Advertisement
Advertisement

Anıl Şallıel Röportajı – “Saksafonla Hikâyeler Yazabilen Adam”

Anıl Şallıel Röportajı – “Saksafonla Hikâyeler Yazabilen Adam”
  • 0
    0
    0
    0
  •  Müziğin gerçekten bir ruhu olduğuna inanıyorsanız, onu en net hissedebileceğiniz isimlerden  biri Anıl Şallıel’dir. O, saksafonun sadece bir enstrüman değil; bir dil, bir yolculuk, bir ifade  biçimi olduğunu bizlere yıllardır defalarca hatırlattı. Türkiye’de caz müziğinin sınırlarını  yeniden çizen, her notasında bambaşka coğrafyaların izlerini taşıyan Anıl, müziğiyle olduğu  kadar enerjisi, samimiyeti ve üretme tutkusu ile de eşsiz bir karakter. 

     Henüz 15 yaşında Dave Weckl gibi bir efsaneyle aynı sahneyi paylaşarak "ben buradayım" diyen; o günden bugüne gerek solo projeleriyle, gerek “Şallıel Bros” ve “What Da Funk” gibi imza  gruplarıyla kendi müzikal evrenini kuran biri o. 2000’e yakın albüm, dizi, film ve jingle çalışmasında  adını duymuşsunuzdur belki ama onunla gerçekten tanışmak, ancak canlı bir performansında  sahnede bedenine değil, nefesine odaklanmakla mümkündür. 

     Anıl Şallıel’in müziğinde sadece cazın değil; funk'ın ritmi, Anadolu’nun kökleri, Balkanların  sıcaklığı ve İstanbul’un gece ışıkları vardır. Her projesinde yeni bir ruh hali, yeni bir bakış açısı,  yeni bir yolculuk hissi yaratmayı başarır. “166 Days” albümünde olduğu gibi sizi 166 gün boyunca  bir şehirden ötekine savurabilir; “Türk Caz Musikisi” serisinde ise size hem tanıdık hem bambaşka  melodiler fısıldayabilir. Üstelik tüm bunları yaparken gösterişin değil duygunun, kalabalığın değil  özün peşinden gider.  Biz de bu özel röportajda Anıl Şallıel’le müzikal yolculuğunu, ilham kaynaklarını, işbirliklerini ve  en çok da iç sesini konuştuk. Araya biraz kahkaha, biraz merak, bolca hayranlık serpiştirdik. Söyleşi  boyunca notalar değil ama kelimeler konuştu. Ve tahmin edersiniz ki, yine çok şey öğrendik... 


    1. Abi öncelikle beni kırmayarak röportaj teklifimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Hızlı bir
    giriş yapmak gerekirse, Türkiye'nin saksafonda önde gelen yenilikçi isimlerinden biri olarak,
    dinleyiciye her defasında taze bir soluk üflemeyi başarıyorsun. Senin için saksafon çalmak sadece
    teknik bir beceri değil, adeta bir hikâye anlatımı gibi. Bu yolculuk senin için nasıl başladı, ilk
    notalarla kurduğun ilişki nasıldı?

     Güzel sözlerin için teşekkür ediyorum, saksafon bildiğin üzere Türkiye’de pek fazla bilinen bir enstrüman değil. Bazı kişiler bu trompet mi? Trombon mu? veya klarnet mi? diyorlar, ama ben bu onu her defasında hayır bu bir saksafondur diye diye anlatıyorum, çünkü bizim insanımızın aslında alışık olmadığı bir görsel sunduğu için garip geliyor tabii ki, ama her defasında doğruyu anlatmaya çalışıyorum.

