Bilim Felsefesinde Mantıksal Pozitivizme Popperci Yanlışlanabilirlik Darbesi

Bilim Felsefesinde Mantıksal Pozitivizme Popperci Yanlışlanabilirlik Darbesi
  • 11
    0
    0
    1
  • Karl Popper; felsefe, müzik teorisi, politika, bilim ve daha nice alandaki geniş araştırma yelpazesi ile 20. Yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri sayılıyor. Düşünceleri arasında bu ününe en çok katkıda bulunanının ise Yanlışlanabilirlik kuramı olduğu söylenebilir. Yanlışlanabilirlik kuramı, bilim felsefesinde mantıksal pozitivist düşünceye getirdiği yöntemsel eleştiriler ile bilime bakışımızda büyük değişikliklere yol açtı.

     Bilimsel yöntem, tümevarımsal çıkarımın doğası gereği olasılıklar üzerinde durur. Tümevarımsal çıkarım, tekil örnekler üzerinden genellemeler yapar. Beş adet kuğu gözlemlediğinizi varsayın. Bu kuğuların hepsi beyaz olsun. Gözlemleriniz itibariyle yapacağınız “Bütün kuğular beyazdır.” çıkarımı, tümevarımsal olarak geçerli bir argümandır. Mantıksal pozitivizm geleneği, kabaca bilimsel teorilerde doğrulamanın ve dolayısıyla deneyin esas olduğunu, bu şekilde kanıtlanamayan herhangi bir teorinin bilimsel değeri olamayacağını savunur. Düşünceye göre tümevarım bilimsel araştırmalarda esastır. Fakat burada durmayıp örneğe geri döndüğümüzde, her ne kadar geçerli de olsa argümanın doğru olmadığını, kuğuların siyah da olabileceğini bildiğimizi görüyoruz. Yapacağınız altıncı veya yüzüncü gözlemde gözünüze siyah bir kuğu çarpabilir. Siyah kuğuyu bulana kadar ne kadar beyaz kuğu gözlemlemiş olursanız olun, başka bir değişle argümanınızı ne kadar çok doğrularsanız doğrulayın, argümanınız tam olarak “doğru” olmayacaktır. Bu örnekten yola çıkarak Yanlışlanabilirlik kuramının, kısaca bilimsel teorilerin, doğrulamalar değil yanlışlamalar üzerine hareket etmesi gerektiğini savunduğu söylenebilir. Bir hipotez öne atılır, gözlemsel tahminler yapılır ve bunlar test edilir. Senaryolardan hipotezi çürütmesi en olası olanı ile başlanır çünkü önemli olan hipotezi yanlışlayabilmektir. 

     Eleştirel bir yaklaşım sergileyebilmek adına Yanlışlanabilirlik Kuramı’nı iki farklı etki alanında inceleyeceğim. Birincisi “yanlışlanamaz” teorilere darbesi, ikincisi ise tümevarımı tamamen dışlayıp tümdengelimi ön plana çıkarması bakımından ima ettiği radikal şüphecilik olacak. 

     Birinci nokta, Popper’in mantıksal pozitivizme getirdiği eleştiri ile bugünkü "bilim" ve “sözde-bilim” tanımlarımıza büyük katkısıdır. Popper; Marksizm ve Psikanaliz kuramlarının doğrulamaya yönelik metodolojilerini, Einstein’ın görelilik kuramını Güneş’in yakınından geçen ışık ışınları ile test etmesi (Güneş’in yakınındaki ışık ışınları Güneş’in yerçekimi alanına girerek bükülmediği takdirde  görelilik kuramının savunulamayacağını öne sürmüştü) ile karşılaştırarak “gerçek bilim”in Einstein’ın mesafeli duruşu olduğuna kanaat getirmiştir. Ona göre eğer hiçbir şey hipoteze karşı kanıt olarak sunulamazsa, hiçbir şey hipoteze kanıt olarak da savunulamaz. Bu yüzden yanlışlanamayan teorilere inanmak için bir sebebimiz yoktur. Popper’in mantıksal pozitivizme getirdiği eleştirinin en can alıcı noktası budur.

