Kahvaltı sofrasında çocukluğun güzel ve çarpıcı anılarını anmak kadar huzurlu olabiliyor hayat. Lokmalarım sıklaşıyor. Çocukluğumun akla ilk gelen maceraları, yerini buruk anılara bırakıyor. Detaylarda gizlediğimiz kırgınlıklar.. (belki kendimizden sakınıyoruzdur) Çocukken ilk kalp kırıklığımızı muhakkak unutuyoruz. Ya da öylesine koruyoruz ki onu ilk sandıklarımıza koyuyoruz. Büyüdükçe sandığa kaldırmak huy oluyor bizde. Gençlik yıllarımızda. Ruhumun güneş almayan tarafı kiler görevini üstleniyor. Hiç uğramadığım, fakat kullanışlı her eve gereken. Bir gün bir masada ansızın o sandığı hatırlatacak kelimeyi duyunca anımsıyoruz. Şaşırıyoruz da bilhassa kendimize. Öyle serseri yaşamışız. Öyle korkusuz.
Peynirden bir parça alıyorum. Yumuşakça ve beyaz. Boğazımda yumrular. Hatıralar sıkışıyor soluk boruma. Anımsadıkça utanıyorum o çocuktan. Neden unuttuğumu açıklayamıyorum çünkü. Nasıl büyüdüğünü unuttuğumu açıklayamıyorum. Olduğu kişiye hangi yollardan geldi açıklayamıyorum. Tüm servetim elimde. Anımsamak. Kirazı atarken ağazıma keşfettiğim içsel bir oyun. Gülümserken burkulmak. Özür diliyorum çocuktan. Geçmişe dair anılara biçim vermek kolay gelir. Oysa derinler arşınlandıkça hayret kaçırtır insanı. Gördün mü? İnan bilmiyorum. Susmanı istiyorum sadece. Senin haddin değil o anıları biçemlemek. Sen değilsin o burukluğu taşıyan göğüsünde. Top oynarken, sıcak sütün buharı yanaklarını yakarken. Özür diliyorum beyaz kurdelalı kız çocuğundan. Gözleri duvara dalmış. Gözyaşları içine damlıyor. Kendinden habersiz. Bir yudum daha alıyor. Kabulleniyor. Hiç beyaz kurdelası olmadı ki.
Yorum Bırakın