“Ne zaman bir şey yazmak, bir şey düşünmek istesem, acaba daha kısası olabilir mi diye düşünürüm. Bir gazetenin edebiyat sayfasına arkadaşlarımla beraber yazardık. Beş on günde bir gidip şiirlerimizin ücretini alırdık. Bir gün muhasebeye gittiğim zaman müdürü görmem gerektiğini söylediler. Müdüre gittim. Üç dört tane kısa şiirim çıkmış. “Efendim beni istemişsiniz” dedim. “Bak oğlum, arkadaşların koca koca şiirler yazıyor, sen de en iyi para alanlardan birisisin. Sen de biraz çok yaz da aldığın parayı hak et” dedi. Gençtim, biraz alındım. “Öyleyse bu şiirlerin bedeli gazeteye armağanım olsun” dedim. Kapıdan çıkıyordum “Evladım üzülme” dedi. Çünkü adam üzülmüştü. Parayı aldım ama daha sonra o gazeteye şiir yazmadım.”
11 Ağustos 1923’te, Cumhuriyetin hemen öncesinde doğan Özdemir Asaf, Ankara’da dünyaya gelir ve henüz 7 yaşındayken babasını kaybeder. Şairin hayatını incelerken Can Yücel ile benzerlikleri gözüme çarptı; Özdemir Asaf’ın babası Mehmet Asaf, Şura-yı Devlet’in kurucularından biriydi. Yani bir devlet adamıydı. Can Yücel’in babası da bir bakandı. Aynı şekilde iki şairin de ikiz kız kardeşleri vardı.
Babası Mehmet Asaf önemli bir devlet adamıydı. İkizlerin doğmasına yakın Atatürk’ten bir talimat gelir ve Mehmet Asaf’ı Ankara’ya çağırır. Aile İstanbul’dan Ankara’ya gider. Doğumlarını aynı zamanda Atatürk’ün de doktoru olan Mim Kemal Öke yapar. Kısa bir süre sonra ölen Mehmet Asaf’ın çocuklarını yalnız bırakmaz Mustafa Kemal ve çocukların bir okula yerleştirilmesi için talimat verir. Şair Fransız Erkek Lisesi’ne kaydolur. Soyadı kanunu henüz yürürlükte olmadığından babasının ikinci ismini alır; Özdemir Asaf.
Kısa bir süre sonra Fransız Erkek Lisesi kapatılır ve şair Galatasaray Lisesi’ne kaydolur. Bu sırada soyadı kanunu çıkar ve aile “Arun” soyadını alır. Akciğer rahatsızlığı sebebiyle devam problemi yaşadığından bursunu kaybedip Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydolur.
“Bir gün baktım ki karaladığım yapraklar çoğaldı. O zaman baktım ki defter-kitaplarımın arasında başka kitaplar, başka defterler katılmaya başladı. İleride yazacağım şiirlerin ilk adımlarını yakaladım.”
Şair lise yıllarının ardından birçok kez üniversite eğitimine başlar ama hiçbirini bitiremez. İlk kazandığı okul olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini ikinci yılında bırakır. Burada ilk eşi Sebahat Tezak ile tanışırlar. Evlenmek istediklerinde Sebahat Hanım’ın babası tek bir şart koyar, Asaf üniversiteyi bitirmek zorundadır. Bu şart üzerine önce İktisat Fakültesine yazılır ama bitiremez. Ardından Gazetecilik Fakültesine yazılsa da burayı da bir süre sonra bırakır. Sevdiği kadından ayrı kaldığı bu dönemde şair sıklıkla mektuplar gönderir. Daha sonra kızı, bu mektupları “sana mektuplar” ismiyle kitaplaştıracaktır. Şair bir gün ateşlendiğinde Sabahat ismini sayıklayınca aile büyükleri de araya girer ve Sabahat Hanım’ın babasından onay alınır ve sevenler kavuşur. Bir süre sigorta prodüktörlüğü yapar.
“İnsan tanımak, değişik günler yaşamak, yer görmek istiyordum. Bu yüzden boyuna geziyor, cebime giren paraları yalnız yeni çevreler yaratmak için harcıyordum. İyi bir sigortacı olamadım ama işi yaptığım sıralarda gördüklerim beni doyuruyordu”.
