"Sanırım vücudum bu 36 saatlik günlere alışıyor"
Shane Carruth’un 2004 yapımı Primer adlı filmi, düşük bütçesi (yaklaşık 7.000 $) ve son derece karmaşık zaman yolculuğu anlatısıyla modern bilim kurgu sinemasında istisnai bir yere sahiptir. Yanlışlıkla zamanda yolculuk yapmayı öğrenen iki adamı anlatan film, Hollywood’un parlak efektlerinden ve didaktik anlatımından uzak durarak izleyicisine neredeyse matematiksel bir denklem gibi sunulur. Birçok kişi için ilk izlenişte anlaması güç olan bu film, teknik diyaloglar, sıradan mekanlar ve soğuk anlatımıyla izleyicisini içine çekmek yerine dışarıdan bir gözlemci gibi bırakır. Ancak bu mesafe, Primer'ı yüzeyde değil, derinlerde analiz etmemizi zorunlu kılar.
Hikâyenin Yüzeyi
Aaron ve Abe, iki mühendis, bir garajda projeler geliştirir. Başlangıçta bir tür süper iletken deneyinden yola çıkarlar, ancak deneyleri zaman içinde yolculuğa imkân tanıyan bir cihaz yaratmalarıyla sonuçlanır. Bu cihaz, zamanı tersine çevirebilen bir “zaman kutusu”dur.
Ancak film, bu andan itibaren “zaman makinesi yapıldıktan sonra ne olur?” sorusuna cevaben klasik bilim kurguların aksine kahramanlık ya da büyük felaketler değil; ahlaki çözülme, güven kaybı, paranoya ve kimlik bulanıklığı üzerine eğilir.
Abe, zaman makinesinin çalıştığını ilk fark eden kişidir. Bu gerçeği Aaron’dan bir süre gizleyerek denemeler yapar. Daha sonra Aaron’a bir bankta oturarak durumu açıklar. Ona, geçmişe dönüp tekrar aynı günü yaşamanın mümkün olduğunu gösterir. Zaman kutusu, belli bir süre öncesine dönmeyi sağlar ama yalnızca makine çalıştıktan sonraki zamana kadar geri gidilebilir. Yani cihaz açıldığında bir zaman penceresi oluşur ve kutunun içinde geçen süreye eşdeğer biçimde geçmişe dönülür.
Başlangıçta, Aaron ve Abe bu icadı küçük çaplı borsa spekülasyonları yapmak için kullanırlar. Her sabah erkenden kalkıp kutuyu açar, bir otel odasında bekler ve gün sonunda kutunun içine girerek sabah saatlerine dönerler. Bu sayede piyasalardaki kazançlı işlemleri önceden bilerek para kazanmaya başlarlar. Bu döngü giderek alışkanlık halini alır, ancak zamanla her şey karışmaya başlar.
İkili, zaman yolculuğunu kullanarak daha büyük sorunları çözmeye girişir. Özellikle bir partide yaşanan silahlı bir olayı engellemeye çalışırlar. Bu noktadan itibaren işler karışır, çünkü bu eylemler yeni zaman çizgileri yaratır ve farklı versiyonlar oluşur. Aaron, olayları daha fazla kontrol altına alabilmek için, Abe’in haberi olmadan geçmişe dönerek kendisinin bir versiyonunu ortadan kaldırır ve olayların kontrolünü ele alır. Bu da zamanın “orijinal” akışını bozar.
Aaron'un gizli planları sonucunda, ses kayıtlarıyla kendi geçmiş versiyonuna talimat vermeye başladığı ortaya çıkar. Artık yalnızca geçmişi yaşamıyor, aynı zamanda onu şekillendiriyordur. Öte yandan Abe, işlerin kontrolden çıktığını fark eder ve daha önce hazırladığı “fail-safe” kutusunu devreye sokar: Bu kutu, zaman makineleri yapılmadan bile önceki bir zamana dönmesini sağlar. Ama ne yazık ki bu bile karmaşayı çözmez, çünkü Aaron çoktan işleri manipüle etmeye başlamıştır ve birkaç versiyonu birden vardır.
