The Beatles’ın hiç var olmadığı bir dünyada yaşamayı hayal edebilir miyiz? Mucizeler hayatımızın bir parçası olsalar da, efsanevi İngiliz grubunun bize kattıklarını silebilecek seviyeye gelmeleri, Danny Boyle ve Richard Curtis için de hayal sınırlarını aşıyor. 2019 yapımı film “Yesterday”, müzik kariyerine devam etmekte zorlanan Jack Malik’in, tüm Dünya’da aynı anda yaşanan bir elektrik kesintisi sonrası, Beatles şarkılarını hatırlayan tek insan olduğunu fark etmesi ve kariyerinin yükselişe geçmesini konu alıyor. Trainspotting, Slumdog Millionaire ve 127 Hours gibi başarılı yapımların yönetmen koltuğuna oturmuş olan Oscar ödüllü Danny Boyle, filmografisine bambaşka bir ekleme yaparken sinemaya yeni bir tat kattı mı sorusunun cevabının olumlu olması ise neredeyse imkansız. Oyuncu kadrosunda Himesh Patel, “Baby Driver” filminden de tanıdığımız Lily James, “Blade Runner 2049” performansıyla adından söz ettiren Ana de Armas, iki Emmy ödüllü Kate McKinnon, dört Grammy ödüllü müzisyen Ed Sheeran, Joel Fry ve Camille Chen gibi isimler yer alan Yesterday’in senaryosu ise Richard Curtis’e emanet edilmiş.
Bir markette yarı zamanlı çalışarak geçimini sağlayan ve ailesiyle yaşayan Jack Malik, verdiği küçük çaplı konserlerden bir türlü olumlu reaksiyon alamaz ve sık sık müzik kariyerini noktalamayı düşünür ama küçüklük arkadaşı, menajeri ve en büyük destekçisi Ellie buna izin vermez. Tüm dünyaya Beatles’ı unutturan mucizevi bir elektrik kesintisi sonunda önüne büyük bir fırsat çıkan Jack’in iki seçeneği vardır; Dünya’nın en iyi söz yazarı olmak ya da herkesi Beatles şarkılarından sonsuza kadar mahrum bırakmak. Beatles şarkılarını kendisininmiş gibi göstererek kayıt almaya başlayan Jack, zamanla keşfedilir. Ed Sheeran’ın kendisini ön grubu olarak yanına almasıyla iyice yükselişe geçen Jack, bir anda kendisini Amerika’da bulur. Şöhret basamaklarını tırmandıkça karakterinde de değişimler başlar. İngiltere’de öğretmenliğe devam eden Ellie ile artık görüşemez olur, aralarındaki aşkın farkına vardığında ise iş işten geçmiştir. Kariyerinin zirvesine yaklaştığı sırada hem şarkıları çalmasının verdiği vicdan azabı hem de Ellie’ye karşı duyguları onu yeni bir seçime zorlar.
Beatles grubunun sevilen şarkılarını dinledikçe keyiflendiğim, tipik İngiliz komedisinin başarılı olmaya yakın bir örneğini sergileyen filmin fireleri ise bir hayli fazla. Aynı zaman diliminde adeta bir paralel evren yaratılarak verilen hafıza kaybının, aslında tipik bir zaman yolculuğu hikâyesi olduğu gözlerden kaçmıyor ve zamanda yolculuk yapmamaları, konunun klişeliğinin azalmasına hiç de yardımcı olmuyor. Beatles ile birlikte sadece izleyenleri güldürmek için unutturulan sigara, Coca Cola ve daha birçok ögenin senaryodaki varlığı komik olmaktan çok mantıksız ve üzücü detaylar olmanın ötesine gidemiyor. Ülkemiz dışındaki örnekleri bir yana, Arif V 216 ve Zaman Makinesi 1973 gibi Türk filmleri de müziği işin içine katarak aynı konuyu işlemişlerdi. Jack’in yaşananlardan pişman olup, istasyona giden Ellie’yi durdurmak için arkasından son sürat koştuğu sahnenin de sinema severleri heyecanlandırmaktan çok hayal kırıklığına uğrattığını düşünmemek elde değil. Kendi kliplerinde bile oynamaya acilen son vermesi gereken Ed Sheeran ise, filmin profesyonelce çekilmiş uzun metrajlı bir yapım olduğuna inanmamı güçleştirmek için yine elinden geleni ardına koymamış. Sadece şarkı söyleyip arkasını döndüğü, neredeyse hiçbir oyunculuk gerektirmeyen küçük Game of Thrones rolünde bile sırıtmayı başaran Ed Sheeran, umarım bir daha sinemaya film müziği yapmak dışında bir katkıda bulunmaya çalışmaz, zira I See Fire, hâla zevkle dinlediğim başarılı bir iş. Film boyunca ne Beatles grubu ile tam olarak özlem giderebiliyoruz ne de kaliteli bir aşk hikâyesi izliyoruz. Filmin ve aşk hikâyesinin nasıl sonlanacağını tahmin etmek hiç zor değil, üstüne üstlük seyircinin yüzüne bir gülümseme iliştirmek dışında herhangi bir kaygı görmek de mümkün olmuyor.
Bizleri Liverpool’a götürerek Penny Lane’de yürüyüşe çıkaran, Eleanor Rigby’nin hikâyesini derinden inceleyen sahneleri ve başarılı Beatles aranjmanları ile sevindiren Yesterday, bu yönlerini bir kenara bıraktığımızda ise vakit geçirmelik, vasat bir film bile olamayarak Danny Boyle’u sınıfta bırakıyor.
Yorum Bırakın