Savaş edebiyatının, başka bir ifadeyle; Almanya' da İkinci Dünya Savaş'ından sonra ortaya çıkan "Yıkım Edebiyatı"nın güçlü kalemlerinden Wolfgang Borchert, Almanya'da cepheye gönderilen ve savaşın acımasızlığına bizzat şahit olan şair, oyun ve öykü yazarı. Yirmi altı yıllık ömründe cephede geçen o üç yılda gördükleri, duydukları ve yaşadıklarının sarsıcı etkisiyle, savaşa ve savaşın yarattığı yıkıma dair aynı sarsıcılığı, aynı etkileyiciliği yansıtmış satırlarına.
Savaşa gönderilmeden önce de savaşa karşı olan Borchert, her daim savaşın, katliamın, Nazizm'in karşısında yer almış ve hastalıkla geçen son yıllarında, acı çeken yorgun ruhuyla savaş karşıtı güçlü bir duruş ortaya koyan eserler kaleme almıştır. Yazarın her kitabında göreceğiniz bu güçlü duruş, "HAYIR DE!" adlı bu muhteşem manifestosunda da karşılık bulmuş ve o dehşeti bizzat yaşayan duyarlı ruhu, savaşın kötülüğünü haykırmakla kalmamış, bizleri de bu güçlü duruşa davet etmiştir.
Bu tüyler ürperten muhteşem manifestonun her bir kelimesi, her bir cümlesi başlı başına sarsıcı bir etkiye sahipken, Genco Erkal'in etkileyici sesiyle buluşunca da hissettiğim tüm duygular, inanılmaz bir yoğunlukla içimde yankılandı. Bu seslendirmeyi dinleyince siz ne hissedersiniz bilmiyorum ama ben çok sevdiğim o videoyu bu başlıkta paylaşmadan edemezdim.
Genco Erkal'in harika seslendirmesiyle dinleyeceğiniz o videoyu içeriğimin son kısmında paylaşıyor olacağım.
Hayır De!/ Wolfgang Borchert
HAYIR de!
Sen, makinenin başındaki adam, atölyedeki adam. Yarın sana su boruları ve yemek kapları yapmayı bırakıp, miğferler ve mitralyözler yapmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, tezgâhın ardındaki kız, bürodaki kız.
Yarın sana el bombalarını doldurmanı ve keskin nişancı tüfeklerine dürbün takmanı emrederlerse, yapcağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, fabrika sahibi. Yarın sana talk pudrası ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, laboratuvardaki araştırmacı. Yarın sana eski yaşamı yok edecek yeni bir ölüm keşfetmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, odasındaki şair. Yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp, nefret şarkıları söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, hastasının başındaki hekim. Yarın sana cepheye yollanacaklar için sağlam raporu yazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, kürsüdeki rahip. Yarın sana cinayeti kutsamanı ve savaşa övgüler yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, gemideki kaptan. Yarın sana buğday taşımayı bırakıp, tank ve top taşımanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, havaalanındaki pilot. Yarın sana kentlerin tepesine yakıp yok eden bombalar yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, dikiş masası başındaki terzi. Yarın sana asker üniformaları dikmeye başlamanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, cübbesinin içindeki yargıç. Yarın sana askeri mahkemeye gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, tren istasyonundaki. Yarın sana cephane ve asker taşıyan trenlerin kalkması için sinyal vermeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, köyde ki. Sen, kentteki. Yarın askere alma belgeleriyle kapına dayanırlarsa, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!
Sen, Normandiya'daki ana, Ukrayna'daki ana.
Sen, San Francisco'daki ve Londra'daki ana. Sen, Sarı Irmak ve Mississippi kıyılarındaki ana. Sen, Nepal'deki ve Hamburg'daki, Kahire'deki ve Oslo'daki ana; yeryüzünün dört bir yöresindeki analar, dünyanın bütün anaları, yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak, yeni savaşlarda savaşacak çocuklar doğurmanızı emrederlerse, yapacağınız bir tek şey var:
HAYIR deyin!
Analar, HAYIR deyin!
