Aydemir Bey meteordan önce Eminönü Merkez Postane'sinde müdür olarak çalışıyordu. Otuzlu yaşlarına geldiği halde hala bekâr hayatı sürüyordu ve artık bu durumdan biraz rahatsız olmaya başlamıştı. Ancak çalışmaya çok meraklı bir kişi olduğundan dolayı, sosyal yaşamı son derece hareketsizdi ve az beğenen biri olması sebebiyle taliplilerinin hepsini geri çevirmişti.
Varlıklı bir ailenin tek çocuğu idi. Başarılı bir öğrenciydi ve ailesi onunla gurur duyardı. Anne ve babasını lise yıllarında kaybetti. Amcası onu Harbiye'ye gönderdi. Harbiye'den mezun olduktan sonra, çeşitli illerde subay olarak çalıştı. Üsteğmenliğe kadar yükseldiyse de subaylık mesleğinin kendisine göre olmadığını anladı ve ordudan ayrıldı. Postane'de çalışması ise gene onu çok seven amcası sayesinde mümkün oldu.
Çalışmayı çok seven bir insan olmasının yanında, edebiyata da düşkündü. Zamanının önemli edebiyat dergilerinde A. Ekrem mahlası ile çeşitli şiirleri ve denemeleri yayımlanmıştı. Ancak bunu sadece çevresindeki bir kaç iyi arkadaşı biliyordu. Bu arada şunu da belirtmek yanlış olmaz herhalde; Aydemir Bey'in, üzerinde çalıştığı işle ilgili konularda kesin, sert bir duruşu vardı. Doğru olduğuna inandığı şeylerle ilgili çarpışmaktan asla çekinmezdi, bilakis bundan zevk duyardı. Ancak kendisi ile ilgili konularda bu sert tavır tamamen yıkılır ve bir o kadar çekingen ve mütevazı biri çıkardı karşınıza.
İşte bu ilginç karakterli adam, meteor zamanı gelene kadar, posta idaresinde müdürlüğe kadar yükselmişti ve meteordan sonra, dünyanın tamamen değişmesi ile birlikte felaketten kurtulan herkes gibi bomboş, orta yerde kalakalmıştı. Kendi deyimiyle "iki zaman dilimi arasındaki o kalın çizginin, bir tarafındaki gerçek dünyadan, diğer taraftaki dünya karikatürüne" adımını atmıştı.
Meteorun ardından 3-4 yıl, mahlûkların istilası sebebi ile postanede yaşadı Aydemir Bey, ailesinden herhangi bir haber alamamıştı.
Tabii Aydemir Bey'in yaşantısına göz atarken, dönemin İstanbul'una da yeniden bir bakış atmamız yerinde olur.
1956 yılının 2'nci yarısında, meteorun ardından sağ kalanlar şehir meclisini kurdular. Ve bu meclis, önceki düzene mümkün mertebe devam edilmesi yönünde karar aldı. Mansur Bey’in çabaları da ihtiyaçların giderilmesinde oldukça yardımcı oluyordu. Tabii ihtiyaçlar yön değiştirdikçe, görevler oldukça farklılaştı. Çünkü dünya eski dünya değildi artık. Temel ihtiyaçları gidermeye dayalı bir politika güdüldü. Haberleşme de bu ihtiyaçlardan biri olduğu için, postane çalışmaya devam etti. Üstelik Eminönü'nde yıkımda ayakta kalan en uygun bina olduğu için şehir meclisi de Büyük Postane'de toplanıyordu.
Şehir meclisinin aldığı karar doğrultusunda, ülkenin çeşitli yerlerine haberciler gönderildi. İlk hedef diğer iller ve hatta ülkeler hakkında bilgi toplanması idi. Belki bir yerde birileri kurtulmuştu ve bir göç ile bu kaostan kurtulma ihtimali vardı.
Bu atılım için herkes seferber oldu. Keşif ekipleri üzerine büyük yatırımlar yapıldı. Harbiye'den, Jandarma'dan sağ kalan birlikler bu keşif ekiplerinin temelini oluşturuyorlardı. Büyük bölükler halinde, defalarca seferler düzenlendi İstanbul dışına, başta Ankara olmak üzere bütün illere, hatta komşu balkan ülkelerine. Ancak hiç bir hedefe ulaşılamadı. Geri dönen birlikler hep çok uzağa gidemeyenlerdi. Mahlûklar her yeri istila etmişti. Yeni bir ışık bulma çabası hiç yok olmadı ancak, bu çabaların 4-5 yıl sonra birinci gündem olmaktan çıktığı kesindi. 1956-1960 arasında yoğun olarak yaşanan bu dönem, daha sonra Arayış dönemi" olarak adlandırıldı. Arayış döneminin sonuçsuz arayışları sonucunda askeri oluşumlar daha çok İstanbul’u araştırmaya başladı. Çemberlitaş’ın varlığı ve meteor bölgesinin başka bölgelere açıldığının keşfi istihbaratın arayış dönemi sonrası icraatlarındandı.
