Sinema tarihinin en kendine has yönetmenlerinden biri olan Billy Wilder, Nazi dönemine kadar Almanya'da senarist olarak çalışırken Nazi rejiminin başa geçmesiyle ABD'ye taşındı ve orada yönetmen olarak kendine yeni bir kariyer inşa etti. 45 yıl süren bu kariyere
6 Oscar ödülü ve sayısız unutulmaz film sığdıran yönetmenin eserlerinden yedi tanesini sizler için listeledik.
Double Indemnity (1944)
Wilder'ın 1944 yılında çektiği üçüncü filmi
Double Indemnity (Çifte Tazminat), bir femme fatale (tehlikeli kadın) tarafından baştan çıkarılıp geniş çaplı bir komplonun içine düşen bir sigortacıyı anlatır. Wilder, döneminin alımlı kara filmlerinin tüm özelliklerini taşıyan filmin senaryosunu ünlü polisiye yazarı Raymond Chandler
(The Big Sleep, Strangers on a Train) ile birlikte yazmıştı. İkili yazım aşamasında pek iyi anlaşamadıysa da ortaya yıllarca izlenecek heyecan verici bir başyapıt çıkarmayı başardılar. Wilder'ın Hollywood'daki "süperstarlık" kariyeri de böylece başlamış oldu.
The Lost Weekend (1945)
Double Indemnity senaryo aşamasındayken, Chandler'ın alkol bağımlılığı yüzünden yaşadıkları sorunlar üzerine Wilder, alkolik bir adamın çöküşünü anlatan kara film The Lost Weekend'e imza attı. Gelecek vaat eden alkolik bir yazarın kız arkadaşı ve kardeşinden ayrı geçirdiği "kayıp hafta sonu"nu anlatan film, Wilder'a
En İyi Film, Yönetmen ve
Orijinal Senaryo dallarında
Oscar ödülü ve
Cannes Film Festivali'nde
Altın Palmiye kazandırdı.
Sunset Boulevard (1950)
Yönetmenin en ünlü filmi
Sunset Boulevard, kariyerinde dibi görmüş eski bir sessiz film yıldızının başrolünde oynayacağı bir filmi yazması için görevlendirilen, senarist Joe Gills'in başından geçenleri anlatır.
Gloria Swanson'ın ustalıkla canlandırdığı
Norma Desmond, sinema tarihinin en gerçekçi "deli" portrelerinden biridir. Film de
film-noir türünün en bilinenleri arasındadır. Film, Wilder'a Orijinal Senaryo dalında ikinci Oscar ödülünü kazandırır ve adını herkese duyurmasını sağlar.
Ace in the Hole (1951)
Başrolünde
Kirk Douglas'ın yer aldığı
Ace in the Hole, ağzı laf yapan bir gazetecinin ürettiği bir haberin kontrolden çıkmasını ve ülke çapında bir "medya sirki"ne neden olmasını anlatır. Vizyona girdiğinde olumsuz eleştiriler alan ve gişede iş yapmayan film hak ettiği kült statüsüne sonradan kavuştu. Wilder ise filmin zararını hemen ardından çektiği II. Dünya Savaşı komedisi
Stalag 17'in başarısıyla karşıladı.
Witness for the Prosecution (1957)
Charles Laughton'ın sinema tarihinde rastlayabileceğiniz en zeki karakterlerden birini, avukat Wilfrid Roberts'ı canlandırdığı
Witness for the Prosecution, Agatha Christie'nin romanından uyarlanmıştı. Görünürde kusursuz bir cinayeti çözmeye ve masum olduğunu iddia eden müvekkilini savunmaya çalışan yaşlı avukatın hikayesi, Wilder'ın imza attığı tek mahkeme filmidir.
Some Like It Hot (1959)
50'li yılların sonuna gelindiğinde Hollywood'da kara film türü etkisini kaybetmiş, yerini toplumdaki paranoyayı gidermek adına yapılan komedilere bırakmıştı. Wilder da Witness for the Prosecution'dan sonra romantik komedilere yoğunlaştı. Bunların en ünlüsü
Some Like It Hot (Bazıları Sıcak Sever), daha sonra defalarca örneğini izleyeceğimiz "kadın kılığına giren erkekler" temalı güldürülerin en iyilerinden biridir.
Jack Lemmon ve
Tony Curtis'in müzisyenleri ve
Marilyn Monroe'nun canlandırdığı "Sugar Kane" karakteri unutulmazdır.
The Apartment (1960)
Wilder'ın muhtemelen
Sunset Blvd.'dan sonra en meşhur filmi olan
The Apartment, patronlarına kiraladığı apartman dairesiyle işi arasında mekik dokuyan, kendi halinde bir adam olan C.C. Baxter'ın
(Jack Lemmon) asansör görevlisi Fran Kubelik'e
(Shirley Maclaine) aşık olduktan sonra yaşadığı değişimi anlatır. Wilder'ın King Vidor'un meşhur sessiz filmi
The Crowd'dan esinlenerek çektiği romantik komedi, sinema tarihinin en etkili platonik aşk filmlerinden biridir. Lemmon ve Maclaine'in başı çektiği kadroda, Double Indemnity'nin de başrolünde izlediğimiz
Fred MacMurray ve komşu Doktor Dreyfuss rolündeki
Jack Kruschen'in performansları da unutulmazdır.
Yorum Bırakın