Bugün, benim adıma çok özel bir röportaj ile birlikteyiz, Dijital içerik üreticiliği hayatıma attığım ilk adımda, bundan yaklaşık 6 yıl önce ilk röportajımı Sevgili Cengiz Tural ile yapmıştım, aradan geçen 6 yıldan sonra bugün tekrar Cengiz abi ile birlikteyim. Genelde tüm röportajlarımda konuklarım ile belirli bir çizgiden iletişim kurdum ancak Cengiz abi konuk değil artık ev sahibi. Bu nedenle duygularım tarifsiz. İlham veren ve yol gösteren bir ismi ağırlıyoruz: Kendisi, sadece bir müzisyen değil; sanatıyla, duruşuyla ve gençlere olan katkılarıyla bizlere örnek olan bir sanatçı.
Cengiz Tural'ı tanımayan, daha önce dinlememiş olan okurlarımız için kısa bir bilgilendirme yapmak istiyorum, 1984 yılında dünyaya geldi. Müzik yolculuğuna 1999 yılında Arıkan Sırakaya ve Selami Sevinç'ten aldığı derslerle başladı ve dört yıl boyunca eğitimine devam etti. 2002 yılından itibaren profesyonel müzik kariyerine adım attı ve o günden beri sahnelerdeki enerjisiyle adından söz ettirdi.
Müzik dünyasında kazandığı saygınlığın yanı sıra, "O Ses Türkiye" programında Tarık Sezer Orkestrası'nda davul çalmasıyla da tanınır. Üretimleri ile de dikkat çeken Cengiz Tural, 2017 yılında ilk teklisi olan ''Nootropic'' i dinleyicisi ile buluşturdu. Aradan geçen 4 yılın ardından, takvimler 2021'i ve takibinde 2022'yi gösterdiğinde sırasıyla ''Ka-tet'' ve ''Decoherence'' EP'leri ile üretimlerini dinleyicisi ile buluşturmaya devam etti. Ayrıca, genç yeteneklerin gelişimine katkıda bulunmak için çeşitli atölye çalışmaları ve seminerler düzenlemektedir.
Kendisinin de ifade ettiği gibi, müzik onun için bir tutku ve yaşam biçimi. Bu tutkusunu, gençlerle paylaşarak onların hayatlarına dokunmak ve ilham vermek en büyük arzularından biri. Onun müziği, sadece notalardan ibaret değil; bir yaşam felsefesi, bir yol gösterici.
Cengiz Tural, benim için sadece bir idol değil; bu yola çıkmamda en büyük etken ve ilham kaynağı. Onun müziğiyle büyüdüm, onun sahnesindeki enerjisiyle motive oldum. Bugün burada, onunla aynı ortamda olmak ve onunla bu sohbeti gerçekleştirmek benim için tarifsiz bir mutluluk.
Ancak bugün Sevgili Cengiz Tural ile kariyer yolculuğundan ziyade biraz gündeme ve gençliğe dair konuşacağız. Kısa bir not olarak Cengiz Tural'ın kariyer yolculuğunu merak eden okurlarımız için röportajın sonuna birlikte yaptığımız ilk röportaj dahil olmak üzere, bugüne kadar Cengiz Tural'ın katıldığı tüm söyleşi programlarının linkini bırakacağım, ilgili içerikler üzerinden Cengiz Tural'ın kariyer yolculuğu hakkında da bilgi sahibi olabilirsiniz. Bugün konuşmamız gereken hayati konular var...
Biz bugün genel olarak son dönemde ülkemizin başındaki kara bulutlardan, dertleri sadece haklarını aramak olan insanların ve pek tabii gençlerin karşı karşıya kaldığı akıl almaz zorbalıkları ve haksızlıkları konuşacağız. Cengiz abinin fikirlerini merak etmemdeki en büyük etkenlerden birisi ise, kendisi sadece ortalık karışıkken değil her daim ülkenin dertleri hakkında hayatının hiç bir döneminde çekinmeden, sıkılmadan, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yapması gerektiği gibi konuştu, anlattı, anlatıyor. Sözü daha fazla uzatmadan sizi keyifli ve bilinçlendirici sohbetimiz ile baş başa bırakmak istiyorum. Unutmayınız, sadece düşündükleriniz ile değil, konuştuklarınız ve susmadıklarınız ile de var olursunuz. Keyifli okumalar..
