'Yürüyebiliyorken yürüyeyim'
Bu cümle altında derin düşünceler yatan duyduktan sonra kilometrelerce yürümeme sebep olan bir cümle benim için. Tabiki buna sebep olan başka şeyler de vardı.
Bir sürü günlük kaygının arasında zamanın ne kadar hızlı geçtiğini, yaşlandığımızı anlamıyoruz. Belki hastanelerde, mezarlıklarda anladığımız nadir, kısacık anlar olsa da etkili olmuyor. Uzun zamandan sonra akraba ziyaretinde fark ettim. Özellikle yaşlı birinin gittikçe yaşlanmasına tanık olmak ürkütücü. Bize aslında kendi yaşlanmamıza da tanık olduğumuzu fark ettiriyor. Sonrasında aklında tek bir şey canlanıyor. 'Yürüyebiliyorken yürüyeyim. Gülebiliyorken güleyim. Yaşayabiliyorken yaşayayım.' Fakat bu hayatın adaletsizliği ve acımasızlığından dolayı o kadar kolay olmuyor. Aklıma şu şiir geliyor:
'Gülüp eğlenmeliydim.
Su gibi akmalıydım şu yaşımda.
Oysa ağır ağır düşünüyorum geleceği.
Kaç gecem daha böyle uykusuz geçecek?
Beni felaketler değil, düşünmek mahvedecek.'
Geçmişi özlemek öyle garip bir duygudur ki umuda, sevgiye, emeğe benzemez. Birini özlediğinizde ölüm yoksa kavuşabilirsiniz. Bir şey istediğinizde çabalayabilirsiniz. Fakat geçmiş hiçbir zaman tekrarlanmayacak anılar silsilesidir. Sadece özlersiniz. Öyle ki aynı kişiyi asla bulamazsın aynı kişide bile. Sonra bir gün fark edersin geçmişi değil, geçmişteki seni özlediğini. Ben hazırlık dönemimi değil, arkadaşlarımı değil; kafamın boş olduğu, hiçbir şeye endişelenmediğim o günleri özlüyorum. Bir daha hiçbir zaman öyle olamayacağım. Büyümenin kötü yanı da budur işte. Sorumluluklar, dertler, kaygılar yaşınla beraber artıyor. Fakat on yedi yaşındayken bunu öngörmek zor. Şu an o yaştan daha mutlu muyum? Evet. Fakat o yaşta tahmin ettiğim kadar mutlu değilim.
Kafamda dönen yüzlerce konu ve ben oradan oraya koşturuyorum sanki. Sadece ben böyle değilim. Çevremdeki herkes benle aynı kaygıları yaşıyor. Sadece hepimiz farklı zamanlarda farklı sebeplerle yaşıyoruz. Temelde hepsi aileden kaynaklanan ve bireyin kendi kendini iyileştirememesinden süregelen aynı sorunlar. Zamanla düzeliyoruz ya da uğraşmayı bırakıyoruz. Bu dönemlerde arkadaşlığın önemini tekrar anlıyorum. Çünkü az çok aynı dertlerle boğuşarak birbirimize yardım ediyoruz. Birbirimizin dertlerini sahipleniyoruz. Mutluluğunu paylaşıyoruz. Arkadaşlığın tanımı da bu olsa gerek. Sokağa adım attığında bile ölebildiğin bu ülkede birbirimize sahip çıkıyoruz. Onların ve sevdiğim diğer insanların güldüğünü görmek gerçek zenginlik olmalı. Bunu da babama kimse iş vermeyip taksiciliğe başladığında anladım. Sevdiği biriyle empati yapamayınca insan önemsemiyor. Aynı duyguyu arkadaşım güvensiz bir bölgeye göreve gittiğinde yaşamıştım. Aslında hepimiz birilerinin canından çok sevdiğiyiz. O zaman bu cinayetler, can yakmalar, kan davalar, ihanetler niye? Benliğimize göre büsbüyük olan bu dünyaya sığamayışımız niye?
Yorum Bırakın