Ölmeme günü. Bazı zamanlar keşke mümkün olabilse dediğimiz anlar bütünü. Anlam ve mantık açısından bakıldığında oldukça hayali bir olgu olarak düşünülse de bir zamanlar bir yerlerde kısa da olsa bazı insanlar bunu başarabilmişler. Üstelikte hakkını verircesine.
Hiç şüphesiz ki edebiyatımız da var olan İkinci Yeni akımı kendisinden önceki Toplumcu Gerçekçiler ve Garipçilere birer tepki olarak ortaya çıkmış ve kaleme aldıkları eserlerinde bir önceki dönemden farklı olarak sanata, imgeye daha fazla yer vermişlerdir. Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, İlhan Berk gibi başlıca temsilcilerden oluşan bu akım Türk edebiyatı açısından oldukça verimli bir dönem olarak da addedilir.
Bu yazarların aynı edebi akımın birer öncüsü olmasının dışında yan yana geldikleri bir diğer ortak paydaları ise aynı kadına duydukları tutkulu aşktır. Tabi ki uğruna bir edebi akıma yön verecek şiirler kaleme alınan bu şanslı kadın da Tomris Uyar'dan başkası değildir. Birbirinden yetenekli bu şairler kendilerince en güzel, en tutkulu ve romantik şiirlerini Tomris Uyar için kaleme alırlar. Tabi bu tutkulu aşk üçgeninde şansları yaver giden de olur kaderin sillesini yiyen de. Ancak her ne olursa olsun dostlukları baki kalır aralarında.
Bu aşk üçgeninin belki de en şanslı ismidir Turgut Uyar. Şanslı olmasının yanı sıra edebiyat kulvarlarında isminin sürekli zikredildiği o meşhur ‘ölmeme gününün de’ bizzat-i kurucusudur. Ama ne yazıktır ki kendi ömrü gibi kurmuş olduğu bu ütopik gün de pek uzun ömürlü olamaz.
Takvim yaprakları 1981 senesinin 26 Mart'ını gösterirken Eski Rumeli Hisarı mevkiin de ki Avcılar Meyhanesinde bir ağır masa kurulur. Kimler yoktur ki bu rakı masasında; Tomris Uyar, Turgut Uyar, Edip Cansever, Can Yücel, Ömer Uluç, Muhteşem Sünter, Behzat Ay, Nezihe Meriç, Mehmet Can Köksal ve daha ismi hatırlanmayan nice güzel insanlar.
İçilen rakılara eşlik edercesine edilen sohbetler, okunan şiirlerle gönül bağı kurarcasına kalkan kadehler ile devam eden bu güzel gece masada bulunan bir hanımefendinin hastalıklarından feveran edip dert yanmasıyla birden boyut değiştirir.
Kendi eşrafı tarafından oldukça neşeli ve hayat dolu bir insan olarak tanınan Turgut Uyar bu hanımefendinin kurulan çilingir sofrasında kendi hastalıklarından bahsedip dert yanmaya başlamasına rahatsız olur. Garsondan kendilerine bir şişe rakı getirmesini ister. Garson tarafından kendisine getirilen rakının üzerine önce tarihi yazan Uyar, daha sonra masada ki herkesten bu şişeyi imzalamasını isteyerek elden ele dolaştırır. İmza işlemi bittikten sonra garsona geri verirken de: Al bu şişeyi sakla, gelecek sene yine bu ekip aynı masada hep birlikte içeceğiz bu rakıyı. O zamana kadar da ölmek yok diye tembihler.
Gerçekten de büyük usta Turgut Uyar’ın dediği gibi olur ve bir sonraki sene toplanıp geçen seneden imzaladıkları şişeden rakı içmeye başlarlar. O zaman ölüm, dert, tasa gibi konulardan bahsedilmez. Geçen seneden imzalanan rakılarla buluşur kadehler ve birbirini takip eden 4 sene boyunca kendi aralarında yazısız bir kural haline gelen bu Ölmeme Günü'nü layıkıyla kutlarlar.
Ta ki 1985 senesinin Ağustos ayına kadar. Turgut Uyar sessiz sedasız bir şekilde öldükten sonra kendi oluşturmuş olduğu bu Ölmeme Günü'nün büyüsü bozulur ve sona erer. O neşeli, hayat dolu insanın özellikle de Ölmeme Günü gibi bir günün yaratıcısı olan bu eşsiz insanın öldüğüne kimse inanamaz, inanmak istemez.
Hatta büyük usta Ferhan Şensoy, Turgut Uyar’ın şiirini kendi oyunda Ferhanca bir şekilde bestelerken şu satırları ekler;
Ağustos 22 dediler ustan ölmüş.
Çok gülünçsün Azrail Turgut Uyar ölür mü?
https://youtu.be/Bd9_26F3w4k
Yorum Bırakın