Eyes Wide Shut (1999), Stanley Kubrick. Film, Arthur Schnitzler'in 1926 tarihli Traumnovelle (Rüya Romanı) eserinden uyarlanmış olup, 20. yüzyıl sonu Amerikan orta sınıfının idealize edilmiş evliliğinin ardındaki cinsel ve duygusal krizleri inceler. Kubrick, filmin görsel dilini ve ritmini bilinçli olarak bir rüya atmosferinde kurarak tekinsizlik hissini sürekli kılmaktadır.
Stanley Kubrick’in son vedası Eyes Wide Shut, perdede gördüğümüz Amerikan rüyasının ardındaki kırılganlığı ve karanlığı fısıldar. William (Bill) ve Alice Harford, dışarıdan kusursuz görünen, imrenilesi bir hayatın figüranlarıdır. Oysa filmin ilk anları, banyo kapısının aralığından sızan ışıklar gibi, bu mükemmeliyetin sahte olduğunu, özel anların ve mahrem alanların çoktan kırılmaya hazır olduğunu hissettirir.
İdeal Erkeğin Yetersizlik Korkusu
Bütün hikâye, Alice’in o gece, sarhoşluğun ve bastırılmış arzuların ağırlığı altında anlattığı itirafla başlar. Karısının, aklından geçen tutkulu bir fanteziyi, başka bir adamla yaşama arzusunu dile getirmesi, Dr. Harford’ın kimliğinin tam kalbine inen bir darbedir. Bu, onun için sadece bir ihanet fantezisi değil, bir yetersizlik hissi, yani erilliğini ve eşi üzerindeki mutlak sahipliğini kaybetme korkusunun aniden geri dönüşüdür. William, kıskanç olmadığını iddia etse de, karısının imgeleminde kendisine yer bulamayan o yabancı figürü sindiremez.
İşte tam bu noktada, William’ın zihni paranoya ile örülmeye başlar. Karısının dürüstlüğünü sorgulamak yerine, kendisi de doyumsuz bir avın peşine düşer. Geceye doğru attığı her adım, Alice’in anlattığı o hayali erkeğe karşı kendini kanıtlama çabasıdır. Bu çılgınca aldatma dürtüsü, evliliğindeki sıkıntıyı bastırmak için kullandığı bir kılıf mı, yoksa aklının ona oynadığı bir sanrı oyunu mudur? Artık William, dış dünyanın yansımalarına değil, kendi içindeki fırtınaya tepki vermektedir.
Fidelio: Sadakatin Lanetli Şifresi
William’ın karanlık labirentteki yolculuğu, onu zenginliğin ve gizemin en derin noktasına, gizli bir ritüelin yapıldığı malikaneye götürür. Tuhaf bir ironiyle, bu cinsel ayine giden kapının şifresi **"Fidelio"**dur; yani sadakat.
Tam da kendi sadakatinin pamuk ipliğinde sallandığı bu anda, William en çok ihtiyaç duyduğu şeyi, dürüstlüğü aradığı yerde, gizlenmiş bir ahlaksızlıkla karşılaşır. Piyanist Nick Nightingale’ın "gece şarkı söyleyen" anlamına gelen adının aksine, getirdiği haberler William’ın ruhuna korku salar.
Malikanenin ürpertici atmosferinde, William sürekli bir yabancıdır. Herkesin yüzündeki maskeye rağmen, gözler tüm çıplaklığıyla duyguları ele verir; garipseyen bakışlar William’ın rahatsızlığını net bir şekilde yansıtır. Arabasını bekleten tek kişinin kendisi olması, bu eylemin mantıksızlığı, yolculuğunun gerçeklik algısını kırar ve izleyicide "bu bir rüya mı?" sorusunu uyandırır.
Ayinin Soğukluğu ve Çıplak Savunmasızlık
Filmdeki gerilimi ve korkuyu besleyen cinsellik ve ayin temaları, en çok ses tasarımıyla güçlenir. Kırmızı pelerinli yöneticiye eşlik eden ürpertici müzik, Macar besteci György Ligeti'nin Miserere'sinin ters çevrilmiş halidir. Temelde Tanrı'ya yakarış olan bir duanın bu şekilde ters çevrilmesi, eylemi kutsallıkla sapkınlık arasında, rahatsız edici bir yere koyar. Bu müzik, ritüelin şeytani bir güçten ziyade, ritüelize edilmiş, duygusuz cinselliğin soğukluğunu vurgular. Bilinçli bir manipülasyonla, izleyiciye "her şey normal gibi, ama anlamlandıramıyorum" hissi verilir.
William, ayine ait olmadığı anlaşıldığında maskesini çıkarmaya zorlanır. Bu an, yalnızca kimliğinin değil, bütün savunma mekanizmalarının da sökülüp atıldığı, apaçık bir çıplaklık ve küçülme anıdır. Kendisine ceza verileceği söylendiğinde, partideki gizemli kadının kendini feda etmesi, rüya mantığı içinde William’ın ezici suçluluk duygusundan kurtulma arzusunun son çırpınışıdır.
Geri Dönen Suçluluk: Yastıktaki Maske
William’ın gece serüveninden sonra eve döndüğü sabah, kâbusun gerçekle karıştığı anı yaşar: Karısının yattığı yatakta, gece kaybettiği maskeyi bulur. Bu maske, artık bir parti aksesuarı değil, dün gece yaptıklarının somutlaşmış halidir; suçluluğun ve paranoyasının fiziksel bir timsalidir.
Alice’in o sırada, William'ın yaşadığı ayini tarif eden bir kâbus görmesi, bu psikolojik krizin artık ortak bir alana taştığını gösterir. William'ın ise sürekli uykusuz kalması, gerçeklik algısının kalıcı olarak bozulduğuna dair son kanıttır.
Kubrick, filmin sonunda bize "gözlerini aç" çağrısını yaparken, aslında William'ın ve modern insanın yaşadığı ironiyi vurgular: Bütün gece gözleri sonuna kadar açıktı (Eyes Wide Open) ama yaşadıkları, ancak kapalı gözlerle (Eyes Wide Shut) görülebilecek türden, derin bir nevroz ve bilinçdışı fanteziydi. William, bu kâbusu yaşayarak belki de evliliğini kurtarmıştır, ancak artık asla eskisi gibi tam anlamıyla huzurlu olamayacaktır.




Yorum Bırakın