1. Abi öncelikle hoş geldin. Burada seninle 6 yıl sonra tekrar bir sohbette bir araya gelmek tarifsiz bir duygu. Beni hiç bir zaman kırmadığın ve hep destek verdiğin için çok teşekkür ederim. Yazımın başında da belirttiğim gibi sen ev sahibisin. Nereden nasıl başlanır bilinmez ancak bugün seninle biraz gündem ve gençler hakkında konuşmak istiyorum, araya seninle ilgili merak ettiğim bir kaç soruyu da sıkıştıracağım mazur gör lütfen. Seninle yaptığımız ilk sohbetimizde, hakkında her şeyi konuştuk aslında, tekrara düşmemek adına bugün daha hayati konulara değinmek istiyorum. Türkiye'nin en saygın müzisyenlerinden biri olarak, müziğinizle yıllardır bizlere ilham veriyorsun. Son dönemde ülkemizde yaşanan olaylar, özellikle gençlerin protestoları ve karşılaştıkları zorluklar hakkında neler düşünüyorsun? Genel bir giriş yapmış olalım böylelikle.
“Bütün bu olaylarda bana kalırsa tek masum olan şey, gençlerin tepkisiydi. Herkes çok şey bekliyordu ya da tam tersi, hiçbir şey olmaz diye düşünenler de vardı, özellikle sizin kuşakta. Ama zaten Z kuşağının en büyük sorunu itaat. Şimdi arkadaşlara ateş etmek istemem ama otoriteyle, statükoyla ciddi bir itaat sorununuz var. O yüzden böyle bir şeyin olacağını tahmin etmiştim.
Karşı karşıya kaldıkları güçlükler, fırsat eşitsizliği, eğitimin tamamen paralı hale gelmesi gibi şeyler bu isyanı da kaçınılmaz kıldı. Ama bunun ötesinde bir toplumsal hareket de vardı. İşin açıkçası, olaylara biraz sosyolojik açıdan da bakmak gerek. Elbette ben bir bilirkişi değilim ama gençliğin zaten bu ‘challenge’lara ve akımlara eğilimli olduğu baştan belliydi. Nitekim düşündüğüm gibi oldu. Yine de iyi direnildi. O yüzden tebrik ediyorum.”
“Karşılaşılan zorluklar konusunda... Aslında her neslin yaşadığı sıkıntılar var. Biz de iki tane ciddi ekonomik kriz gördük sonuçta. Ama artık dünyada her şey herkesin gözünün önünde yaşanıyor. İnsanlar da haliyle hep onlara gösterilen şeylerin peşinden koşuyor. Bu da ister istemez bir zorluk yaratıyor. Ama tabii bir yandan da, gerçekten var olan reel zorluklar da var.
Mesela... Ankara'da yaşayan bir gencin kendini Paris’teki biriyle kıyaslaması da bir zorluktur ama bu daha çok algısal bir şey. Oysa asıl zor olan, örneğin Hakkari’de bir lise öğrencisinin neredeyse hiçbir eğitim imkanına ulaşamaması. Ulaşım yok, otobüs yok, hiçbir şey yok... Anlatabiliyor muyum? Gerçek zorluk bence böyle bir şey.
Sen de bu coğrafyayı yakından tanıyorsun zaten, o yüzden ne demek istediğimi anlıyorsundur. Görüşlerim böyle...
2. Abi taktir edersin ki boykot ve protesto kanuni olarak yasal bir haktır. Gençlerin demokratik haklarını kullanırken karşılaştıkları engeller ve tutuklamalar hakkında ne hissediyorsun? İkinci olarak da sence sanat ve müzik, bu tür toplumsal hareketlerde nasıl bir rol oynayabilir?
Şimdi tabii ki otorite her zaman bastırır. Statüko kimse, ona muhalefet eden her şey bastırılır. Dünyadaki bütün toplumsal hareketlerin de en büyük kaynağı hep öğrenciler olmuştur zaten. Çünkü öğrenci hareketi, aslında çok ciddi bir toplumsal sınıftır.
Buradaki mevzuyu biraz daha bilimsel ele almak gerekirse... Onurcum, biz 23 yıldır hiç test edilmemiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Hatta muhalefetin de test edemediği bir iktidarla. Ama son yerel seçimler gösterdi ki, artık bu iktidar da test edilebiliyor. Demokrasideki çürümenin en büyük sebeplerinden biri de, bir iktidarın uzun yıllar boyunca hiç değiştirilememesi bence. Ve burada, sadece iktidara değil, kendimize de eleştiri getirmeliyiz.
Mesela; ana muhalefet partisinin genel başkanı kimdi? Bu kadar yıl boyunca bu arkadaşları neden denetleyemedik, neden alternatif olamadık? Bu soruları da sormalıyız. Çünkü bir yerde test edilmemiş bir güç, ister istemez bozulmaya başlar.
