Sinema tarihinin en popüler serilerinden Star Wars'un tanınan karakterlerinden Han Solo'nun hikayesini anlatan "Solo: A Star Wars Story", uzun bir bekleyişin ardından dün vizyona girdi. Serinin önceki filmlerinde Harrison Ford'un ''cool'' ve umursamaz tavırlarıyla popüler kültürdeki yerini sağlamlaştırdığı karakter, yeni filmde Coen Kardeşlerin son filmi ''Hail, Caesar''dan hatırlayacağımız Alden Ehrenheich tarafından canlandırılıyor.
Filmle ilgili düşüncelerimize geçmeden önce prodüksiyon aşamasında yaşanan dramadan kısaca bahsetmekte fayda var. Çekimlere üç hafta kala, 21 Jump Street ve The Lego Movie'yi yöneterek kendi hayran kitlelerini oluşturmuş Chris Miller ve Phil Lord, serinin Disney kanadına girmesinden sonra Lucasfilm'in başına geçen yapımcı Kathleen Kennedy tarafından kovulmuş, yerlerini görece daha ''sıkıcı'' bir seçim olarak görülebilecek Oscar ödüllü sinemacı Ron Howard'a (A Beautiful Mind, Willow, Cinderella Man) bırakmışlardı. Star Wars gibi büyük çaplı bir seriyi ele alan stüdyonun ince eleyip sık dokuması, yönetmenlerden çizilen plana uymalarını beklemesi tuhaf bir durum değil, ancak başta kulağa çok iyi bir fikir gibi gelmeyen Solo: Han Solo filminin altından kalkabilecek, olmayacak fikirlerden iyi filmler çıkarabilen (yılların Lego oyuncaklarından antolojik bir kendini bulma hikayesi çıkaran The Lego Movie gibi) Lord-Miller ikilisinin kovulması serinin hayranlarında biraz hayal kırıklığı yaratmıştı. İkilinin yerine gelen Howard, kendisine verilen sürede filmin yüzde seksenini yeniden çekmiş ve stüdyonun memnun kaldığı son haline getirmiş. Önceki yönetmenlerin kovulma nedeni olarak doğaçlama ağırlıklı çalışma tarzları ve tonu macera filminden komediye kaydırmaları gösteriliyor. Filmin bir yerinde Woody Harrelson'ın canlandırdığı Beckett karakterinin söylediği gibi, "plana sadık kalmadan doğaçlama yapmaları" kovulmalarına zemin hazırlamış diyebiliriz. Önümüzdeki günlerde Lord-Miller imzalı bir Han Solo filminin elimizdekinden ne kadar farklı olacağını yapılacak incelemelerle daha iyi göreceğimizden eminiz, ancak şimdilik yeni izlediğimiz Ron Howard filminin artılarına ve eksilerine bakmakta fayda var.
Solo: A Star Wars Story, yetmişler ve seksenlerde çocuk yaşlarda olan neslin büyüyüp popüler kültürü şekillendirdiği dönemde ortaya çıkan nostalji rüzgarını arkasına almak için elinden geleni yapan, yeri geldiğinde garantici görünme pahasına John Williams imzalı meşhur tema müziğini patlatan, bazen serinin bilindik karakterlerinin sürpriz yaparak ortaya çıktığı, ana karakterin ''Star Wars Dünyası''ndaki ayrıksı konumundan sonuna kadar faydalanan bir film. Marvel'ın Guardians of the Galaxy ile büyük başarı elde ettiği günümüzde bu hamleler göze batmıyor, hatta filmin neden ''gerekli'' olduğu sorusunu da cevaplandırmış oluyor. Bu garantici havaya rağmen Solo serinin diğer filmlerinden birçok konuda ayrışıyor. İşin ''force'' boyutuyla ve ışın kılıçlarıyla ilgilenmemesi, daha önce pek içine girmediğimiz suç dünyasından karakterlerle tanışmamız ve idealize olmayan bir aşk hikayesini merkeze alması bunlardan birkaçı. Alden Ehrenheich, Harrison Ford'un başta bahsettiğimiz umursamaz tavrını direkt kopyalamak yerine karaktere kendince farklı bir karizma katmak için elinden geleni yapıyor ve bağımsız değerlendirildiğinde ikna edici olsa da orijinal Han Solo'yu büyülü kılan havayı tekrar etmekte zorlanıyor (çekim sürecinde stüdyonun genç oyuncunun performansından memnun olmadığını ve sette yardımcı olması için bir oyuncu koçu tutulduğunu da ekleyelim). Kendi dünyasında değerlendirildiğinde başarılı bir ''serseri'' portresi çizse de seriyi çocuğu gibi gören hayranlar bu yeni portreyi kucaklamakta zorlanabilir. Bu farklı Han Solo'nun nasıl bir tepki alacağını görmek için filmin üstünden biraz zaman geçmesini beklemek gerekiyor belki de; zira büyük çaplı Hollywood filmlerinin vizyona girdiği hafta sonu aldığı yorumlardan konsensusu belirlemek pek mantıklı değil. Serinin geçtiğimiz sene sonunda izlediğimiz sekizinci filmi The Last Jedi da ilk hafta sonunda oldukça beğenilmiş, ''o kadar da iyi olmadığı'' yönündeki yorumların kontrolü ele alması için en azından birkaç hafta geçmesi gerekmişti hatırlarsanız.
