1917, geçtiğimiz günlerde sahiplerini bulan 92. Akademi Ödülleri'nde "En İyi Film" ve "En İyi Yönetmen" dahil toplam on dalda Oscar adayı oldu ve bu ödüllerin üçünü (Görüntü Yönetmeni, Ses Miksajı, Görsel Efekt) kazanmayı başardı.
İngiliz yönetmen Sam Mendes imzalı film, Büyük Britanya adına savaşan kıdemsiz onbaşı Blake (Dean-Charles Chapman) ve yine kıdemsiz olan onbaşı Schofield'in (George Mackay), aralarında Blake'in kardeşinin de bulunduğu öncü birlikteki askerlerin hayatını kurtaracak bir bilgiyi iletmekle görevlendirilmesini konu ediniyor.
Hepimiz İkinci Dünya Savaşı'nın, Birinci Dünya Savaşı'na oranla sinema için daha ilgi çekici olduğunu, çekilen film sayısından anlıyoruz. İkinci Dünya Savaşı, her ne kadar ölen insan sayısı, savaşlarda yaşanan yenilikler vb. göz önüne alındığında daha ön plana çıkarılması normal gibi görünse de, özellikle Hollywood'un bu konuya daha fazla eğilmesinin en önemli nedeni ABD'nin bu savaşa daha fazla müdahil olması ve tabii Soğuk Savaş ve sonrası dönem için kendi kahramanlığını pazarlamak.
Kısaca "Hollywood effect" dediğimiz bu durumdan, 1917 kendini uzaklaştırmayı başarıyor. Öncelikle kahramanlarımız Blake ve Schofield Amerikan değil İngiliz askeri. Ayrıca filmde şiddet pornosu diyebileceğimiz şekilde sahnelerle karşılaşmıyoruz ki bu da canavarlaştırılan bir düşman algısı yaratılmasını engelliyor. (Savaşın doğası gereği yapılanlar hariç tabi.)
Filmin hakkında ünlü eleştirmenler "The Revenant" ve "Saving Private Ryan" filmlerinin birleşimi yorumları yapmış ve bu konuda çok da haksız sayılmazlar. Film uzun bir yolculuk filmi ve hikâyesinin barındırdığı çatışmalarla da (aynı anda kardeşlerin askerde olması gibi) yukarıdaki argümanı destekler nitelikte. Fakat 1917 bana başka bir savaş filmi olan "War Horse" filmini de anımsattı. Kahramanlarımız düşman siperine doğru giderken dikenli tellerin olduğu bölgede at cesetleri çok belirgin bir şekilde göze çarpıyordu.
Tabi ki bu planın oluşturulmasında Birinci Dünya Savaşı'nın fotoğrafları arasında yer alan aşağıdaki kareden de esinlenilmiş olması kuvvetle muhtemel.
1917 filmi, hikâyesinden daha çok, teknik açıdan üzerinde daha fazla mesai harcanmış bir film olma özelliği taşıyor. Kısacası hikâyenin ne anlattığından ziyade, eldeki hikâyenin nasıl anlatıldığına odaklanmamız isteniyor. Zaten kazandığı üç oscar ödülünü de yine teknik dallarda kazanmayı başardı.
Film boyunca bitmeyen plan sekanslar ve sürekli hareketli kamera kullanılıyor. Bunun yanında kurgu konusunda inanılmaz bir iş çıkarılmış ki filmde ayrı ayrı çekilmiş olan planlar kurguda birleştirilirken adeta yağ gibi akıyor. Geçişler arasında "cut" kullanılmadan ustalıkla yapılan bu işlemlerde herhangi bir problem varsa bile ilk bakışta izleyicinin gözüne batmıyor. Bu da işin ne kadar büyük bir beceriyle yapıldığının en büyük göstergesi oluyor.
Filmin bu özelliği, gün dönümüne rağmen, sanki gerçek süresi olan 118 dakikada çekilmiş gibi hissettiriyor.
https://www.youtube.com/watch?time_continue=555&v=KQfybDxplPw&feature=emb_logo
Sürekli olarak hareketli kamera kullanılması izleyiciyi bir yerden sonra yoruyor. Sanki yola üç kişi birlikte çıkmış gibi hissettiren kamera takibi, seyircinin filmi takibini de biraz zorlaştıran bir durum. Ayrıca bu durum film genelinde yakın planların alınmasına sebep olduğu için bulunduğumuz ortamı birkaç yer dışında göremiyoruz. Öznel olarak izlemiyor olsak da, film bazen VR gözlük içindeymiş hissi yaratıyor.
Geneli net gördüğümüz, "Ecoust" adlı kasabayı gördüğümüzde de buranın set için kurulduğunu ve çok gerçekçi olmadığı hissine kapılıyoruz.
[caption id="attachment_235793" align="aligncenter" width="1255"] Ecoust Kasabası[/caption]
'nda, Anzak ve Türk askerlerinin birbirleriyle sigara ve ekmek takası yaptıkları hikâyelere çokça rastlamışızdır. 1917 filmi de bir savaş filmi olmasına rağmen buna benzer bir şekilde insani duyguları ön plana çıkarıyor. Örneğin Blake canı pahasına düşen Alman pilotun hayatını kurtarmaya çalışıyor. Bu biraz Blake'in karakter özelliğinden kaynaklansa da, askerlerin düşmana bakışının hepsi tarafından aynı olmadığını da gösterir nitelikte.
Sonuç olarak Sam Mendes vizyonu ile Lee Smith kurgusu birleşerek bizlere oldukça başarılı bir deneyim sunuyorlar.
1917 her ne kadar savaş filmi olsa da, şiddet ögelerinin az olduğunun ve bir kazanma hamlesi yerine, kaybetmeme hamlesi izlediğimizin altını tekrar çizmekte fayda var. Doğrusu asıl savaş zaten düşmanla değil zamana karşıydı. Kahramanımız da bu savaşı çeşitli yaralanmalar da yaşasa, derede de sürüklense, tek başına da olsa bitirmeyi başardı.
NOT: Filmin vizyona girişi sürekli ertelendiği için daha fazla dayanamayıp izledim.
Yorum Bırakın