Sanat ve sanat tarihi üzerine yapılan entelektüel tartışmalar, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren yoğun biçimde “son” fikri etrafında dönmeye başlamıştı. Sanatın ve sanat tarihinin sona erdiği ya da farklı bir forma evrildiği yönündeki düşünceler, hem kuramsal hem tarihsel düzeyde önemli yankılar uyandırmıştı. Bu bağlamda iki farklı ama kesişen entelektüel figür öne çıkar: Arthur Danto ve Christopher Stewart Wood. Her ikisi de sanatın ve sanat tarihinin “sonu”na dair iki temel perspektif sunar. Bu makalede, Danto’nun felsefi ve Wood’un tarihsel yaklaşımı karşılaştırmalı olarak incelenecek, her iki düşünürün kavramsal çerçevesi sanat ve sanat tarihinin bugünü ve yarını bağlamında değerlendirilecektir.
Sanatın Sonu ve Felsefenin Gölgesinde Sanat
Arthur Danto, The End of Art (1997) ve After the End of Art (1998) gibi eserlerinde sanatın “sonu”ndan bahsederken, literal bir bitişten ziyade bir teleolojik tamamlanmadan söz eder. Danto’ya göre sanat, tarihsel süreçte bir “anlam üretme pratiği” olarak evrim geçirmiştir. Rönesans döneminden itibaren sanat, temsiliyet, gerçeklik ve güzellik gibi idealler etrafında şekillenirken, 20. yüzyılda bu idealler çözümlenmiş, sanat kendi doğasını sorgulayan bir forma bürünmüştür. Andy Warhol’un Brillo Box (1964) eseri, Danto’ya göre bu dönüşümün bir miladıdır. Çünkü Warhol, sanat ile gündelik nesne arasındaki ayrımı bulanıklaştırmış ve sanatın ontolojik statüsünü sorgulatmıştır.
Andy Warhol, Brillo Box (1964)
“Sanatın sonu, artık sanatın ne olması gerektiğiyle ilgili anlatıların yönlendirdiği bir evrimin sona erdiği anlamına gelir.” — Danto
Sanatın Sonrası: Pluralizm ve Anlatısızlık
Danto’nun “son” kavramı aslında bir sonsuz olasılıklar alanını işaret eder. Modernizmin anlatısal doğrultusu (örneğin Greenberg’in formalist modernizmi) çökmüş; yerine anlatısız, eklektik, çoğul bir ortam doğmuştur. Bu dönemi “sanat sonrası dönem” olarak adlandırır. Sanat artık bir tarz ya da yön izlemek zorunda değildir; çünkü geçmişteki yönelimi belirleyen felsefi anlatı sona ermiştir.
Pisuvar, Marcel Duchamp, 1917
Arthur Danto, sanat tarihini Hegelci bir çizgide okur: ona göre sanat, uzun süredir “ne olduğu” sorusu etrafında şekillenmiş felsefi bir yolculuktur. Bu yolculuk, Modernizm ile doruğa ulaşmış, ancak 20. yüzyılın ortalarında, özellikle Warhol gibi kavramsal sanatçılarla birlikte artık sanatın doğasına dair yeni bir felsefi soruya ihtiyaç bırakmayacak bir noktaya gelmiştir. Danto için bu, sanatın bir sona ermesi değil, tarihsel bir gerekliliğin tamamlanmasıdır. Sanat artık özgürdür; çünkü bir anlatıya, stile ya da programa bağlı değildir. Ne var ki bu özgürlük, aynı zamanda bir tür anlamsal dağılmayı da beraberinde getirir. Sanat artık her şey olabilir, dolayısıyla da hiçbir şey olmayabilir.
Sanat Tarihinin Sonunu Yeniden Düşünmek
Christopher Wood’un "The End of the History of Art?" başlıklı kitabı, ilk bakışta Danto’nun fikriyle benzeşen bir önerme sunar; fakat Wood’un ilgisi sanatın değil, sanat tarihinin sonu üzerinedir. Wood’a göre sanat tarihi, 18. yüzyıldan itibaren gelişen ve 19. yüzyılda akademik bir disipline dönüşen modern bir icattır. Winckelmann’dan Panofsky’ye kadar birçok figürün şekillendirdiği bu tarih yazımı, sanatı kronolojik, stilistik ve iktidar yapıları içinde sınıflandıran bir model sunar. Ancak 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde bu model işlemez hâle gelmiştir. Wood’a göre günümüzde sanat tarihi bir anlatı krizindedir.