     Babam Mümin Şallıel’in özel eğitimine 8 yaşında başladım ve bu eğitim yaklaşık 5 sene sürdü, tabii ki yoğun bir çalışma programı ve müzikal bir ortamdan geçiyorsunuz ve bunu en iyi şekilde yapmalısınız . Saksafonda son dönemde icra ettiğim her şey benim senelerdir yaşadığım her hikayeyi anlatıyor, her güzel anı ve acı anıyı da barındırıyor, sonrasında zaten bu teknik bir beceri olmasından farklı bir yola evriliyor kendini bulmaya başlıyorsun ve kendini üflemeyi kendini çalmaya başlıyorsun işte o zaman gerçekten müzikten zevk almaya başlayabilirsin ki ben almaya başladım. Benim yaşadığım her an o kadar özel ve değerli ki bunu saksafona geçirebildiğim için çok mutluyum.


    2. Seninle her şarkıda başka bir kültüre yolculuk yapıyoruz, hem Doğu’nun hem Batı’nın nefesini
    duyuyoruz. Bu kadar farklı kültürü iç içe geçirip ahenkle sunmak kolay iş değil. Nelerden ilham
    alıyorsun, bu sentezi oluştururken iç sesin sana neler söylüyor?

     En başta bizim ailemizde çok değerli amcam Rıfat Şallıel, hem doğu hem de batı kültürünü çok icra eden bir sanatçıydı. Ve bir çok müzisyene yol göstermiş deneyimlerini paylaşmış bir efsane müzik adamıdır. 

     Türk kültüründe amcam dışında çok değerli Türk müziğini icra eden sanatçı ağabeylerimden de tabii ki ilhamlar zamanında almıştım, Hüsnü Şenlendirici, İsmail Tunçbilek, Göksun Çavdar, Selim Sesler, Serkan Çağrı , gibi.

     Batı kültüründe ise Türkiye’de çok değerli Aşkın Arsunan, Önder Focan, Neşet Ruacan, Aycan Teztel, Şenova Ülker, Nail Yavuzoğlu, Nurhat Şensesli, İsmail Soyberk, Volkan Öktem ve birçok değerli isimden tabii ki ilhamlar aldım ve hepsiyle de sahnede yer almam benim yaşımda bir sanatçı için gerçekten harika bir deneyim. Yurtdışında tabii ki çok beğendiğim, yeni kültüre ayak uyduran harika isimlerden ilham alıyorum .


    3. Henüz 14 yaşında Dave Weckl ile sahneye çıkan biri olarak, genç yaşta gelen başarıyı çok iyi
    yönettin. Bu kadar erken parlayan bir kariyerde, seni en çok olgunlaştıran şey ne oldu? O yıllara
    dönsen, Anıl’a ne nasihat verirdin?

     Şu anki düşüncem ile o yıllara geri dönmek isterdim tabii ki, çünkü o zaman Beyoğlu kültürü ve müzisyenlere olan saygı çok ayrıydı. Şu anki nesilde umarım saygı ve sevgiyi göz ardı etmez. Bir taraftan enstrümanı iyi icra etmem dışında sektörde her zaman iyi bir şahıs iyi bir kişiliğinin olması lazım ki böyle değerli isimlerle aynı sahneyi paylaşabil.

     Değerli Ağabeyim Orhan Osman nam-ı diğer Buzuki Orhan ile çalışıyordum ve Dave Weckl gibi dünyaca ünlü bir davulcu ile sahne paylaşmak ayrı bir heyecan ve deneyimdi. Dave Weckl’dan önce Natalie Cole ve Dee Dee Bridgewater ile Aycan Teztel yönetimindeki İstanbul Superband ile harika konserlerde vermiştik. 
    Kısaca o zamanki Anıl’a bu yolda devam etmesini söylerdim.



    4. Sadece müzik değil, birlikte üretme biçimin de ilham verici. Sahnede egoyu değil enerjiyi
    çoğaltıyorsun. Kolektif üretimde senin için en önemli şey ne? Bir projeye ‘evet’ deme sebebin çoğu zaman ne oluyor?