Şunu da söyleyeyim: 23 yıl boyunca CHP iktidarda kalsaydı da, benzer bir çürüme yaşanabilirdi. Mesela biz 2002’de üniversiteye başladığımızda, başörtülü öğrenciler koşa koşa tuvaletlere gidip peruk takmak zorunda kalıyordu. Bu insanlar da o zamanlar sosyolojik bir baskı altındaydı. Bugün sekülerlerin hissettiği baskının bir benzeri. Yani bir taraf uzun süre iktidarda kalırsa, bozulma kaçınılmaz olabilir. İdeolojik fark gözetmeden söylüyorum; bu insanlar sonuçta emperyalist, sağcı bir fikir dünyasından geliyorlar. Ellerinden geleni de arkaya koymazlar zaten.
Ama meseleye daha mantıklı ve çözüm odaklı yaklaşmak lazım. Türkiye’de şöyle saçma bir şey var: Herkes nefret ettiği kişiden medet umuyor. Yani bir yandan iktidardan nefret ediyoruz, ama çözümü de onlardan bekliyoruz. Aynı anda muhalefeti de yerden yere vuruyoruz. Ve ben bazen kendimi bu tabloyu eleştiren tek kişi gibi hissediyorum. Geçen biri açıklama yapmış, Gelecek Partisi’nden bir milletvekili. Diyor ki, ‘CHP ile seçime girmek hayatımızın en büyük hatasıydı.’ Bu adamlara 45 milletvekilliği verildi. Kendi partilerinden seçilebilme şansları yoktu ki. Bu tür şeyleri düşünmeden siyaset olmaz.
Sanatçılar ya da müzisyenler toplumsal hareketlerde nasıl rol oynayabilir? Şöyle: Sonuçta bir noktada kanaat önderi konumundasın. ‘Ben kanaat lideriyim’ diye ortaya çıkmak değil mesele, ama seni dinleyen, takip eden bir kitle var. Ve bu, çok büyük bir etki yaratabilir. Yeter ki doğru yerde durulsun.
Fanatizmin her iki tarafta da olduğunu düşünüyorum. Aklın çok az olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bazen bir futbol müsabakasında açılan bir pankart bile tüm hareketin yönünü değiştirebiliyor. Halbuki aklıselim davranılırsa, haksızlık ve hukuksuzluk her kimden gelirse gelsin söylenirse, sanatın çok etkili bir rolü olabilir. Müzik, sonuçta kitleleri etkileyen bir şey.
Ama tabii müzisyenleri de fazla zorlamamak lazım. Ben sesimi çıkarabiliyorum çünkü kişisel olarak bir kaygım yok. Ama bazı müzisyenler kendi kitlelerini bölmek istemeyebilirler, bu da anlaşılır. İnsanların apolitik kalmalarına da çok sert yaklaşmıyorum. Apolitik durmak da bir özgürlük. Ama işler değişince çıkıp da ‘ben aslında böyleydim’ demek komik olur. O yüzden ya baştan durduğun yeri bil, ya da sonradan tarih yazmaya kalkma.
3. Müzik ve sanat tarih boyunca toplumsal değişimlerin sesi olmuştur. sence Türkiye'deki müzisyenler, sanatçılar mevcut sosyal ve politik atmosferde nasıl bir duruş sergilemeli? Sergiledikleri duruş toplumu nasıl etkiliyor?
Müzik ve sanat tarih boyunca toplumsal değişimlerin sesi olmuş mudur, olmamış mıdır, o da tartışılır. Çünkü sonuçta sanat dediğin şey çeşitlidir Onurcum. Bazı sanatlar vardır, bir şeyleri anlatmak için yapılır; bazıları da sadece estetik içindir, güzel olsun diyedir.
Ama şurası net: Sanatçı da bu toplumun bir üyesi. Dolayısıyla kendi şikayetlerini, kendi bakış açısını sanat yoluyla dile getirmesi gayet doğaldır. Burada bir parantez açmak istiyorum: İnsan, birey olarak toplumda bir alan, bir hacim kaplar. Ve o kapladığı alandan da sorumludur aslında. Bu yüzden bana şu çok komik geliyor: Kriz anlarında ‘Ahmet ne dedi, Cem Yılmaz abi konuşsana’ gibi tepkiler çıkıyor ya, işte o...