77 yılında kurulan Umut dergisinde felaket ile ilgili şöyle bir yazı yayımlamıştı Aydemir Bey;
"Her gün, "bir yerden haber gelir mi? İstanbul dışından sağ kalan var mıdır acaba?" diye bir ümitle düşünürdük. Bu, 3-4 sene boyunca böyle devam etti. Ufak tefek haberler geldi tabii, ama bunlar, İstanbul dışındaki durumun ne derece büyük bir kaos içerdiği dışında en ufak bir tablo çizmiyordu. Sonunda 60'ların başında, artık bu araştırmalardan dolayı daha fazla kayıp vermenin anlamsız olduğuna karar verdik. Bizim için İstanbul harici bir gerçek yoktu. Bir yerlerde, birileri yaşıyorduysa eğer, onların gerçeği de orasıydı artık."
Aydemir Bey Şehir Meclisi'nin kurucu üyelerinden biri idi. Farkında olduğu bir şey vardı ki, bu şaşkınlık ve arayış döneminde, İstanbul gün be gün kaybediliyordu. 1958 yılında Beyaz Köşk diye bir oluşumun, dayanıklı bir fare ırkını, büyü yolu ile ürettiğini öğrenmişti güvenilir bir dostundan. Birilerinin Şehir Meclisi'nden çok daha hızlı ve planlı hareket edebileceği düşüncesi ilk kez o zaman kafasında şekillendi. Şehir Meclisi'nin, herkesin sürekli tartıştığı oldukça hantal bir yapı olduğunun en çok o zaman farkına vardı. Beyaz Köşke karşı olmadı ama desteklemedi de. İlgi ile onun yükselişini izledi. "Mansur Bey ve Kuklacı'nın fare adamları" ve büyünün yükselişi karşısında, uzun bir süre sessizliğini muhafaza etti. Aslında bu dönemde Aydemir Bey'in olaylar içerisinde aktif rol almayışının arkasındaki neden de, meteor öncesinde bir rastlantı sonucunda tanıştığı bir İstanbul hanımefendisi, Münevver Hanım ile arasındaki ilişki idi.
1961 yılında, Eminönü tarihinde ileride çok önemli rol oynayacak olan Şifa Yurdu, İstanbullu Selim Bey, İzmitli Mustafa Hoca ve Tarsuslu Derviş Hasan tarafından kuruldu. O tarihten itibaren Şifa Yurdu, Eminönü'ndeki insanlara daima manevi bir güç verdi. Şifa yurdunun kurulması Ruh büyücülerinin yani şifacıların da gelişmesini sağladı. Birçok Ruh büyüsü ve kudret karışımı reçeteleri geliştirildi.
1963 yılında Beyaz köşkün kapatılması için yapılan oylamada, olumsuz oy kullandı Aydemir Bey. Kapatılma kararından sonra ünlü Beyaz Köşk ayaklanması yaşandı. Mahlûklardan bağımsız olarak, insanlar arasında yaşanan ilk büyük trajedi... Bu olayın sonunda, ilk kez şehir meclisinden bağımsız bir oluşum meydana gelmişti. Beyaz Köşk, meclisi kapatmamıştı ama istekleri de bir bir yerine getiriliyordu.
Bir sene sonra gelen Mansur Bey'in intihar haberi, bütün Eminönü'nü sarstı. Olaylara rağmen Mansur Bey hala sevilen bir adamdı. Mansur Bey'in vefatının ardından, herkes Kuklacı'nın oldukça hırslı bir politika güdeceği ve meclisi kapatarak, her şeyi yönetimi altına alacağı konusunda endişeye kapıldı. Ancak Kuklacı, halkı ve Şehir Meclisi'ni şaşırtarak, Beyaz Köşk'ü Eminönü siyasetinden dışarı çekmişti. O ayrılana kadar olan üç senelik dönemde, meclis eskisi kadar olmasa da, yeniden otorite kazandı.
