İlginç bir bilgi ile başlayalım: Magritte muhtemelen Le Corbusier'in 'Vers une architecture' (Yeni Mimariye Doğru, 1923) kitabından pipo motifini ödünç aldı, çünkü o mimar ve ressamın hayranıydı, fakat aynı zamanda bir sanat galerisinde rast geldiği "Ceci n'est pas de l'Art." (Bu sanat değil) yazan tuhaf bir işaretten de ilham almış olabilir. Eser, Michel Foucault'nun ünlü bir kitap boyu analizinin konusudur. Joseph Kosuth'un 1965 yapımı “One and Three Chairs” yerleştirmesindeki benzer bir imge, metin ve gerçeklik problemini ele almasıyla da karşılaştırılabilir.
TABLOLAR, HİSLER VE ANLAMLAR
Hiç kendinizi bir sanat eserine bakarken “Şu anda ne hissetmem gerekiyor?” diyerek buldunuz mu?
Bazı tablolar, sizi temellendirilmemiş anlam karmaşası ile baş başa bırakarak, bakış açınıza doğru bir santim bile hareket etmeye isteksiz görünür.
Magritte, seyircinin açısına birkaç santimden fazla giriyor hatta eser de tümüyle size doğru bakıyor.
Eser tam da bizim anlayacağımız dilde konuşuyor: Dilin kendisini!
Ceci n’est pas une pipe: Bu bir pipo değil.
Eser adeta konuşur vaziyette, seyirciye müdahale ediyor.
Sürrealist (gerçeküstücü) sanatçıların en ünlü ve en kalıcılarından biri olan Belçikalı René Magritte, kendini bir ressamdan ziyade kendini ifade etmek için imgeleri kullanan bir düşünür olarak görüyordu. Platon’dan Foucaut’a kadar felsefi tarz konusunda oldukça becerikli olan Magritte, bu tarzını gizem uyandırmak ve karışıklık yaratmak adına fikir araştırmalarında kullandı.
İsteklerimiz, arzularımız her zaman gördüğümüz şeyin arkasında! Engel asla tam anlamıyla kaldırılamaz çünkü engel nesnede değil, imgelemde (yüzeysel bir tabirle görüntüde), düşüncede ve algıda!
THE TREACHERY OF IMAGES: İMGELERİN İHANETİ
Baktığımızda gördüğümüz ilk şey bir pipo ve altında da bunun bir pipo olmadığını açıklayan bir anımsatıcı. Buradan çıkarabileceğimiz şey oldukça açık: Bu bir pipo değil piponun temsili imgelemi, tasviri. Anlatmak istediği ise tasvirler gerçek şeyler değil, sadece gerçeğine benzeyen şeyler.
DİL
Yüzlerce yıldır insanlar, dil ile gerçekliğin organik bir ilişkisi olduğunu varsaydılar: nesnelerin adlarının, nesnelerin kendilerinden ortaya çıktığı.
Ağaç aslında bir ağaçtır; pipo ise gerçekten bir pipo.
St. John (Aziz John)’a göre İncil’de: Başlangıçta spesifik bir “Kelâm” vardı ve “Kelâm” Tanrı’yla birlikteydi ve “Kelâm” Tanrı’ydı.
Ünlü bir dilbilimci olan Ferdinand deSaussure şöyle diyor: Bir nesne ve onun ismi tamamen keyfi bir ilişkiye sahiptir. Bir şeyleri gerçekten bilmiyoruz, ancak gölgelerine yalnızca sistem bağlamında her şeyin bir anlamı olduğu dil(!) aracılığıyla erişiyoruz. Magritte, dil hakkındaki geri kafalı skolastik düşünenin (bkz: Kelam’a dogma olarak güvenmek)imgeler hakkında konuşma ve düşünme biçimimizde saklandığını fark etti.
Gerçekçi tablolar benzerliğe oyunlar düzenliyor ve bu benzerlik bize bir hiyerarşi önerisiyle çıkageliyor: “Bir piponun görüntüsü, dilin dışına, kendi içindeki şeye işaret ettiğini gösterir.”
Bu iddianın yanlışlığı, soyut sanatçıları benzerliğin ötesine geçerek resmin gerçekte hiçbir referansı olmayan bir alana geçmeye teşvik etti. Bir diğer yandan, Magritte benzerliğin sahte öncüllerini kullanarak bu noktaya değinir ve onları içerden paramparça eder.
Dile olan bu gizli görsel bağlılık, İmgelerin İhaneti’nde açığa çıkarılmıştır. Aslında bu bağımlılık İmgelerin İhaneti’dir!
İmge ve cümle, bir botanik kitabından bir sayfa gibi yerleştirildi, bağlanmak için yalvarıyordu.
Fakat neden onları bağlamalıydık?
Cümle ve imge neden birbirine atıfta bulunsun ki?
“Bu” kelimesinin yukarıyı işaret ettiğini nasıl bilebiliriz?
Zamir, benzerlik ve isim bu bağlantıyı kaçınılmaz kılıyor; hayatımızın her alanında gerçekleşen bu kaçınılmazlık! Hayatımıza, gördüğümüz her şeyin söylenebileceğinden ve söylediğimiz imgelerin görülebileceğinden emin olarak ilerliyoruz. "Kesinlikle orada olmalıydın!" ifadesini kullandıysanız, bunların bizim onları varsaydığımız şekilde örtüşmeyen iki ayrı gerçeklik olduğunu bilirsiniz.
Pipo’nun imgesi bir pipo değildir, evet. Ancak, Pipo’da aslında pipo değildir. Tabloda şirin bir çocuğun el yazısı ile karalanan bu ifade, aslında tabloyu paramparça hale getiren ve tamamıyla saçmalığa dönüştüren bir çelişkidir.
PEKİ DAHA GÜÇLÜ OLAN NEDİR?
✈ Hiç seyircinin açısına girmemek mi?
✈ Yoksa en ufak bir dürtüyle bile patlamaya hazır olan bir soruyu seyircinin zihnini tam merkezine taşımak mı?
KAYNAK:
Foucault " bu bur pipo değildir " için " açıkça görüldüğü gibi ne isem o olarak kabul edin beni " demiştir. 🥀