Yani sanki herkes susmuşken, her şey çok normalken, biri birdenbire konuşmak zorundaymış gibi... Türkiye’de her şey Ekrem İmamoğlu içeri alınmadan önce çok mu düzgündü? Her şey güllük gülistanlıktı da o olay mı kırılma noktası oldu? Ya da bir kadın, Narin, katledilip parçalara ayrıldığında ne dendi? Bir çocuk sanayide çalışmak zorunda kalıp hayatını kaybettiğinde ne söylendi? Bu gibi olaylara verilen tepkilerden yola çıkmak gerek. Çünkü mesele sadece bir siyasi figür etrafında dönen tepkilerden ibaret değil. O, biraz popülist bir yaklaşım oluyor.
İmamoğlu örneğinden yola çıkarak ‘kim ne duruş sergiledi’ gibi bir yerden bu konulara girmek bana doğru gelmiyor. O yüzden İmamoğlu’na verilen destek ya da verilmeyen destek de başka şekilde değerlendirilmelidir. Bu, doğrudan politik bir tercih. Kimisi birini sever, kimisi başkasını. Ama Türkiye’nin meselesi tek başına Ekrem İmamoğlu değil ve bence hiçbir zaman da olmayacak. Fakat mesele sanki sadece oymuş gibi gösterilmesi, her şeyin oraya bağlanması, ayrı bir sorun.
Sanatçılar nasıl bir duruş sergilemeli, bu duruş toplumu nasıl etkiler gibi sorulara da buradan bakmak lazım. Toplum doğru yerde mi ki sanatçısından o doğruluğu bekliyoruz? Sanatçı zaten o toplumun bir parçasıysa, onun durduğu yer de toplumun bir yansımasıdır.”
4. Kendi gençlik yıllarına dönersek abi, sen de benzer toplumsal hareketlere şahit oldun mu gençlik yıllarında? O dönemlerle bugünü karşılaştırdığında ne gibi benzerlikler veya farklılıklar görüyorsunuz? Biz ne zaman, nasıl ofsayta düştük?
Ben Gezi’deydim Onur, çok gaz yedim. Bu konu gerçekten ciddi bir konu. Total bir hareketti… ve total bir saçmalıktı aslında. Bu bayağı uzun bir konu yani. Ben uzun süre oradaydım, biz o gün orada ağaçlar için direnmiştik. Çok masum bir davaydı. Ama artık yeter noktasına gelinmişti çünkü... az önce sana söylediğim şeye yine geliyoruz: Bu iktidar hiç test edilmedi. ‘Ben şöyle yaparım, böyle yaparım, ne yaparsam seçiliyorum abi’ diyebilecek bir iktidardan söz ediyorsak, o zaman onu kontrol altında tutmak da o kadar kolay olmuyor, olmuyor yani. Siz ne zaman ofsayta düştünüz ki? Zaten ofsayttasınız! :)
Sosyal medya bence bu işin son fişini çekti. Bu yüzden bunu sadece bizim ülke özelinde değerlendirmek biraz naiflik olur, ama tabii ki birincil olarak bizim ülke açısından düşünmek zorundayız. Çok ileri gitmeyelim, kendi konumuzda kalalım şimdi.
Ama ben de sana bir soru sorayım Onurcum. Sonuçta 41 yaşına geldim, 2011’den beri çok popüler bir televizyon programında 11 sezon davul çalıyorum. Yani 14 yıl olmuş neredeyse… Sana soruyorum şimdi: Gençliğin davulculuk açısından gereken refleksi verebildiğini düşünüyor musun? Mesela bizim nesle karşı sizin nesil… Ya da hadi biraz acı konuşayım: Sizin nesilden bana üç adam sayabilir misin? Ben bizim nesilden hemen üç isim saysam, karşısına koyabileceğin üç kişi var mı? Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi? Onu da bu şekilde cevaplamış olayım işte.
5. Bu soruya kadar hep sorunları konuştuk, biraz da çözüm üzerine fikirlerini sormak istiyorum abi. Yaşadığımız ülke Van'dan Edirne'ye kadar büyük bedeller ödenerek kurulmuş bir ülke. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarının kanlarıyla, canlarıyla verdiği mücadele sayesinde bugün seninle türkçe konuşabiliyoruz. Ancak gelinen bu nokta içler acısı. Bazı sorularımın girişlerini uzattığımın farkındayım abi mazur gör lütfen ancak ciddiyetin farkına varmamız gerekiyor bence, bu sebeple ben de durduramıyorum kendimi. Sence Laik, hukuk ve adaletin her şeyin üzerinde olduğu eski Türkiye'ye nasıl dönebiliriz? Sanatı ve müziği bu yolda bir destekleyici olarak nasıl kullanabiliriz?