Aydemir Bey bir kere Kuklacı ile görüşebilme imkânı bulmuştu, bu konuşmasını ileriki yıllarda yine umut dergisinde yazacağı bir röportajda kaleme alacaktı;
"Garip bir kişilikti bu Kuklacı. Tuhaf da bir maske takardı. Bir kez konuşmak nasip olmuştu. Önemsiz bir konu hakkında edilmiş bir kaç söz. Gariptir, karakterleri tahlil etme yeteneğime son derece güvenirdim, ama kuklacının nasıl biri olduğunu hiç algılayabildiğimi sanmıyorum. Başta her şeyi bir hesapla yaptığını düşündüm, sonuçta çok güçlü bir büyücü ve çok zeki bir adamdı. Hırslı olduğunu da düşünüyordum açıkçası. Ancak Mansur Bey'in vefatının ardından bu tezlerim de çürüdü."
Umut Dergisi 1977- Aydemir Bey ile 50'ler ve meteor konulu söyleşiden
1965 yılı sonrasında, Aydemir Bey, Eminönü politikası ile bu kez izleyici olarak değil, aktif olarak ilgilenmeye başladı. Daha önce Merkez Postanesi'nde tanıştığı çalışma arkadaşlarından Nihat Bey ile, Demirgül bölgesinin temsilcisi seçildi. Bu bölgeyi, Eminönü ve dolayısıyla İstanbul politikasında söz sahibi yapmak için, birçok önemli kişi ile yapıcı ilişkiler kurdu. Çarşı bölgesinin en önemli temsilcisi Celal Hakkı Bey ile çok güzel bir dostluk kurdu. Babı-ali bölgesinden, mahlûklar konusunda bir çok araştırmaya imza atmış, eski gazeteci Agâh Bey'in de desteğini kazandı. Agâh Bey, aktif siyasete çok bulaşmamış olsa da, çok bilgili ve sözü dinlenen bir adamdı. 1963 yılında mahlûklar hakkında o zamana kadar yazılmış en geniş içerikli kaynak olan, "Saklı türler" isimli kitabı yayımlamıştı. Kitabın çözümlemesi filologlar ve büyücülere kalmış olsa da bu kitabı ortaya çıkaran kişi Agâh Bey’dir
1966 yılı aynı zamanda Şifa Yurdu’nun ilk iyileştirme yeteneklerinin ortaya çıktığı aynı zamanda Genç Bilgililer’in projelerinden biri olan jeneratörün geliştirilmesi oldu. Bu gelişmeler insanlığın refah düzeyine ciddi katkılar sunmuştu.
Kuklacı'nın ayrılmasını müteakiben gerçekleşen fare adam ayaklanmaları, Beyaz Köşk'ün güç ve otoritesine büyük darbeler indirmeye başladığında, Şehir Meclisi'nden bazı gizemli kişiler, meclisten bağımsız gizli bir kurul meydana getirdiler. Bu kurulun amacı tam olarak bilinmese de, gelecekte şehir meclisine gizli toplantı mekânı ayarlanmasından, bazı aranan kişileri saklamaya kadar birçok olayın içerisinde yer aldığı düşünülmektedir. Bu kuruldaki bazı kişiliklerin ismi, sonradan halk tarafından öğrenildi. Aydemir Bey'de bunlardan biri idi. Aydemir Bey’e göre köşkün başına Gaffar Bey geçmeliydi zira Azat Bey soğukkanlı davranamıyordu, doğru kararlar alamayacağını düşünüyordu fakat Gaffar Bey baştan köşkte hak iddia etmeyeceğini söylemişti.
1971 yılında çok önemli bir yayın organı olan Arzın Çocukları haftalık gazetesi yayın hayatına başladı. Agâh Bey'in eski bir arkadaşı olan, Selami Bey'in yönetimindeki gazete, yayınlandığı dönemin aksine, hiddetli demeçlerden uzak, araştırmacı bir içerikle ortaya çıktı. Gazetenin editörü, Selami Bey'in yeğeni, Handan Hanım’dı.
Azat Efendi döneminde zayıflayan ve saldırganlaşan Beyaz Köşk, 1971 yılında Eminönü'nde sıkıyönetim ilan ediyor ve Büyük Postane'deki Şehir Meclisi'ni kapatıyordu. Aydemir Bey'in de üyelerinden olduğu yeni ve daha küçük meclis, bu olay öngörülerek, gizli bir bölgede açılıyordu. Bu gizli bölgenin sonradan, isyancı fare adamların kontrolü altındaki bölgeden kiralanan, karaya vurmuş bir kuru-yük gemisi olduğu açıklandı.
1971 yılı bazı şeylerin sonu ve birçok yeni oluşumun başlangıcıydı.
Yorum Bırakın