Çünkü hayır demezseniz analar, hayır demezseniz eğer, işte o zaman, pus çökmüş gürültülü liman kentlerinde inildeyip duran koca gemiler suskunluğa bürünecekler ve su almış dev mamut kadavraları gibi, rıhtımların yosun ve midye bağlamış, ölgün, ıssız duvarları önünde miskin miskin yalpalayacaklar; daha önce ışıltılar saçan o görkemli gövdelerden, bir balık mezarlığı gibi, sayrı, ölü kokular yayılacak...
Tramvaylar, iç karartıcı, aynalı kuş kafesleri gibi eğrilip bükülecekler ve bombaların açtığı çukurlarla kaplı, yitik sokaklardaki damları delik deşik barakaların ardında, teller ve rayların şaşkın çelik iskeletlerinin yanı başında, patlamış taç yaprakları misali serilip kalacaklar...
Çamur rengi, ağır, kurşun gibi sessizlik ortalıkta kol gezecek; tüm oburluğuyla büyüyerek, okullara, üniversitelere, tiyatrolara, spor alanlarına, çocuk bahçelerine olanca ürkünçlüğü ve açgözlülüğüyle önlenemez biçimde çöreklenecek...
Bunların hepsi olacak...
Altın sarısı, sulu üzümler bakımsız yamaçlarda çürüyecek; pirinçler kıraç topraklarda kuruyacak; patatesler sürülmüş tarlalarda donacak; ölü sığırların kaskatı kesilmiş bacakları, baş aşağı çevrilmiş süt sağma tabureleri gibi göğe dikilecek...
Enstitülerde, büyük hekimlerin dâhice buluşları çürüyüp küflenecek...
Son un çuvalları, son çilek reçeli kavanozları, balkabakları ve vişne suları mutfaklarda, odalarda, kilerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda bozulup heba olacak; devrilmiş masaların altındaki, paramparça tabaklardaki ekmek küf bağlayacak, erimiş tereyağları arapsabunu gibi kokacak; tarlalardaki ekinler, paslanmış sabunların yanı başında bozguna uğramış bir ordu gibi boyunlarını bükecekler; fabrikaların çimen kaplı tüten bacaları un ufak olacak...
Sonra, deşilmiş bağırsakları ve zehirlenmiş ciğerleriyle son insan, ışıldayan güneşin ve yanıp sönen takımyıldızlarının altında bir başına dolanıp duracak; bir deri bir kemik kalmış, çılgına dönmüş son insan, uçsuz bucaksız mezarlar, dev beton blokların soğuk putları ve ıssız kentler arasında yalnız başına bir küfür gibi dolanırken, şu korkunç soruyu soracak: NEDEN?
Ve bu soru bozkırlarda hiç duyulmadan yitip gidecek, yıkıntılar arasında sürüklenip kiliselerin molozları arasında yok olacak, girilmez yeraltı sığınaklarına çarpıp parçalanacak...
Son hayvan-insanın hayvansı çığlığı hiç duyulmadan, hiç yanıtlanmadan kan göllerinde boğulacak...
Bunların hepsi olacak, yarın, belki bu gece,
eğer... eğer... eğer...
HAYIR demezseniz!
Genco Erkal'in Etkileyici Seslendirmesiyle; HAYIR DE!
Yazarın Türkçe'ye Çevrilen Diğer Kitapları;
•Kapıların Dışında
•Ama Fareler Uyurlar Geceleyin
•Fener, Gece ve Yıldızlar
•Bu Salı
•Üzgün Sardunyalar
Ayrıca;
Böylesine güzel bir ruhun kaleminden çıkan birbirinden kıymetli ve birbirinden etkileyici bu muhteşem eserleri dilimize kazandıran Behçet Necatigil ve Kâmuran Şipal'e çok teşekkür ediyorum.
Bugün, yani içeriğimi paylaştığım gün, yılın son günü. Dilerim, yeni yılda ve bundan sonrada savaş yerini barışa bıraksın. Dilerim, her insanın inancı, düşünceleri, hissettikleri, tercihleri, kararları, farklılıkları saygı görsün ve yaşama hakları istismar edilmesin. Sevgiler✨
Kaynak
Yordam Kitap
Youtube
Araştırma Siteleri
Yazarın görseli(Pinterest)
Paylaştığım görseller kitabın içinde yer alan, Tan Oral'ın çizimlerine ait görsellerdir.
Yorum Bırakın