     İkinci noktada Popper’in felsefesinin tehlikeli sayılabilecek kısmına geliyoruz. Popper, Yanlışlanabilirlik Kuramı’nı ortaya attığında aynı zamanda tümevarımı tamamen dışlayıp bilimin esasının tümdengelim olması gerektiğini öne sürüyordu. Tümdengelim, tümevarımın aksine olasılık değil kesinlik değeri taşır. Çünkü bilinen bir gerçekten veya bir genellemeden tekil örneklere ulaşmak üzerine kuruludur. Buradaki kritik nokta, Popper’in tümevarımı tamamen dışlayışıdır. Günümüzde kabul ettiğimiz teorilerin (Kuantum Alan Teorisi, Kütleçekim Teorisi, Evrim Teorisi vs.) hiçbiri kesinlik taşımıyor. Yalnızca daha önce yapılan sayısız araştırma ve bulunan sayısız delil sonucunda ad hoc eklemeler yapılamayacak büyüklükte hiçbir delil bulunamadı. Bu yüzden aksi kanıtlanana kadar (eğer kanıtlanırsa) teorileri doğru kabul etme eğilimindeyiz. Burada Popper, yanlışlanabilirlik düşüncesi ile bahsettiğim teorilerin “doğru olamayabileceklerini” değil, savunulamayacaklarını, başka bir değişle bunlara inanmak için herhangi bir sebebimizin olmadığını ve açıkça yanlış olduklarını öne sürmektedir. Hume’un da en büyük temsilcilerinden biri olduğu radikal kuşkuculuk düşüncesi burada başlar. Bu düşünce, bilim felsefecilerinin geneli tarafından onay görmeyen bir düşüncedir. Bilim felsefesi çevreleri Popper’in bu düşüncesi yerine Bayesyen (olasılıkçı) teoriyi kabul etme eğilimindedirler. Yani basitçe, yanlışlanabilir bir teori lehine bulunan bir kanıt, bu teorinin doğru olma ihtimalini arttıracaktır. 

     O halde Popper’in düşüncelerini nasıl ele almalıyız? Bunu kuğu örneğine geri dönerek açıklamaya çalışacağım. “Bütün kuğular beyazdır” hipotezi, siyah bir kuğuya rastlanılması durumunda yanlışlanmış olacaktır. Bunun bilincinde olunduğu taktirde, Popper’in yanlışlanabilirlik kuramına uygun bir hipotez geliştirilmiştir. Dolayısıyla bir siyah kuğu bularak hipotezi çürütmek bilimsel ve sağduyulu olan yaklaşımdır. Fakat bu düşünce, gözlemlenen beyaz kuğu sayısının “Bütün kuğular beyazdır” hipotezinin kabul edilebilirlik derecesinde artışa sebep olmasına bir karşı kanıt niteliği taşımaz. Sadece bize hipotezin yüzde yüz doğru kabul edilemeyeceğini söyler ve dogmatizme karşı güçlü bir argüman sunarak gerçek bilimin nasıl olması gerektiğiyle ilgili iyi bir anlayış sunar. “Bütün kuğular beyazdır.” Argümanının yanlış olduğunu biliyoruz çünkü çokça siyah kuğu gözlemledik. Fakat bunu kabul gören bir bilimsel teoriye, örneğin Kütleçekim teorisine uyguladığımızda, elimizde ampirik bir yanlışlayan olmadığını görüyoruz. Popperci olarak da her zaman bir yanlışlama payı bırakmamız gerektiğini biliyoruz. Demek ki Kütleçekim teorisi de (diğer bütün teoriler gibi) yüzde yüz kesinlik taşımaz fakat çürütülmediği müddetçe doğru kabul edilme eğilimindedir. O halde sorulması gereken soru şudur: Kütleçekim düşüncesini Dünya’nın bir kaplumbağanın sırtında olduğu düşüncesinden daha doğru yapan nedir? Sorunun cevabı basittir: Deney ve gözlem. Kütleçekim lehine her bulgu, onu Dünya’nın kaplumbağa sırtında olduğu düşüncesinden bir adım öteye taşımıştır. Popper'in radikal kuşkuculuğunun yerine Bayesyen teorinin tercih edilmesinin sebebi de budur. Başta sorduğumuz soruya, Popper’in düşüncelerini nasıl ele almamız gerektiğine yeniden dönersek, onun Yanlışlanabilirlik kuramı ile dogmatizme karşı kazandığı zaferin ve bugünkü bilim anlayışımıza katkılarının takdir edilmesi gerektiğine inanıyorum. O bize, bilime bir heykeltraşın taşa baktığı gibi bakmayı öğretti. Bilimde öğrendiğimiz her yeni şey yeni sorulara kapı araladığından onun bitmez bir öğrenme süreci olduğunun farkına varmamızı sağladı. Bilimin sanatsal yönünü, ince işliğini gözler önüne serdi. Bilimi güzel yapan da bu sanatsallığı değil mi zaten?

    Kaynakça:

    1- https://onculanalitikfelsefe.com/aslinda-karl-poppera-katilmiyorsunuz-micheal-huemer/

    2- https://evrimagaci.org/bilimsel-arastirma-mantiginin-siniri-karl-r-popper-7463

    3- https://evrimagaci.org/karl-popper-ve-evrim-karsitligi-evrim-bilimsel-olmayan-bir-totoloji-midir-324

    4- K.R. Popper, “Logic of Scientific Discovery”, Routledge Classics

    5- K.R. Popper, “Bitmeyen Arayış", Serbest Kitaplar

    6- K.R. Popper, “Hayat Problem Çözmektir”, Yapı Kredi Yayınları


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.