     Açıkcası benim kadar proje üreten birilerini son dönemde göremiyorum, çoğunlukla Cover şarkıları üstüne bir şeyler tasarlanıyor. Bu arada tabii ki hiç kimseyi kötülemiyorum ama sıfır beste her daim sanatçıyı öne çıkartır.
    Benim 10 sene içinde yaptıklarım; 2 enstrümantal albüm, 3 proje albümü . 1 adet yine son dönemde çıkardığım sanatçı arkadaşlarım ile gerçekleştirdiğim projem. Egosuz müzik olmaz ama egoyu güzel şekilde yönetirsen sahne çok farklı yerlere gider, tüm seyirci sana sevgi ve saygıyla bakar.  Çok değerli üstadlarımdan proje daveti gelince tabii ki kıramıyorum, son dönemde ise çok değerli Önder Focan - Aycan Teztel ve Nurhat Şensesli ile harika çalışmalar yaptık.



    5. Dinleyici, senin müziğini dinlerken aynı anda hem rahatlayıp hem de içsel bir sorguya giriyor.
    Sen müziğini üretirken dinleyicinin nasıl bir duyguya geçmesini umuyorsun?  Bizi düşündürmek mi, hissettirmek mi senin oyun alanın?

    İnstagram’da son dönemde ne üflersen o çıkar adlı bir seri yapıyorum, orada hem içsel hem de yaşadığım duygularımı paylaşıyorum. Kendi çaldığına duygulanabiliyorsan veya gerçekten karşı tarafa geçirebiliyorsan artık başka bir seviye de müziğe bakıyorsun. Aslında saksafonu bir Ney gibi huzur verecek bir ses haline getiriyorum, bu da tabii ki biraz zaman aldı. Ama artık hem kayıtta hem sahnelerde duygulu icra çok ön planda. Aslında hem düşündürmek hem de hissettirmek benim ilgi alanım:) 

    6. Saksafon deyince kulağımıza ilk senin tınıların geliyor, ama sen sadece ‘cazcı’ da değilsin.
    Türler arası bu özgür dolaşım hali sana neler katıyor? Funk, pop, caz, etnik… Hangisinde kendini
    daha çok ‘evinde’ hissediyorsun?

     Bu güzel deyimin için teşekkür ederim, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum diyebilirim. Beni takip eden değerli takipçilerim ve müzikseverler de bana gerekli teveccühü gösteriyorlar ve gerçekten bu konuda çok mutluyum, demek ki yaptığım şeyler doğru yerlere gidiyor ki daha yolun çok başındayım. Ben aslında kök olarak tabii ki Caz müzisyeniyim , ama Funk ,  Neo Soul , R&B’nin içine doğru şekilde yol almak ve eşlik etmek ve icra ettirmek benim en büyük görevlerimden biri diye düşünüyorum, çünkü çok küçük yaşta bu tarzlar üstüne çok çalışmalar yaptım.



     Etnik müzik konusunda senelerdir bir şeyler yapılmaya çalışıyor, ancak doğru şekilde Türk müziği ve caz’ı entegre etmek gerçekten çok zor, ben bunun üstüne çok çalıştım ve öyle büyüdüm öyle büyüyünce de karşınıza çok farklı bir müzik türü çıkmış oluyor çünkü akor yapısına melodik yapıyı ona göre tasarlamanız lazım. Gerçekten bilgi ve kıdem isteyen bir şey, etnik müzik deyip geçmememiz gerekiyor.


    7. Anıl Şallıel ve Arkadaşları” gibi projelerde hem müziğe hem dostluklara kıymet verdiğin belli. Bu albümdeki sanatçı dostlarınla stüdyoda neler yaşadınız? Biraz kulis dedikodusu alabilir miyiz?

    En başta o projede yer alan tüm şarkıcı arkadaşlarıma çok içten şekilde teşekkür ediyorum, ben senelerce stüdyolarda ve albümlerde bir sürü projeye eşlik etmiş biri olarak böyle bir proje yaptığımı söylediğimde hepsi beni kırmadan geldi. Benim hem müzikal bakışımı hem de , kendileriyle olan yılların verdiği o değerli dostluğu bu güzel albümü yansıtmış olduk. Her tarzdan kişiyi ve grubu görmek mümkün oldu, tabii ki sütü de kayıtta her anda başka deneyimler yaşıyorsunuz ama bence en güzel anlar klip çekimleriydi. Klip çekimlerinde değerli arkadaşlarım ile hem şakalaşıyoruz hem interaktif muhabbetler ediyoruz, ve sonunda da orada ne olduğunu izlediğiniz de gerçekten mutlu oluyorsunuz ve arşivlik bir iş dinleyicilerimizin karşısına sunuluyor daha ne olsun:) 


