Edebiyat Dünyasının Kırık Kalbi Sylvia Plath: Mutlu Sonlar İçin Yazılmayan Hayat

Edebiyat Dünyasının Kırık Kalbi Sylvia Plath: Mutlu Sonlar İçin Yazılmayan Hayat
  • 5
    0
    0
    1
  • Bazı hayatlar vardır; şiir gibi derin, ama her dizesinde bir acının yankılandığı... Sylvia Plath’in yaşamı da tam olarak böyleydi: Trajediyle beslenen bir dahilik, umut ve umutsuzluk arasında gidip gelen bir yolculuk.

    Boston’da başlayıp Londra’da sona eren bu hikaye, bir şairin iç dünyasında kopan fırtınaları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Plath, hayata bir armağan gibi sunduğu eserleriyle, insan ruhunun en karanlık köşelerine dokundu. Ancak, bu eşsiz yetenek ve yaratıcı güç, onun için bir kurtuluş olamadı.


    Bir Dahiliğin İlk Kıvılcımları

    Sylvia Plath, 27 Ekim 1932’de Boston’da dünyaya geldi. Babası Otto Plath, Almanya’dan ABD’ye göç etmiş bir profesör, annesi Aurelia Schober ise şiir ve sanatla yakından ilgilenen bir öğretmendi. Ailesinin akademik altyapısı, Sylvia’nın erken yaşta yarattığı disiplinli kimliğine önemli bir katkı sağladı.

    Ancak, Sylvia’nın çocukluk dönemi çok da huzurlu geçmedi. Babası Otto’nun 1940 yılında diyabet komplikasyonları nedeniyle hayatını kaybetmesi, onun yaşıtlarından daha erken bir şekilde hayatın zorluklarıyla yüzleşmesine neden oldu. Babasının ölümü, hem şiirlerinde hem de psikolojisinde derin izler bırakacaktı. Sylvia, ilerleyen yıllarda babasına olan kırgınlığını ve sevgisini “Daddy” şiiriyle dışa vurdu. Şiir, yalnızca bir baba figürünü değil, aynı zamanda erkek egemen bir dünyaya duyulan öfkeyi de simgeliyordu.

    Küçük Bir Yıldızdan Parlayan Bir Şaire

    Sylvia, babasının ölümünün ardından sanatı bir kaçış yolu olarak kullanmaya başladı. Henüz sekiz yaşındayken yazdığı şiirleri yerel dergilerde yayınlanmaya başlamıştı. Akademik anlamda da başarılı bir öğrenci olan Plath, 1950’de Smith Koleji’ni kazanarak büyük bir adım attı.

    Smith Koleji’ndeki başarılarına rağmen, Sylvia’nın içsel dünyası hep karmaşık kaldı. Mükemmeliyetçiliği, onu daha fazlası için zorladıkça, zihinsel sağlığı yıpranıyordu. 1953 yılında bir dönüm noktası yaşandı: Mademoiselle dergisinde staj yaparken, şiirlerinin reddedildiği hissine kapılarak ilk intihar girişiminde bulundu. Bu deneyim, hem bireysel hikayesini hem de edebi eserlerini şekillendirdi. Sylvia bu olaydan sonra bir psikiyatri kliniğinde tedavi gördü ve bipolar bozukluk tanısı aldı.


    İngiltere’de Bir Aşk Hikayesi

    Plath, tedavi süreci tamamlandıktan sonra öğrenimine devam etti ve Fulbright bursuyla Cambridge Üniversitesi’ne kabul edildi. Burada, hayatını tamamen değiştiren bir karşılaşma yaşandı: Şair Ted Hughes. İkilinin fırtınalı aşkı 1956’da evlilikle taçlandı. Ancak bu ıraksaklıklarla dolu bir yolculuktu. Ted Hughes’un sadakatsizliği ve Sylvia’nın artan depresyonu, ilişkilerinin zeminini sarsıyordu.

    Sylvia, evliliğinden doğan çocuklarıyla birlikte mutlu bir aile tablosu çizmeye çalışsa da, Ted Hughes’un bir başka kadınla yaşadığı ilişki bu hayalleri paramparça etti. Ayrılık, Plath’in ruhsal durumunu daha da derin bir çıkmaza soktu. Ancak, bu sancılı dönem, edebi anlamda en verimli dönemlerinden biriydi. “The Bell Jar” adlı otobiyografik romanını yayınladı ve bu eserle içsel savaşını gözler önüne serdi.


    Sessizliğe Karışış

    1963 yılının kış ayları, Sylvia Plath için dayanılmaz bir hal aldı. Londra’daki evinde çocuklarıyla birlikte yalnız bir hayat sürerken, psikolojik yıkımı giderek artıyordu. 

    11 Şubat sabahı, bir şair olarak geride büyük bir miras bırakırken, kısa ama unutulmaz bir hayata veda etti. Bu sabahı Yazı Kıtası, "Bir Vaka Olarak Sylvia Plath" yazısında şöyle anlatıyor:

    "11 Şubat 1963 günü sabah erkenden, Sylvia çocuk odasına sandviçler ve iki bardak süt getirdi, daire koridoruna ‘’eve doktor çağırın’’ yazılı bir not bıraktıktan sonra mutfağa kendini kilitledi. Pencere etrafındaki çatlakları ve açık alanları ıslak havlularla kapattı, bir düzine uyku hapı içti ve başını fırının içine sokarak gazı açtı. Doktorun tavsiyesiyle çocuklara bakması için tuttuğu kadın birkaç saat sonra onu ölmüş hâlde buldu. 


    Öldüğünde 30 yaşındaydı." 

     

    Plath’in hikayesi, trajedinin sanatla harmanlandığı nadir bir örnek olarak edebiyat dünyasındaki yerini koruyor. Onun eserleri, sadece kendi döneminde değil, bugün de insan ruhunun karmaşıklığını anlamaya çalışanlar için bir rehber niteliğinde. Sylvia Plath, mutlu sonlar için yazılmamış bir hayata sahip olsa da, kalemiyle edebiyat dünyasına sonsuz bir armağan bıraktı.


    Kaynak: 1-2-3-4-5.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.