Filmin sonlarına doğru her şey belirsizleşir. Kim “orijinal” Aaron veya Abe, kim zaman yolcusu, kim kopya belli değildir. Aaron, yaşananları tamamen terk etmeye karar verir ve yurt dışına giderek dev bir zaman makinesi inşa etmeye başlar. Abe ise bulunduğu şehirde kalır, zaman makinelerinin gelecekte kullanılmaması için orijinal kutuların kurulduğu alanları sabote etmeye ve olayları izole etmeye çalışır. Film, herhangi bir kahramanlık ya da çözümle değil, bilimsel bir keşfin insan psikolojisini nasıl çökerttiğiyle biter.
Zaman Akışının Parçalanması
Primer'ın kurgusu lineer değildir. Zaman, film boyunca defalarca kıvrılır. Karakterlerin zaman içinde sürekli ileri-geri gitmesiyle birden fazla “versiyon” oluşur. En sonunda, karakterlerin kaç versiyonu olduğu bile belirsiz hale gelir.
Filmde zaman yolculuğu döngüleri şu şekilde işler:
- Kutu açıldığında zaman ilerler.
- Kutunun içine giren kişi, zamanın başına geri döner.
- Böylece kişi, o kutunun çalışmaya başladığı andan sonraya gitmiş olur ama geçmişe dönmüş sayılır.
Filmde, ne zaman ve nasıl seyahat edebileceklerinin bir sınırı vardır. bu kurallar, sınırlamalar, mantıksal ve bilimsel olarak şaşırtıcı bir şekilde ele alınmaktadır. Her yolculuk yeni bir olasılığın ortaya çıkışı. Bu da Hugh Everett’in “çoklu evrenler” teorisini çağrıştırır. Bir kişinin birçok versiyonu, aynı anda var olabilir.
Primer, zaman yolculuğunu bir anlatı aracı değil, felsefi bir sorgulama alanı olarak işler. Filmde zaman makinelerinin ortaya çıkışı, bir “icat”ın doğrudan sonuçlarından çok, bu icadın yarattığı bilişsel ve ahlaki bozulmalarla ilgilidir. Aaron ve Abe’in zaman makinelerini kullanmaya başlaması, onları dış dünyadan koparır ve gittikçe yalnızlaşan, kendi içlerinde kapanan bireylere dönüştürür. Filmde karakterlerin dış dünyayla olan bağları—ailesi, işi, toplumsal rolleri—zamanla silikleşir. Bunun yerine geçmişi yeniden inşa etmeye çalışan, olaylara tanrısal bir müdahale gücüyle yaklaşan bireyler ortaya çıkar. Bu durum, insanın zamanı kontrol etme arzusunun, öznel bütünlüğünü nasıl bozduğunu gösterir.
Film boyunca belirginleşen bir diğer tema da özgür irade ile deterministik yapı arasındaki gerilimdir. Aaron’un geçmişte yaşadığı olayları kontrol altına almak için ses kayıtlarıyla kendini yönlendirmesi, bireyin geleceğiyle ilgili tüm belirsizlikleri ortadan kaldırma arzusunu yansıtır. Bu, aynı zamanda özgür iradeye bir saldırıdır: Kişi, kendi geçmiş benliğine müdahale ederek onu yönlendirir ve kararlarını belirler. Bu durum felsefi olarak, öznenin kendi iradesiyle çelişen bir özne haline gelmesine, yani “kendi kendisinin kuklası” olmasına yol açar. Böylece film, teknolojik bir aracın nasıl ontolojik bir krize neden olabileceğini gözler önüne serer.
Filmde anlatımın bilinçli olarak çözülmesi ve karakterlerin kimliklerinin bulanıklaşması da bu entelektüel yapının bir parçasıdır. Seyirci, kimin orijinal, kimin kopya olduğunu anlayamaz hale gelir. Bu, sadece anlatıdaki kafa karışıklığı değil; aynı zamanda kimlik, süreklilik ve gerçeklik kavramlarının da film evreni içinde anlamsızlaştığını gösterir. Özellikle Aaron’un aynı anda üç farklı versiyonunun var olması ve bu versiyonların birbirlerinin yerini alması, bireysel sürekliliğin kırılganlığını açığa çıkarır. Kişi, zamansal bir bütünlük içinde tanımlanamayacak hale gelir.