Onurcum, sen yine çok naifçe yaklaşıyorsun tabii... Yani sonuçta sana anlatılan şeyler var. Özellikle bu dönemde sıkça dile getirilen bir şey mesela: ‘2002 öncesi Türkiye çok acayip bir yerdi’ falan filan... Tabii ki bazı açılardan daha önemliydi ama benim düşüncem, siyasal İslam’ın bu ülkede toplumsal ahlakı ciddi şekilde bozduğudur. Ama şunu da kabul edelim, yani önceki dönemlerde de—toplumsal, ekonomik ya da siyasi anlamda —Türkiye çok doğru bir yerde değildi ki. Gelen iktidarların çoğu sıkıntılıydı. Sadece son Ecevit dönemi biraz farklıydı ama onu da 28 Şubat’la gönderdiler, malum Erbakan yüzünden. Bunları iyi okumak lazım.
Yani hani öyle bir durum yok: 'Doksanlarda müzik çok iyiydi', 'Ülke çok daha iyiydi' falan... O zaman da ciddi ekonomik buhranlar vardı. Devalüasyonlar yaşandı. Mesela Çiller döneminde dolar bir günde 5 katına çıkmıştı. 8 binden 40 bine fırladı, Türk Lirası inanılmaz değer kaybetti. Ecevit’in kafasına kasa atıldı, o hikâye de öyle geldi. Ama kırılgan ekonomilere dışarıdan müdahale çok kolaydır. Sen içeride başka planlar peşindeysen, seni ekonomiyle götürürler buradan.
Ama bir noktayı netleştirelim: Şu an yaşadığımız toplumsal ve siyasal atmosferin tohumları 20 yıl önce atıldı. Yani bugün Türkiye’de yaşadığın şey aslında 2005 vizyonunun ürünü. O da haliyle mevcut iktidarın sorumluluğunda.
Ama şöyle de düşünelim; doksanlarda yaşanan güzel şeylerin kökleri yetmişlere, hatta seksenlerdeki daha liyakate dayalı dönemlere uzanıyor. Eski Türkiye dedikleri şey aslında ne kadar eski Türkiye? Hangi döneme dönmeliyiz? Dönmemiz gereken Türkiye 1925... Onu da nasıl yapacağımızı ben bilmiyorum açıkçası…
6. Belki de röportajımızın en net ve en kısa sorusunu sormak istiyorum abi. Sence gençlerin bu kadar hassas ve duyarlı hale gelmesinin sebebi nedir?
Valla bence biraz fazla naif bakıyorsunuz meseleye. Biraz da kendi neslinizi sevmiyor değilsiniz tabii… Z kuşağının diğer jenerasyonlardan farkı, tam sosyal medya çağında doğmuş olması. Bu da hem çok eleştirilmelerine hem de bu eleştirilere verdikleri tepkilerin, kendi içlerinde yeterli sanılmasına yol açıyor gibi. Ama bak, bu kadar hassas ve duyarlı hale gelmenizin en temel sebebi bence mevcut siyasi düzen.
Şunu çok merak ediyorum: Yani bazı gerçekleri şimdi mi fark ettiniz? 20’li yaşlardasınız, üniversiteye gidiyorsunuz. Adam kayırmanın, hizipçiliğin bu ülkede ana arter olduğunu şimdi mi anladınız?
Yani çok güzel, çok naif şeyler söylüyorsunuz. Destekliyorum da… Ama bu söylediklerinizin toplumsal bir harekete dönüşmesi gerekiyor. İşte orada tıkanıyoruz. Gündemi ne kadar tutabiliyorsunuz? Söylemleriniz ne kadar yankı buluyor? Boykotlar ne kadar işe yarıyor? Nihayetinde makyaj videolarını geçemeyen bir üretim döngüsünden söz ediyoruz arkadaşlar.
Yani çok sert konuşmak istemiyorum ama şunu da söylemek lazım: Duyarlı hale gelen gençler sizin yaşlarınızda, 1980’de idam edildiler. Filistin özgürlük ordusuna katılmak için buradan kalkıp savaşmaya giden insanlar vardı. O yüzden, ne sizin nesil ne bizim nesil bu ‘aşırı duyarlı’ anlatısına tam oturmuyor. Hadi boş verelim artık bu mavalları. Takdir ediyorum sizi ama duyarlılık başka bir şeydi eskiden. Şimdi olan ise başka…
7. Abi Günümüzde sosyal medya, insanların sesini duyurabileceği önemli bir platform haline geldi. Ancak bu mecranın ne kadar sağlıklı kullanıldığını tartışmak da önemli. Taktir edersin ki biz balık hafızalı bir milletiz. Bugüne kadar neleri bir kaç gün içinde unuttuk, konuşmayı bıraktık. Ancak şu anki gündem unutulacak gibi durmuyor. Bu olumlu değişim kayda değer, sence sosyal medyadaki ve insanlarımız üzerindeki bu parametreler nerede, nasıl kırıldı?