    8. Sahneye çıktığında sadece saksafon değil, adeta bir karakter canlanıyor. Sahneye çıkmadan önce
    bir ritüelin var mı? Ya da sahnede başına gelen en garip şey neydi?

     Yine bu güzel sözlerin için teşekkür ederim, sahne benim için çok önemlidir ve çok saygı duyduğum bir yerdir. Sahnede çok değerli seyircilerimizin gözleri benim üstünde veya bizlerin üstünde olduğunda iki saatlik bir performans süremiz oluyor, bu performans süresinde buraya iyi ki geldik iyi ki Anılı izlemeye geldik ve bir arkadaşıma ben eşlik ederken iyi ki onları izlemeye geldik demeliler.

     Kendi projelerimde tabii ki birtık heyecanım oluyor, ama o heyecanı çok güzel şekilde yönetiyorum çünkü 13 yaşından beri sahneye çıkıyorum ve 27 Temmuz’da 32 yaşında olacağım. Bu profesyonellikle beraber tabii ki seyirciyi de çok güzel şekilde idare edebiliyorum , saniye çıktığımda en büyük özelliğim seyircinin beni temas kurmasıdır ve bunu da başardığımı düşünüyorum açıkçası.

    Sahne öncesi genellikle tek başıma kalıyorum, yanımda hiç kimse olmuyor ve sadece seyirci için en iyisini yapmaya hazırlanıyorum. Ve sonra beni gördüklerindeki o gözlerindeki mutluluğun karşılığında ise tabii ki çok güzel bir müzik çıkıyor. 30 Nisan Dünya caz Günü’nde Babylon İstanbul’da Dolapdere Big Gang sahnesine konuk olmuştum,  oradaki seyircinin teması harikaydı.

    9. Senin müziğin bir nevi zaman yolculuğu; geçmişten bugüne, sokaktan stüdyoya.  Zamanı müzikle nasıl manipüle ediyorsun sence?  Dinleyici seni hangi zamanda hissediyor, sen kendini nerede?

    Aslında bunu benim müziklerimi dinleyen birilerine sorsak ? 

    Tabii ki birbirinden kıymetli müzik insanına sorduk ve işte aldığımız ilhan verici yanıtlar :)

    Kaan Kutalmış Damar: Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nda egitim almış biri olarak Anıl Şallıel’in yaptığı şeyin etkisi bence çok derin. Batı müziği enstrümanlarından –örneğin saksafondan– Türk müziğinde alışık olduğumuz makamları, melodileri, hatta koma seslerini duyurabilmesi ve bunları bir caz doğaçlama içinde işlemesi, hem caz müziğine hem de Türk müziğine bambaşka bir ufuk açıyor. Bu, sadece teknik bir ustalık değil; kültürel bir derinlik ve müzikal bir vizyon.



    Murat Tümer: Anıl çalmaya başladığında zaman durmuyor, bükülüyor. Sanki eski bir filmdeyim bazen, bazen de hiç yaşanmamış bir sahnede. Bir an yaratıyor ama o an sadece onun değil; hepimizin oluyor. Saksafonuyla bir hikâye anlatıyor ama kelimelerle değil —nefesle, sesle, susarak. Melodi ilerledikçe geçmişle gelecek birbirine karışıyor. Ben ne bugündeyim, ne dünde. Ama o çaldıkça, içimden bir şey “şimdi” diyor.
    Ve işte o “şimdi”—bizim zamanımız oluyor.



