Advertisement
Advertisement

Oğuz Atay Evrenine İlk Adım: Korkuyu Beklerken

Oğuz Atay Evrenine İlk Adım: Korkuyu Beklerken
  • 4
    0
    0
    0
  •  
    O gün geldi çattı! Oğuz Atay evrenine ilk adım attığım gün. Büyük bir heyecanla, ne zamandır tanışmayı beklediğim biriyle tanışıyor olmanın coşkusuyla başladım bu kitabı okumaya. Daha ilk satırlardan da anladım bu ilk adımın son adım olmayacağını, yazar ile daha, uzun yürüyüşler yapacağımızı. Oğuz Atay evrenine attığım bu ilk adımın Korkuyu Beklerken olmasınınsa iki nedeni var. İlki; çok sevdiğim yazar Nihan Kaya'nın atölyelerinde bahsettiği kitaplardan biri olması, ikincisi ise; bir süredir yoğun korku ve kaygı ile yaşayan biri olduğumdan, korkunun, kaygının ne olduğunu, nasıl olduğunu, nasıl işlediğini, Oğuz Atay'ın korkuyu nasıl tasvir ettiğini merak etmem. Haliyle, içerisinde sekiz öykü bulunan bu kitabı okurken en merak ettiğim öykü oldu Korkuyu Beklerken.
     
     
     
     
    Kendisi bu sekiz öykünün arasından favorilerimden biri ve korkuya dair aradığım şeyi bulduğumu söyleyebilirim. Karakterin evine gelen bir mektupla uyanan korkusunun hayatını nasıl değiştirdiğini, korkunun insan zihnini, yaşayışını nasıl etkilediğini çok iyi (yazarı değerlendirmek haddim olmayarak) bir şekilde yansıtmış Oğuz Atay. Öyle ki, korkunun tasvir edildiği bu öyküde karakterin yaşadıkları bana çok tanıdık geldi. İkimizin korkuları farklı olsada korkunun işleyişi aynı. Bir kere zihninizi sardı mı o düşünceler, korktuğunuz şeyin başınıza gelip gelmemesi önemli değil, o düşüncelerin bir ihtimal dahilinde bile olması yeter o korkuya kapılmak için. Bu ihtimallere karşılık hiçbir şey yapamaz duruma gelirsiniz, evden çıkamazsınız aylar boyunca, bütün gün o ihtimalleri düşünür durursunuz. O şüphe içinizi kemirir durur. Bütün ihtiyaçlarınızı karşılayamaz, hayat fonksiyonlarınızı yavaş yavaş yitirir hale gelirsiniz. Çünkü o ihtimaller hep oradadır ve sürekli size göz kırparlar, kendilerini hatırlatır, varlıklarını öyle bir hissettirirler ki nefes alamayacak hale gelirsiniz. Sizi o ihtimallere götürecek ne varsa tek tek feragat edersiniz her şeyden; yemekten, içmekten, iletişimden, kendinize bakmaktan... Tıpkı kitapta geçen o cümlelerdeki gibi:"Ben, çiçeklere bakmasını bilmediğim gibi, kendime de bakmasını bilmiyorum." O ihtimalleri alırsınız ve kendinizin üstüne koyarsınız. En üstte onlar var artık. Dengeler altüst oldu bir kere. Kim üstte kim altta olacaktı, ben mi, korkum mu? İşte Korkuyu Beklerken de, korkunun, işleri nasıl böyle bir karmaşaya sürüklediğinin hikayesi...
     