Unutuldu tabii sen bu soruyu yazana kadar :) Zaten sosyal medya dediğin şey, liyakata, akla, fikre, ilme, bilime hizmet eden bir yapı değil ki nerede kırılacak bu parametreler? Sosyal medya, bence bütün dünyanın en büyük kanseri.
Ben orada Don Kişot gibi davul videoları paylaşıyorum, sanki insanlar izliyormuş gibi… 2000’den fazla videom var. Türkiye’nin açık ara en fazla video yükleyen müzik kanalıyım. Her şeyi de kendim yapıyorum. Ama rekabet ettiğim içerikler neler? Popo açıyor, havlıyor, üstüne bir de rap yapıyor. :)
Sosyal medya zaten bu yozlaşmış sistem için biçilmiş kaftan. Yani sanılıyor ki parametreler kırıldı ama hayır, tam tersine bu platformlar zaten bu parametreleri oluşturmak için var! Global sermayenin kimliksizleştirdiği bir düzende yaşıyoruz. İnsanları tek tipleştiren, şu kızı tavlarsan, bu adamla gezerken foto koyarsan, Maldivler’de tatil yaparsan, Ferrari’ye binersen hayat budur diyen bir yer.
Bu sistemin amacı belli: seni sürekli eksik hissettirmek. Sürekli daha fazlasına zorlamak. Bu dünyada 'başarı' denen şey bile algoritmanın elinde artık.
8. Bu soruyu sormadan geçemeyeceğim abi. Türkiye'deki gençlere hitap eden bir müzisyen olarak, son zamanlarda gençlerin ideallerinden, hayallerinden ne kadar uzaklaştığını gözlemliyor musunuz? Bu konuda onlara nasıl bir mesaj iletmek istersin?
Fırsat dediğimiz şey, fırsat eşitliği dediğimiz şey… Öyle sanıldığı kadar kolay konular değil. Yani dünyanın herhangi bir yerindeki, bir ülkenin herhangi bir şehrindeki insanların, kendi sosyoekonomik durumlarından bağımsız olarak istedikleri eğitimi alabilmeleriyle ilgili bir durum bu. Ama bu da zaten tamamen ortadan kalkmış durumda. Biat kültürü üzerine kurulu siyasal İslam gibi yapılar, fırsat eşitliğini ortalıkta gezdirmez. Bunu çok net biliyoruz.
Ama şunu da sorayım sana: Fırsat eşitliğinin gerçekten olmadığını 2025'te mi fark ettik? Ya da pandemi döneminde mi gördük? Hayır abi, bu çok uzun zamandır var. Ve alternatif üretmesi gereken, bu düzene muhalefet etmesi gereken yapılar da çözüm sunamıyorsa, o zaman burada konuşmak da abes kaçıyor.
Gençlerin hayalleri diyorsun mesela. Bu ülkede mühürsüz oy pusulaları kabul edildi ve 'aman sokağa çıkmayın' dendi. Geride olduğu seçimde gece saat 2'de 'öndeyiz' diye yalan söylendi. Hayatında hiçbir şeyi doğru yapmamış insanlar, şimdi kalkmış her şeyi başkasına yüklüyor.
Gençliğin hayali ne abi? Mesela ben her workshop’ta öğrencilerin yüzünde aynı ifadeyi görüyorum. Sadece Van'da bu ifadeyle karşılaşmadım, nedenini de bu röportajı okuyanlara bırakıyorum. Dediğim şey şu: Türkiye’nin ilk onunda bile olsanız, bu ülkede enstrümancılık fakir işi. Sosyoekonomik olarak bir doktor ya da mühendis gibi olamayacaksınız. Ve bunu söylediğimde suratlar düşüyor.
Ben 26 yıldır her gün etüt yapan bir müzisyenim. Şu an bu röportajı yollamasaydım, etütteydim. Hayatım boyunca Ferrari’m, teknem, milyonluk yazlıklarım olmayacak. Bunu biliyorum ve bununla ilgili hiçbir problemim yok. Ama gençliğin hayali ne? Acayip iyi davul çalmak mı? Liyakat mi? Yoksa TikTok’ta gördüğü o manken gibi kızla gezecek hayat mı? Bu soruyu kendinize sorun.
