The Hangover serisi, Limitless, Silver Linings Playbook ve American Sniper gibi filmlerden tanıdığımız oyuncu Bradley Cooper, ilk yönetmenlik denemesi A Star Is Born’da Hollywood tarafından daha önce üç kez perdeye aktarılmış bir hikayeyi yeniden ele alıyor. Amerikan sineması, alkolizm ve uyuşturucu problemleriyle boğuşan ünlü bir müzisyen ile tesadüfen keşfettiği amatör bir şarkıcının aşkının anlatıldığı bu hikayeyi belirli aralıklarla döneminin melodram anlayışını ve ''zamanın ruhu''nu da dikkate alarak yeniden yorumluyor. 1937’de Janet Gaynor ile Fredrich March, 1954’te Judy Garland ile James Mason ve 1976’da Barbra Streisand ile Kris Kristofferson’ın başrollerinde yer aldığı üç uyarlaması çekilmiş hikaye, ülkemizde de Sezen Aksu ve Bulut Aras’ı başrollerde izlediğimiz Minik Serçe filmine ilham kaynağı olmuştu.
Modern seyircinin yakından tanımadığı, ancak son yıllarda çok sayıda romantik filme kaynaklık etmiş bu hikaye modern Hollywood’un dikkatini çoktan çekmiş olacak ki; filmin yeniden çekimine Steven Spielberg ve (başrol için Beyonce’yi düşünen) Clint Eastwood’un aralarında bulunduğu birçok dev isim ilgilenmişti. İşi alan ünlü aktör Bradley Cooper, ilk yönetmenlik denemesinin yanında başrol oyuncusu olarak da kamera karşısına geçmiş. Çaptan düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalan rock yıldızı Jackson Maine rolündeki oyuncu, ''komedi filmlerinin yakışıklı başrolü'' olarak başladığı kariyerindeki rönesansını sürdürmekte kararlı gibi görünüyor. Gelecek vadeden şarkıcı Ally rolünde izlediğimiz Lady Gaga ise, ''aykırı sanatçı'' personasını perdeye yansıttığı Machete Kills, Sin City 2 ve American Horror Story’deki performanslarının aksine, daha üç boyutlu bir oyunculuk sergiliyor. İki oyuncu da rollerinde oldukça ikna edici, öyle ki Oscar sezonu başlamadan filmin Gaga ve Cooper’ın oyunculuklarıyla yarışta yer alacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Filmin temel sorunları ise oyunculuklarla alakalı değil. Cooper ilk yönetmenliği için iddialı bir hikaye seçmiş, ancak bu iddiasının altından ne kadar kalkabildiği maalesef tartışılır. Oyuncu/yönetmen öyküyü bilindik dönüm noktalarına vardırmak için çok uğraşmış, bu da senaryonun olması gerekenden hızlı ilerlemesine yol açmış gibi görünüyor. Karakterlerin bütün bir filme yayılması gereken sancılı dönüşümleri 10-15 dakika içinde olup bitiyor ve farklı bir dönüm noktasına doğru yol alıyoruz. Bu tempo sorunu, film bittiğinde omurgayı oluşturan aşk hikayesinin de ikna ediciliğini yitirmesine sebep oluyor, Cooper ile Gaga’nın arasındaki inkar edilemez kimyayı bile alıp götürüyor. Motivasyonların çoğu, hikayeyi bir sonraki kademeye götürmek için ittirerek belirlenmiş gibi. Bu gerçekçilik hissi baltalananınca da, ağlatmak için özel olarak uğraşıyormuş gibi görünen bir final sahnesi kalıyor elimizde. Salondaki hıçkırıkları ve burun çekme seslerini düşünürsek finalin başarısını inkar edemiyoruz, fakat filmin geri kalanına bakınca bu son darbenin ne kadar hak edildiği de tartışılır.
Lady Gaga ve Bradley Cooper’ın seslendirdiği şarkılardan oluşan soundtrack albümü, filmin en büyük başarısı belki de. Özellikle Gaga konser bölümlerinde kendi sahne deneyimlerinden epey yararlanmışa benziyor. Cooper ise şarkı söyleyebilen aktörlerden biri olduğunu ispat ederken ikna edici bir rock yıldızı portresi koyuyor ortaya. Artıları ve eksileriyle A Star Is Born’un bu yeni versiyonu, klasik bir mendilleri hazırlamalı aşk filminden fazlasını vadetmiyor. Beklentiniz o yöndeyse hayal kırıklığına uğramayacağınızın garantisini veriyoruz.
Yorum Bırakın