    Önder Focan: Bence Anıl Şallıel'in müziği geçmişten günümüze bir yolculuk değil. Anıl Şallıel'in müziği  günümüzün değişik coğrafyalarını ve değişik kültürlerinde birbirlerine geçen bir yolculuk. Dolayısıyla aslında son derece çağdaş dünya kültürünü yansıtıyor Anıl Şallıel'in müziği. Ama bunun içinde doğu, orta doğu veya  şu anda yaşadığımız coğrafyanın bütün güzel değerleri, müzikal değerleri taşıdığı gibi cazın ve ya da işte cazın disiplinini getirdiği doğaçlama yeteneğini ve bu doğaçlama disiplinin de müzün içini koyuyor. Dolayısıyla ben zaman içine yolculuk değil, çağımızın tüm kültür ve değerlerini içinde barındıran ve bunların içine çok rahatça dikisiz geçişler yapabilen bir müzik olarak nitelendiriyorum Anıl Şallıel'in müziğini.  

     Anıl Şallıel'in müziğindeki tüm renkler dün değil. Bunlar ölmüş, artık unutulmuş müzikler değil. Günümüzde yaşayan ve takipçisi olan müzikler. Dolayısıyla Anıl Şallıel anı modern çığ çalıyor. Onun için zamanda yolculuk değil. Bütün bir dünyada var olan güzel bir kültürel, bütün kültürel birikimleri bir arada yoğurmanın getirdiği ve sanatsal ve müzikal seviyeyi sunuyor.





    Selçuk Basa:  “Anıl’la birkaç kez jam session yaptık — ama onunla çalmak, sadece müzik yapmak değil, zamanda bir yolculuğa çıkmak gibi.”

     Ben profesyonel müzisyen değilim. Ama Anıl’la aynı odada müzik yapmak, zamanda küçük çatlaklar açıyor insanda. Bir anda kendini eski bir İstanbul sokağında hissediyorsun; sonra bir solo geliyor, sanki New York’ta 70’lerin bir caz kulübündesin. Ardından öyle bir groove başlıyor ki, bugünün ritmine geri çağrılıyorsun.

     Anıl’ın müziği zamanın kendisiyle oynuyor gibi. Ne tam geçmişte, ne bugünde, ne de gelecekte… Hep arada, hep akışta. Zamanı notalarla bükerken, seni de kendi iç yolculuğuna katıyor.

     Dinleyici onu dinlerken kendini hangi zamanda hisseder bilmiyorum ama, ben onunla çalarken hep bir “şimdi” duygusuna çarpıyorum. Saf, dürüst, filtresiz bir an. Ve belki de bu yüzden onun müziği hem çok tanıdık, hem de daha önce hiç duymamış gibi.



    Cemil Tatlıpınar: Anıl Şallıel in yolculuğunun ne zaman nede mekanla bir  bağı yoktur, bazen kızgın ezici, genelde özgür mutlu ve şımarık. En büyük sevdası müzik. Son olarak samimi, şaşırtıcı

    Kaan Koçak:  Anıl Şallıel, hem alaturka hem caz tınılarını; etnik ve batı müziğiyle ustalıkla harmanlayan, ülkemizin gurur kaynağı genç kuşağın en parlak saksafon ustalarından biridir. Saksafona getirdiği özgün yaklaşım, onu sadece Türkiye’de değil, uluslararası arenada da nadir bulunan bir sanatçı haline getiriyor. Yurtdışında bizi temsil edebilecek kalitede, vizyonda ve donanımda bir müzisyen.

     Stüdyoda olağanüstü bir hız ve yaratıcılıkla çalışır; birkaç dakika içinde çok katmanlı saksafon kayıtlarıyla adeta bir brass section havası yaratır. Teknik becerisi, estetik anlayışı ve üretim gücüyle her projeye profesyonel bir seviye kazandırır.



    10. Seninle yapılan her işbirliği ayrı bir tat bırakıyor, tıpkı farklı baharatlarla yapılmış bir yemek gibi.  Bugüne kadar çalıştığın isimler arasında seni en çok şaşırtan ya da beklenmedik bir uyum yakaladığın biri oldu mu?