Yeni harflerin kabulüyle adı Uyanış olan Servet-i Fünun dergisinde bir çeviri eseri yayımlanmasıyla edebiyat dünyasına adım atar. Daha sonra burada şiirler ve kısa yazılar yayımlar. Eserlerinde Özlem, Yasaman, Arun gibi soy isimleri kullanan şaire bir gün Oktay Akbal “neden Asaf’ı kullanmıyorsun?” sorusunu sorar. Türk edebiyatı Özdemir Asaf ismiyle böyle tanışır. Mehmet Fuat ve Behçet Necatigil’e göre Özdemir Asaf’ın kişiliği 1950’li yıllarda oturmuştur ve bütün akımların dışında kalmıştır.
1950 yıllara kadar, Varlık, Yedigün, Kaynak, Büyük Doğu gibi dergilerde çeviri şiirler yayımlar. Sabahat Hanımın babası, şaire askerden döndüğünde matbaa açacağını söyler lakin Özdemir Asaf dönene kadar ölür. Bunun üzerine Sabahat Hanım babasından kalan son para ile Asaf’a matbaa açar. Sanat Basımevi adını koyduğu bu matbaada çeşitli edebiyatçılar toplanır ve fikir alışverişinde bulunurlar. Dükkânı bir süre sonra hiç para kazanmadığından borca batar ve tefeciler şairin peşine düşer.
Tefecilerden kaçtığı bir gün dostu Muzaffer Yüksel’in evine gider. Sonrasını kendisi şöyle anlatıyor: “Kapıp eve aldık. Perişan bir görüntüsü vardı. Burnuna da vurmuşlardı, ticareti hiç öğrenememişti. Matbaa yüzünden borca batmıştı. Tefecilere kolunu kaptırmıştı. “Kol saatim” dedi. “Dolma kalemim” diye ekledi. Sonra “ayakkabılarım” diyerek birden kendisini yüzükoyun halıya boylu boyunca uzattı. Her yanı bir höngürme doldurdu. Apartman sanki sarsılıyordu. O güne kadar ben erkek ağlaması görmemiştim. İçten dıştan çok içi yanmıştı. Asaf ağlıyordu. Fakat öylesine erkekçesine ağlıyordu ki, gözyaşlarıyla onur yarasını serinletmeye uğraşan bir hali vardı.”
Bir gün Türkiye’nin ilk eğitimli kadın fotoğrafçısı Yıldız Moran, fotoğraflarını yılbaşı kartı olarak bastırmak ister ve Asaf’ın dükkanına gider. Burada bir arkadaşlık başlar. Sonrasında bu arkadaşlık evliliğe dönüşecektir.
1955’te Yuvarlak Masa Yayınlarını kurup kendi kitaplarını basmaya başlar. İlk şiir kitabı olan “Dünya Kaçtı Gözüme” bu yıl çıkar. Şair bir gün eski bir valinin kızı olan güzel sanatlar öğrencisi Mevhibe Beyat ile tanışır. Sonralarda yazdığı ve herkesin en az bir kıtasını bildiği şiiri onun için yazar Asaf;
“Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.”
Edebiyat matineleri 50’li yılların sonunda meşhur olur. Bu matinelerde Attila İlhan ve Özdemir Asaf genelde başroldür. Şair her matinenin sonunda asker selamı vererek sahneden ayrılırdı.
Şair dönemindeki akımların dışında kaldı ve kendine özgü bir şiir dili yarattı. Bu dönemde her yaş, sınıf ve tabakadan insanı etkilemişti.
“Özdemir Asaf mikrofona çağrıldığında gülüşmeler başlardı. Bir güldürü oyuncusu gibiydi Özdemir Asaf. Uzun uzun mikrofonu ayarlar, sessizce seyircileri süzer, tam şiirini okumaya başlayacakken susar, yine seyircilere bakardı. Kahkahalar dinince aynı şeyleri yineler, sonunda “r” leri “yumuşak g” gibi söyleyerek okurdu. “
Ülkü Tamer
Yazıya son verirken şairin son mekânı olan Bibli-o Bar ın üstünde yazan yazıyı paylaşmak istiyorum.
“Bana ıslak bir bez verin, dünyanın tozunu alayım”
Yorum Bırakın