9. Birçok sanatçı toplumsal olaylara dikkat çekmek adına şarkılar yazıyor, sosyal medyada sesini duyuruyor. Ancak bazen, bu durumun tıpkı bir 'tüketim malzemesi' haline geldiğini hissediyorum. Müzik ve sanat ile toplumsal sorumluluğu nasıl dengeleyebiliriz, bir sanatçı olarak bu meselenin arkasında durarak sahneye nasıl yansıtılır?
Onurcum, bu olaylar kendi kendine patlak verdi diyemem. Hatta bana sorarsan, hiçbiri patlak falan vermedi. Eğer görüşümü soruyorsan—ki buraya kadar sorduklarınla bütünlüklü bir bağ kurarak söylüyorum—Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması meselesini bir milat gibi görmek bence yetersiz. Çünkü bu soruların başladığı ve bittiği yer orası değil. Sorun çok daha derin ve geçmişten gelen bir şey.
Bu yüzden de sahneye nasıl yansıtılır, müzikle toplumsal meseleler nasıl dengelenir gibi sorulara cevap veremiyorum. Çünkü sorun o anlarda başlamıyor. Asıl mesele, bu gerçekten bir 'sorun' mu, ya da çözüm gerçekten burada mı diye tekrar tekrar sormakta. Ve cevabı kişi kendisinde aramak zorunda.
Topluma karşı bireysel sorumluluğu dengelemenin yolu da bu: Kendini bilmek. Mesela bir müzisyen olarak bir barda sahneye çıktığında bile, izleyicinin özel alanına saygı duymak bunun bir parçası. Yani tanımadığın birine açıktan yazılmak, onun özel hayatını bilmeden laubali bir yerden ilişki kurmak bile senin nerede durduğunu gösterir. Haksızlıklara karşı ses çıkarmadığın gibi, o çürümüş yapının bir parçası olursun. Bence bugün yaşadığımız çürüme total bir şey. O yüzden bu soruya cevap verememeyi seçiyorum. Çünkü insanın önce kendisiyle bu dengeyi kurması lazım.
10. Cengiz Abi, toplumsal olaylara dair bir görüşünüzü paylaşırken bazen sükunet içinde oluyorsun, bazen de ciddi bir öfke görüyorum. Bu öfke, toplumsal gerçeklerden mi geliyor? Seni bu süreçlerde asla çekinmeyen biri olarak görüyoruz. Bu sağlam duruşunun alt metnini merak ediyorum açıkçası.
Ben zaten böyle büyütüldüm. Annem de, ablam da benim gibi… Ailecek bir şeyleri açık açık söylemekten hiç çekinmeyiz. Ben de doğru bildiğimi söylemekten kaçınmam. Söylenmeli mi, söylenmemeli mi gibi bir tartıya da koymam doğrularımı. Çünkü sessiz kalınırsa, bu işler bir gün gelip seni de bulur. 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın' diyemem. O yüzden her zaman doğru bildiğimi söylemekle yükümlü hissediyorum kendimi. Bu benim yapım.
Tabii bu çok da mantıklı bir şey değil. Çünkü bu ülkede bir şey söylediğin zaman çok net bir bölünmeyle karşılaşıyorsun. Mesela benim Instagram’da 45.000 takipçim var. Eğer siyasi bir şey paylaşırsam, ülkenin mevcut dağılımına göre otomatik olarak 20 bin kişiyi karşıma alıyormuşum gibi oluyor. Halbuki farklı görüşteki insanların birbirine saygı göstermesi gerekir ama bizde sekülerler muhafazakarlara, muhafazakarlar da sekülerlere saygı göstermiyor. Dolayısıyla sosyal medyada bir şey söylediğinde, o %50'lik kısmı kaybetme riski doğuyor. Ve insanlar bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyor, yuvarlak açıklamalar yapıyorlar.
Ama benim öyle bir derdim olmadı hiç. Ne daha fazla takipçim olsun diye uğraştım, ne de birilerini kaybetmemek için kendimi dizayn ettim. Sosyal medyada sadece davul videoları paylaşıyorum çünkü zaten hayatım boyunca onunla uğraştım. Sosyal medyanın bir reklam mecrası olduğuna inanıyorum, ama kendini tanıtmak için 40 takla atan biri değilim. Takipçim yarın yarıya düşse umrumda olmaz. Bu yüzden de doğru bildiğimi söylemekten çekinmem. Gülşen’in hapse girdiği dönemde 100-150 tane ölüm tehdidi aldım, kavga da ettim, ama geri adım atmadım. Duruş böyle bir şeydir. İnsanlar tırsar, ben tırsmam.