    Müzik ve sanat veya sanatın her dalı ciddiyet ister, ciddiyet ile işini yaptığın sürece her zaman 10 adım önde gidersin. Benim etrafımdaki herkes de bu özveriyi görüyorum o yüzden beraber çok güzel işler yapabiliyoruz.

    11. Müziğin evrenselliği konusunda teoriler yazanlar var ama sen bunu sessizce ispat ediyorsun.
    Yurtdışındaki deneyimlerin Türkiye'deki üretimine nasıl yansıdı? Bir şeyleri orada öğrenip burada
    yeniden mi şekillendiriyorsun?

     Türk cazı diye bir kavram dünyada ne yazık ki henüz oluşmadı, yanlış anlaşılmasın Türk müziği ile cazı doğru şekilde entegre etmekten bahsediyorum. Herhangi bir caz standardını gidip caz festivallerinde icra etmekten bahsetmiyorum. Türk cazını dünyada tanıtma konusunda girişimler oluyor, ama değerli festival yöneticilerinin Türk Cazı ve Türk müzisyenine çok daha fazla destek vermesi gerektiğini düşünüyorum.  Ben özel bir müzik yapıyorum, saksafon ile yani bir batı enstrümanı ile saksafonu alaturka müziği Türk müziğini koyuyorum. Türk cazı neden dünyada ses getirtilemiyor ? Veya getirmiyorlar gibi gibi konular var. Ama hepsini aşacağız✨

     Yurtdışında fuarlarda konserlerde festivallerde çok fazla müzisyen‘le tanışıyorum. Türk olduğumu duyunca çok şaşırıyorlar, orada bir şey öğrenmiyorum aslında tabii ki Amerika’da Avrupa’da izlediğimiz müzisyenler var çok saygı duyduğum kişiler var bir şeyleri dinleyip copy yapmak bence benim için şu anda doğru değil. Zamanında zaten ilham aldığın kişilerden örneklerle kendi tarzını oluşturuyorsun o yüzden şu anda hiç kimseyi ilham olarak almıyorum diyebilirim kendi tarzıma odaklanmış durumdayım.

    12. Caz deyince hâlâ sadece ‘fütursuz sololar’ düşünenler olabilir ama sen bu algıyı kıranlardan
    oldun.  Sence caz müziği neden hâlâ bazı kulaklara ‘mesafeli’? Türkiye’de cazı daha ulaşılabilir
    kılmak için neler yapılabilir?


     Türkiye’de harika caz kulüpler var, bunun başını zaten çok değerli Önder Focan ve Zuhal Focan’ın kurduğu Nardis Jazz Club çekiyor, orada bir çok değerli müzisyeni sahnede ve mekanda imkanınız oldukça fazla. 
    Kulakların alışması için bence biraz canlı olarak konser izlenmeli, konserler caz müziğine olan tutkularınızı arttıracaktır sonrasında fütürsuz sololar kalkacak ve yerine içtenliği barındıran melodiler seyirciler ile buluşacaktır.

    13. Yüzlerce albümde çaldın, kim bilir kaç farklı duyguya fon oldun. Bu kadar fazla projede yer almak sana zihinsel olarak ne kazandırdı, ne götürdü? Kendini nasıl dengede tutuyorsun?

     Gerçekten çok fazla projede ve albümde yer aldım aynı zamanda bir çok dizi reklam jingle ve film müziğinde Tenor Sax , Soprano sax ve Flüt ile yer aldım ve hala da yer almaya devam ediyorum  Stüdyo müzisyenliği bence çok kutsal , seneler önce eşlik ettiğin bir şarkıyı tekrardan dinleyip o güne gidebiliyorsun o yüzden çok kıymetli. Mesela son dönemde Görkem Yenilmez’in müzik direktörlüğünde Edis ve Aleyna Tilki ‘nin seslendirdiği şarkıda eşlik ettim, Serkan Ölçer’in müzik direktörlüğünde Gökhan Türkmen’in bir şarkısına eşlik ettim, bir kaç sene sonra bu kayıtlara bakıp yine mutlu olacağım :) Ama en unutamadığın kayıtlardan birini sorarsan Türk Hava Yollarının Kabin müziklerini çalmıştım, 4 sene boyunca tüm dünyada her saniye her dakika enstrümanım ile yer aldım , benim için de güzel bir anı olmuştu. 