Son yıllarda rol aldığı büyük çaplı filmlerin çoğunda hayat verdiği ''huysuz mentor'' karakterleriyle dikkat çeken Woody Harrelson, burada galaksinin kirli adamlarının işlerini halleden bir çetenin başındaki Beckett karakteriyle karşımıza çıkıyor. Kendilerine ait gemileriyle yaptıkları hırsızlıklardan pay alan bu ekibe bir anlamda ''Star Wars evreninin Guardians of the Galaxy'e cevabı'' da denebilir. Özellikle Jon Favreau'nun seslendirdiği Rio'nun Rocket Raccoon benzerliği dikkat çekici. Görece daha iyi düşünülmüş yeni karakterlerden bazıları, Paul Bettany'nin hayat verdiği korkutucu gangster Dryden Vos, sürekli ana karakter tarafından kurtarılmayı beklemeyen bir kadın karakter olarak dikkat çeken Qi'ra (Emilia Clarke), politik doğrucu droid L3 (Phoebe Waller-Bridge) ve tabii ki Donald Glover'ın incelikli performansıyla öne çıkan Lando Calrissian. Yer aldığı sahnelerin çoğunda diğer oyunculardan rol çalan Glover, rolü canlandırabilecek en uygun genç oyuncu belki de. Filmin Lando'ya yeterince eğilmemiş oluşuna hayıflanmamak zor, ancak geçtiğimiz günlerde açıklandığı üzere, karaktere özel bir spin-off filmin çekilecek olması da oldukça isabetli bir hamle.
Filmin temel sorunlarından biri de, her biri oldukça havalı olan kısımlara yeterince eğilmemesi, bütünlük arz eden bir yapı oluştururken temeli hakkıyla atılan bazı şeylerin hakkının verilememesi. Droid haklarını savunan L3'nin altı güçlü bir politik yorumla doldurulamamış; belki de Disney etkisiyle, hakkıyla yapılmış bir eleştiri olabilmekten uzak. Sosyal alegori amaçlanarak yapılmış hamlelerin çoğu hedefine ulaşamadığı gibi filmi ana ekseninden (Han Solo'nun pilot olmayı hayal eden serseri bir gençten galaksinin en iyi pilotuna dönüşme macerası) uzaklaştırıyor. Filmin karakterlerin orijinini açıklamaya uğraştığı sahnelerin çoğu da alınan riskin hakkını veremiyor; bu yanlış atılan adımlardan en büyüğü de Han'ın adını aldığı, "bundan sonra senin adın Kemal olsun" tadındaki sahne diyebiliriz. Filmi izlememiş okurlarımızın tadını kaçırmamak için daha fazla detaya girmiyoruz.
Orijin hikayesi anlatmanın gereği olarak, filmde orijinal üçlemede gördüğümüz ancak kaynağını o kadar da çok merak etmediğimiz ögeler de açıklanıyor (Millennium Falcon, Han-Chewie ilişkisi, meşhur ''Kessel rotası'' gibi). Önceki filmler bu detayları hikayeyi ilerleten eğlenceli eklentiler olarak sunarken, bu detayların üzerine inşa edilen bir filmin belli başlı tuzaklara düşmemesini beklemek de haksızlık olur. Film ilk açıklandığında yapılan yorumlar, olası bir Han Solo filminin oldukça zevkli olacağı, ancak o kadar da gerekli olmadığı yönündeydi. Başta söylenecek sözü sonda söylersek, ''Solo: A Star Wars Story''nin ağızda bıraktığı tat tam olarak bu. Vaatlerinin çoğunu yerine getiriyor, hakkını veremediği noktalar da var; ancak daha çekim aşamasında türlü sorunlarla boğuştuğu düşünüldüğünde, başkasının vizyonunu devralmış Ron Howard'ın fena bir iş çıkarmadığını da söylemek gerek. Disney'in ana seriden ayrı hareket eden ''A Star Wars Story'' başlıklı filmleri içinde de özel bir yere sahip olacağı, özellikle arkasından gelecek devam filmleri (ve sözü verilen Lando spin-off'u) ile kanondaki yerini sağlamlaştıracağı ise kesin gibi.
Yorum Bırakın