     
    Kitaptan bir diğer favori öyküm ise, kitabın da ilk hikayesi olan Beyaz Mantolu Adam. Oğuz Atay bu öykü de farklı olana, yeni olana, toplumun nasıl baktığını anlatıyor. Buradaki toplum, Türk toplumu ve bilirsiniz ki toplumumuz farklı olana hiç güzel gözlerle bakmadı. O bakışlar hep yargı dolu, alaycı, dışlayıcı, aşağılayıcı ve sertti ne yazık ki. Öykünün kendisi en iyi örneklerden biridir bu söylemlerime. Beyaz bir mantoyu "sadece kadınların giyebileceği" kuralını koyan toplum, o beyaz mantoyu bir erkeğin üzerinde gördüğü an hemen çeviriyordu o sert bakışlarını; dışlamaya, yargılamaya, dalga geçmeye hazır ve nazır bir şekilde. Toplumun böylesine sert davrandığı, anlamadığı, anlaşılmayan insanları da -kitapta olduğu gibi- bekleyen şey; yalnızlık. Yalnızlık denildi mi de şaşmayan o adres Oğuz Atay kitapları elbette. Bunu diğer kitaplarını okumadan da rahatlıkla söyleyebiliyorum çünkü, sadece bu kitabındaki o cümleler bile Atay'ın ruhunda duyduğu o derin yalnızlığı haykırıyor. Hem, birçoğumuz gibi ben de Tutunamayanlar'ın o meşhur alıntılarından, Selim Işık'ın acı çeken ruhunun intiharından tanıyorum bu yalnızlığı.
     
    Yalnızlık, Oğuz Atay kitaplarının ve edebiyatın önemli bir unsuru hiç kuşkusuz. İçe dönüşün birincil noktalarından olan yalnızlığı hangi yazar, hangi şair, hangi sanatçı hissetmemiştir ki ruhunda... Tüm bu unutulmaz eserlerde yalnızlığın payını yadsıyabilir miyiz? Oğuz Atay ile beraber, okuduğum çoğu yazar ve şair için rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki; ben, baktığım yerden, yalnızlığa büyük bir dilim düştüğünü görüyorum bu pastadan.
     
     
    Bu kitaba ve Atay'a dair çok sevdiğim şeylerden biri; yazarın kendine özgü üslubu ve dili ustalıkla, hatta oynayarak kullanması. Bunu noktalama işaretlerine kadar yapıyor üstelik. Bunu da kendine özgü o ironi ve kara mizah yoluyla yapıyor Atay. Okur olarak bundan çok keyif aldım ve hem büyük bir merak ve heyecanla diğer kitaplarını da okumak isterken, hem de, Oğuz Atay'ın bu kadar bilinmesinin boşuna olmadığını anladım.
     
    Atay'ın ustalıkla yaptığı şeyler bunlarla sınırlı değil elbette. Kitabın ön sözünde bahsedildiği gibi karakterleri üzerinden türk toplumunu ele alması, karakterleri okudukça toplumumuzun katman katman ortaya çıkması, bu ustalığın eserleri. Bunu bu kitaptaki her öyküde muhakkak görebilirsiniz, çünkü, bana öyle geliyor ki; Atay, toplumla derdi olan birisi. Toplumdaki yerleşik normlar ile ilgili hoşlanmadığı, rahatsız olduğu şeyler var. (çok haklı olarak). Toplumun evlilik ve aile beklentisi mesela, toplumun farklı olana bakışı mesela, ya da kitaptaki Tahta At isimli hikayede olduğu gibi; bir başkaldırı, bir isyan üzerinden halk ve devlet ile ilişkiler, sonra, kitaptaki Babama Mektup isimli hikaye ile; anne baba ilişkilerindeki beklentiler ve kendi benliğin arasındaki gel gitler mesela. Bu hikayelerin tümünde, oluşturduğu karakterler üzerinden toplumumuza dair birçok şeyi tek tek ortaya koyuyor usta yazar. Her biri topluma, kültüre dair çok önemli şeyler söylüyor bir anlamda.
     
    Kitaba ve Oğuz Atay evrenine dair daha kapsamlı ifadeler bulabileceğiniz, sözünü etmeden geçemeyeceğim, Oğuz Demiralp'in kaleminden çıkan, kitabın ön sözü de çok güzeldi. Kitabı ve Atay'ı daha iyi anlayabilmek için harika bir ön söz, okumadan geçmeyin derim.
     
     İlk adımımı attığım bu evrende yolculuğuma, adımlamaya devam edeceğim, Oğuz Atay ile yürüyormuşuz, yürürken konuşuyormuşuz gibi. Tıpkı kendisinin de kitabın sonundaki; "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" ifadelerindeki bekleyişi gibi. Daha ne isterim!
     
     
    Sevgiler✨
     
     
     
     
     
    •Kitap kapağı dışındaki diğer iki renkli resim Kafa Dergisinin Haziran 2017, 34. sayısına aittir.
     
     
     

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.