Primer, aynı zamanda ahlaki sorumluluğun parçalanmasını da merkezine alır. Karakterler geçmişe müdahale ederken, eylemlerinin sonuçları üzerine düşünmeyi bırakırlar. Her müdahale, yeni bir versiyon yaratır ama bu versiyonların “sorumlu” olup olmadığı belirsizdir. Bir kişi, gelecekteki halinin geçmişteki kararlarından sorumlu tutulabilir mi? Yoksa zaman yolculuğu, etik sorumluluğu tamamen ortadan mı kaldırır? Film, bu soruları doğrudan sormaz ama anlatının yapısıyla izleyicinin zihnine işler.
Sonuç olarak Primer, klasik bilim kurgu anlatılarının ötesine geçerek, insan zihninin zaman, kimlik ve kontrol arzusu karşısında yaşadığı çatışmayı merkezine alır. Film, yalnızca karmaşık yapısıyla değil; bireyin etik, psikolojik ve felsefi varoluşunu sorgulamasıyla da entelektüel bir derinlik sunar. Shane Carruth’un kullandığı dil, kurgusal yapı ve görsel sadelik, bu anlatıyı destekleyerek filmi hem minimalist hem de düşünsel olarak maksimalist bir noktaya taşır. Primer, zamanın akışı değil, zamanın insan üzerindeki yıkıcı etkisiyle ilgilenir. Ve belki de en çok bu yönüyle, bilim kurgu sinemasının en etkileyici ve en rahatsız edici filmlerinden biri haline gelir.
Filmle ilgili bazı zorluklar
Filmde açıklamalar seyirciye değil, karakterlere yöneliktir. Gerçek mühendislerin jargonuyla yazılmış gibi görünen diyaloglar, anlamı zorlaştırır ama dünyayı daha inandırıcı kılar. Film, “anlamanızı istiyorum” değil, “bizi izleyebilirsiniz” der. Şahsi olarak filme hayran kalsam da izleyen hemen herkes gibi ben de neler olup bittiğini anlamakta zorlandım. Konusunun güçlü yanları var ama çoğunu anlamak çok zor.
Aynı zamanda görsel anlamda soluk, sıcak renklerle donatılmış film; izleyicide hayal kırıklığı, tedirginlik ve dikkatli bir izleme isteği yaratır. Sahne geçişleri çoğunlukla keskindir; rüya ya da halüsinasyon gibi gelebilir. İnanılmaz derecede düşük bütçesini ve sınırlı prodüksiyonu anlayışla karşılasam da, sinematografi çok vasat kalıyor.
Yine de tüm bu zorlukları birleştirdiğimizde filmin, sanki bir film değil de gerçek hayatta bu olayları yaşayan iki arkadaşın sohbetine kulak misafiri olup dinlemiş gibi hissediyorsunuz. Yani filmin olumsuz yönleri onu süper gerçekçi kılıyor.
Primer hikaye anlatımında iddialı ama uygulamada değil. Burada zaman yolculuğunu oldukça sevdim, ancak sadece karakter gelişimi açısından değil, aynı zamanda duygu ve drama açısından da daha fazla ivme istedim. İyi yönetilmiş ve iyi bir temposu var, ancak daha uzun olabilirdi ve çok daha iyi gerçekleştirilmeli ve açıklanmalıydı. Filmin sonu da beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Filmin daha fazla bilimkurgu alanına ve en azından bazı efekt odaklı sahnelere girmeyi reddetmesi benim için oldukça sinir bozucuydu. Ancak yine de konusunu benzersiz ve sert bilimkurgu hayranlarına tavsiye edecek kadar ilginç buldum.
Sonuç
Ortalama bir izleyici için oldukça karmaşık ve sanatsal bir film için süper kusurlu. Sadece 7.000 dolara yapılmış gizemli, orjinal ve temeli sağlam bir bilim kurgu filmi. Ancak anlamak için birden fazla kez izlenmeli ya da bir kez izleyip incelememe geri dönebilirsiniz...
Yorum Bırakın