    14. Caz müziğiyle Anadolu’nun ruhunu buluşturan ender sanatçılardansın.  Senin müziğinde hem bir virtüözlük inceliği hem de memleket kokan bir samimiyet var.  Özellikle “Anadolu’dan Esintiler: Türk Caz Musikisi” projen, kültürel mirasımıza sahip çıkarken onu modern bir dille geleceğe taşıyan çok özel bir iş.  Bu projeyi oluştururken seni en çok etkileyen unsurlar nelerdİ Anadolu’nun hangi renkleri ya da hikâyeleri bu projeye yön verdi ve bu eserlerin caz formuna dönüşüm süreci
    senin için nasıl bir deneyimdi?

    Bu projeyi oluştururken en başta Türk kültürünü ve Türk Müziğini doğru şekilde harmanlayıp sunmak en önemli unsurumuz idi. Unutulmaz ve her biri birbirinden özel harika 6 şehirde 12 tane konser verdik, inanılmaz bir katılım ve müziğe olan değer gerçekten inanılmazdı. Proje ortağım Prof Dr. Mareechi Asu Daf ve Şiirleri ile Yunus Emre kültürünü  benim yaptığım altyapıların ve müziklerin içine entegre ederek eşi benzeri olmayan bir projeye dönüştü.  Yunus Emre enstitüsünün sloganı ‘’Gelin Tanış Olalım’’ ve biz bu sloganı müzikle de birleştirerek türk kültürünü gururla tüm konserlerimizde icra ettik.

    15. Müziğinde sınır tanımayan bir ruh var. Coğrafyaları aşarken kültürleri buluşturan, sesleri ortak
    bir duyguda birleştiren bir yolculuk bu. Azerbaycan’ın güçlü sesi Sevda Aliekperzade ile yaptığınız
    albüm de bu anlamda çok kıymetli bir köprü niteliğinde. Bu iş birliği nasıl başladı? Sevda’nın
    yorumu ve Azerbaycan müziğinin tınıları, senin müzikal anlatımına nasıl dokundu?

    Sevda Alekperzadeh dünyaca ünlü bir sanatçı, ve benim en büyük hayallerimden birini kendisiyle gerçekleştirmek gerçekten benim için çok ayrıcalıklı.  Türk müziği ve Azeri müziğinin benzer tınıları var, bu tınılara çok yakınız ve Sevda Alekperzadeh’in büyüleyici yorumu ile albüm evrensel bir bütünlük kazandı. Yeni albüm ve şarkılar da yolda, bunun da süprizini buradan vermiş olayım.



     Anıl Şallıel’le bu röportajı yapmak benim için yalnızca bir sohbet değil, ilham veren bir yolculuktu. Anıl Abi’nin müzikle kurduğu bağ, hayatla kurduğu ilişkiyi de öyle güzel anlatıyor ki; insan onunla konuşurken hem gülüyor hem düşünüyor hem de içten içe “Ben de üretmeliyim,” diyor. Çünkü o sadece iyi bir saksafoncu değil; aynı zamanda sezgileriyle, kalbiyle ve hayata bakışıyla koca bir ruhun müziğe dönüşmüş hali.

     Bu söyleşi boyunca hem çocukluk hayallerine hem de sahnede anlık doğan mucizelere tanıklık ettik.  Jazz’ın yalnızca bir tür değil, bir yaşam biçimi olduğunu bir kez daha hissettik. Anıl Abi'ye bu samimi cevapları, enerjisi ve sahici duruşu için kocaman teşekkür ederim.

     Ve bu satırları okuyan sana da… Müziği daha çok hissedeceğimiz, üretmeye cesaret ettiğimiz, yollarımızın iyi insanlarla kesiştiği günlerde yeniden buluşmak dileğiyle.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.