11. Benim adıma inanılmaz bir deneyimdi abi her şey için bir kez daha çok teşekkür ederim. Son olarak klasik sorumu sormak istiyorum. Okurlarımıza gerek sosyal gerekse sanatsal hayatları ile ilgili ayrı ayrı üç'er tavsiye verecek olsan bunlar neler olurdu?
Sanatla, hayatla ya da siyasalla ilgili ahkâm kesecek bir yerde görmüyorum kendimi. Ama tek bir şey söyleyebilirim: Hesap-kitap yapmayı biraz bırakmak gerekiyor. Hayatı reklamını yapmak için değil, onunla gerçek bir bağ kurmak için yaşamalıyız. İnsanlar sanki bir şey başardığında onu sosyal medyada pazarlamak için yaşıyormuş gibi davranıyor. Oysa asıl mesele, hayatın kendisiyle birebir bir ilişki kurmak. Tekil ve sahici bir ilişki.
Sanatta da, hayatta da, politikada da, önce insanın kendine karşı bir sorumluluğu olmalı. Ahlaki ya da mesleki olarak… Bu da bir 'anlaşma' üzerinden ilerlememeli. Yani 'şimdi üç saat çalışayım, sonra bu single'ları yaparım' gibi değil. O süreçle barış içinde olman gerekir. Aynı şey, ahlaki gelişim için de geçerli. İnsan bir sabah uyanıp ahlaklı olamaz. Bu da bir süreçtir, emek ister. Ama hep bir ‘hap’ arıyoruz. Hemen düzeltecek, hemen sonuç verecek bir çözüm. Öyle bir şey yok. Hayatta da yok, sanatta da yok.
Son olarak da, evet, ben de bağıranlardanım. Ama bir yandan da kendimi düzeltmeye çalışıyorum. Bu ülkede çok uzun zamandır özgürlük, hak, hukuk, adalet gibi kavramlar zaten yoktu. O yüzden her ne olursa olsun, galeyana gelmeden, biraz daha geniş bir perspektiften bakmamız gerek.
Ben hâlâ ortada bir net vizyon göremiyorum. Süreç daha çok başında ama sadece 'her şey güzel olacak' demekle olacak gibi de durmuyor. İnsanların da artık bu cümleye inancı kalmadı. Peki ne olacak? Eğitim sistemi, kadın hakları, hayvan hakları, ekonomik eşitsizlikler… Bunlar hakkında kim ne söylüyor? Sadece parlamenter sistem mi? O sistemin içinde de baskı vardı, başka bir kesimin üzerinde…
Özetle şunu söylemek istiyorum: Bu kadar keskin cellatlar da yok, melekler de. Dünya siyah-beyaz değil, gri alanlarla dolu. Hangi griyi tuttuğunuza iyi bakın. Ve lütfen, bu cevaplarımı da o griyi görerek okuyun. Ya da nasıl isterseniz öyle okuyun. Ben kendi adıma teşekkür ederim. Görüşmek üzere hocam."
Cengiz abi'nin her cümlesi içimizde bir yerlere dokunuyor. Çünkü o konuşurken yalnızca bir müzisyen ya da bir sanatçı değil, aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan, düşünen, sorgulayan bir insanın sesini duyuyoruz. Söyledikleri, yalnızca kendi dünyasından ibaret değil; bizim dünyamızın da aynası gibi.
Bu röportaj boyunca zaman zaman öfkesini, zaman zaman umutlarını, ama en çok da içtenliğini paylaştı bizimle. Ve belki de bu yüzden, tüm bu sözlerin sonunda geriye şöyle bir his kalıyor: İçinde bulunduğumuz karmaşık dünyaya rağmen, kendimizle daha sahici bir ilişki kurmadan, sanatla, hayatla ya da birbirimizle gerçek bir bağ kurmamız mümkün değil.
O yüzden şimdi, bu satırları okuyan herkese şöyle bir çağrı bırakmak isterim: Galeyana gelmeden, pazarlık yapmadan, filtresizce ve gerçekten… Kendinize iyi bakın.
Dip Not: Cengiz Tural'ın kariyer yolculuğu ve müzik üzerine katıldığı söyleşilerin linki aşağıdaki gibidir.
Yorum Bırakın