Dünyanın Ana Karakteri: İstanbul Ansiklopedisi

Dünyanın Ana Karakteri: İstanbul Ansiklopedisi
  • 0
    0
    0
    0
  • Az önce bilgisayarıma İstanbul Ansiklopedisi'nin birinci cildini indirdim. Reşat Ekrem Koçu hakkında yaptığım derin araştırmanın ardından bu yazıyı yazmaya karar verdim. Çünkü dizinin beni bu şekilde etkilemiş olmasını görmezden gelmek olmazdı. Dizi hakkında yazılmış birkaç incelemeyi de okumadan edemedim tabii. Eleştirilerin bazılarına katılmakla birlikte ben de eklemeler yapmak isterim. Bazı konuların sığ aktarılışı ama bazı konuların da cesurca anlatılışı, üzerinde düşünmek istediğim şeyler. Hazırsan ilk başta diziyi izlememiş ve bu yazıyı okumaya gelen sen için bir özet geçmek isterim. İkilemler içinde boğulan Zehra'nın, pişmanlıklarının ve sabrının doruklarında olan Nesrin'in, suskunluğunun ve hafızasının esiri Aylin'in... Yani anlayacağın içimizdeki kadınların hikayesi. Elde edilmiş hakların özgürlük sayılması gerekir mi? Ben miyim dünyanın ana karakteri? Ya da sen misin? Bu çelişkiler, araflar, belki çaresiz hissetmeler arasında bir İstanbul anlatılıyor bize. Hayatımda hiç İstanbul'a gitmedim, gitmem bir gün mümkün olur mu bilemiyorum ancak gitmeyi çok isterim. Zehra gibi boğulur muyum bilmiyorum fakat bir şeyden eminim: onun gibi büyüleneceğimden. Nesrin'in fotoğraf makinesi bana bir hayalimi hatırlattı. Elimde yalnızca bir fotoğraf makinesi ve yalnızlığımla, İstanbul sokaklarında keşfe dalan Zehra'yı. Burdaki Zehra ben oluyorum: bir seferlik. Şimdi gelelim dünyanın ana karakteri olmasa da hikayemizdeki ana karakter olan Zehra'ya. Onu anlıyorum. Bu ülkede yaşayan birçok genç de anlayacaktır zannediyorum. Hepimizin ikilemleri aynı olmasa da, arada kalışlarımız aynı. İnançlarımız, beklentilerimiz, hayallerimiz, tutsaklıklarımız ve hatta özgürlüklerimiz. Bunlar ne kadar aynı görünse de aslında o kadar da farklı birbirlerinden. Bir hikayeye dışardan bakarken birinin yerine koyarız kendimizi. İstemsiz. Ben Zehra'ydım. Tuhaf ama gerçekten de Zehrayım. Ancak ikilemlerimiz ortak değil. Benim kararsızlığım bambaşka bir düzlemde. Fakat onu anlamakta güçlük çekmedim. Bizim kuşak eski kuşaklara göre kırmızı çizgileri soluklaşmış bir kuşak. Bu çoğu zaman iyi. Dış görünüşüm nedeniyle yargılandığım tek bir an hatırlamıyorum. Tercihlerimize saygı duyulan bir dünya hayali benim için ütopya değil. Gerçek. Yıkılması bir taşa bakan bir gerçeklik. Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk'ü gibi. Lütfen taş atmaya cesaret etmeyin. Ütopyamın yıkılması cesaretimden eder beni. Kendi ikilemlerimle ve kendi ikilemlerinle yüzleş. Yaşadığın şehri görmeye çalış. Her ne yapıyorsan. Mesleğin ne olursa olsun. Her kimsen. Nefret etmek uzaklaştırmasın seni. Hele yargıların. Onlardan kurtulmak gerektiği öğretilir bize. Kabul ediyorum, hiç hoş yargılarımız yok. Kalıplarımız var. Ama ben sığmıyorum o kalıplara, ya sen? Sen sığıyor musun? Birbirimize saygı duymak zorunda değiliz. Tercihlerimiz karşılıklı olarak yanlış gelebilir. Fakat saygı duymamak saygısızlık yapmayı gerektirir mi? Gerektirmez. Gerektirmemeli.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.