Wood, postmodernizmin getirdiği çoğulculuk ve sanatın küreselleşmesiyle birlikte batı merkezli sanat tarihi kurgusunun geçersizleştiğini savunur. Sanat tarihi artık bir merkezden değil, çok sayıda coğrafi, kültürel ve disiplinlerarası eksenden oluşmaktadır. Bu nedenle, sanat tarihinin klasik anlamda ilerleyici bir tarih yazımı olarak sürdürülmesi imkânsızlaşır. Ancak bu, sanat tarihinin ortadan kalktığı anlamına gelmez; aksine, onun yeniden kurgulanması gerektiğini gösterir.
Wood’un iddiaları, çağdaş bienallerde sergilenen, yerel motifler ve politik kimlikler içeren sanatlarda karşılık bulur. Örneğin 2015 Venedik Bienali’ndeki Erkan Özgen’in Kürt meselesine odaklanan videoları veya Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin mülteci krizi temalı çalışmaları, batı-merkezli sanat tarihinin kategorileriyle kavranamaz. Wood’a göre bu durum, sanat tarihinin mevcut anlatısal sistemine karşı bir başkaldırıdır.
Anlatının Dağılması ve Disiplin Krizi
Christopher Wood, “son”u daha çok bir disiplin krizi bağlamında ele alır. Sanat tarihinin, Aydınlanma’dan itibaren gelişen bir bilgi düzeni olarak belirli bir işlevi vardı: sanatı kronolojik, kültürel, stilistik parametreler doğrultusunda açıklamak. Ancak küreselleşme, kültürel çoğulluk, kimlik politikaları ve dijital çağın etkisiyle bu düzen işlerliğini yitirmiştir. Sanat tarihçisi artık yalnızca Batı’nın üretimlerine bakarak bir anlatı kuramaz; çünkü sanat çok merkezli, çok yönlü ve politik olarak daha karmaşık bir hâle gelmiştir. Wood’a göre bu durum, sadece yeni bir sanat tarihi yazımını değil, sanatın tarihsel bilgisiyle ilişkimizi baştan inşa etme zorunluluğunu doğurur.
Sanatın ve Sanat Tarihinin Geleceği
Bu iki yaklaşımı birlikte değerlendirdiğimizde, sanat ve sanat tarihinin “sonu” aslında bir tür geçiş alanına işaret eder. Bu alan, eski paradigmaların sürdürülemediği, ancak yeni paradigmaların da henüz kurumsallaşmadığı bir eşiktir. Danto’nun felsefi özgürlük vurgusu, sanat üreticileri için sınırsız bir alan açarken; Wood’un anlatısal çöküş tespiti, akademi ve kültürel kurumlar açısından bir tür yöntemsel boşluk yaratır. Bu boşluk, yeni okuma biçimlerine, yeni yorum disiplinlerine ve çok dilli sanat yazımlarına kapı aralamaktadır.
Günümüzde çağdaş sanatın büyük bölümünün kavramsal, politik ya da toplumsal bağlamlara yerleştirilmesi; bienallerin, dijital müze arşivlerinin, küratöryel pratiklerin öne çıkması bu değişimi yansıtır. Örneğin Documenta gibi uluslararası sergilerde görülen sanat üretimleri, artık yalnızca estetik değil, aynı zamanda toplumsal belleğe, travmaya, iklim krizine ya da göç sorunlarına dair anlatılar sunar. Bu üretimler ne Danto’nun modernist öz-benlik felsefesiyle ne de Wood’un klasik sanat tarihiyle tam anlamıyla okunabilir; çünkü bunlar, hem sanatın hem de tarih yazımının sınırlarını zorlamaktadır.
Yeni Soru: “Sonra Ne?”
Dolayısıyla sanatın ve sanat tarihinin sonunu ilan etmek, bu alanların tümden değersizleştiği anlamına gelmez. Aksine, bu türden sonlanmalar, bir çağın kapanışını, yeni soruların ve kavramların doğumunu simgeler. Bugün belki de sormamız gereken soru, “Sanat sona erdi mi?” değil; “Sanat, bu yeni dünyada nasıl anlam kazanabilir?”dir.
Belki de sanat tarihi, artık bir “tarih” olmaktan çıkıp bir tür “arşiv kuramı”na dönüşmelidir. Sanat ise, yalnızca bir ifade biçimi değil, aynı zamanda toplumsal belleğin dinamik bir formu olarak düşünülmelidir. Bu bağlamda, Danto ve Wood’un ortaya koyduğu tartışmalar, bize yalnızca “bir son”u değil, aynı zamanda çok yönlü başlangıçları da düşünme fırsatı sunar.
Daha Fazla Okuma ve Referanslar
- Danto, A. (1997). The End of Art. Princeton University Press.
- Danto, A. (1998). After the End of Art: Contemporary Art and the Pale of History. Princeton University Press.
- Wood, C. (2019). The End of the History of Art? Princeton University Press.
- Warhol, A. (1964). Brillo Box. The Andy Warhol Museum.
- Venedik Bienali Raporları (2015). International Art Discourse and Locality.
Yorum Bırakın