordun.
Buğday tenin..
Kıvrımlı belin ve uzun kolların
Beyaz gömleğin
Baharatlı parfümün
Zarif parmakların ve
Çimen gözlerin.
Ucu bucağı yok senin olduğun bir evrenin.
Tarifi yok, senden bu kadar nefret ederken bile sana aşık olarak öleceğimin.
Kalbimi avuçlarının içine bırakıp, yokuş aşağı koşarak bir kuş gibi göğe havalanmak.
İşte odandaki yatakta uzanmış, tavanı izleyerek bütün bunları düşünüyor, ve yarattığımız evrende seni düşleyerek, kendimi de var etmeye çalışıyordum.
Bu savaşın asıl kaybedeni sendin, ama ben kazanmana o kadar alıştım ki, ellerimin arasında ki altın kupayı da uzatarak sana verdim.
Yorum Bırakın