“İnsanı insan yapan, yüzüne güzellik katan ve onu sevdiren tek şey kalbinin temizliğidir. Yoksa hepimiz aynıyız, etten ve kemikten oluşmuş bedenleriz. Bizi birbirimizden ayıran tek şey kalplerimizin özelliğidir. Eğer temiz ve güzel bir kalbiniz varsa, bu dışınıza yansır. Fakat kararmış, herkesin kötülüğünü isteyen, kıskanç biriyseniz, kalbinizin kötülüğü yine yüzünüze yansır. Ve dünyalar güzeli olsanız bile, kalbinizin karanlığı güzelliğinize gölge düşürecektir.”
İngiltere’ de XIX. yüzyılın ortası olarak isimlendirilen bu dönem, orta sınıfın yükselmesini ve gösterişli bir yaşam moduna girişlerini apaçık yansıtır. Brontë kardeşler, kadınların edebiyatla ilişkili olmalarının hoş karşılanmadığı bu dönemde, önce erkek kimliğiyle şiirler, daha sonra kendi isimleriyle dünya klasikleri arasında sayılacak üç harika romana imza atmışlardır. Emily Brontë 1848′ de öldüğünde arkasında dünya edebiyatının en güzel aşk romanlarından biri sayılabilecek olan Uğultulu Tepeler’i bırakmıştır. Brontë’ nin ölmeden önce bitirdiği bu muhteşem romandaki kişilerin sadece hayal ürünü olmadığı, yazarın gerçek hayatından kalıcı izler taşıdığı aşikârdır. Daha otuz yaşında iken veremden ölen, hiç evlenmemiş olan bu duyarlı genç yazar, tüm varlığıyla bu romanın içinde bulunur. Okuyanın deneyimlerine, yaşına ve duyarlılığına göre değişkenlik gösteren, farklı zamanlarda okunduğunda değişik tat veren, tekrar tekrar okuma isteği uyandıran bu başyapıt; sevgi, kin, nefret ve öç alma gibi birçok konuyu içinde barındırıyor.
ROMANDAKİ KARAKTERLER
· Lockwood: Bay Heathcliff’ in malikânesini kiralamaya gelen, Uğultulu Tepeler’ de kalmaya karar veren olayın anlatıcısı olan kişidir.
· Heathcliff: Soğukkanlı, asık suratlı sakin tabiatlı bir adamdır. Uğultulu Tepeler’ deki Malikânenin sahibidir. Catherine ile evlenemeyince bu aşkına engel olan herkesten intikam almaya başlamış, kindar bir insandır.
· Joseph: Bay Heathcliff‘ in tek yardımcısıdır. Yaşına göre gücü kuvveti yerinde bir ihtiyardır.
· Catherine: Bay Heathcliff’ in evlenmek istediği ama evlenemediği kadındır.
· İsabel Linton: Bay Heathcliff’ in sadece intikam olsun diye evlendiği ve Edgar Linton’ un kız kardeşidir.
· Edgar Linton: Catherine ile evlenen “ Uğultulu Tepeler “ malikânesi yakınlarındaki komşu malikânenin sahibidir.
· Cathy: Edgar Linton ile Catherine’nin kızıdır.
· Nelly Dean: Heathcliff’ in evinin hizmetçisi ve aynı zamanda hikayenin anlatıcısıdır.
· Hareton Earnshaw: Hindley ve Francis Earnshaw’ un oğludur.
· Linton Heathcliff: Heathcliff ve İsabel’ in oğludur.
· Hindley Earnshaw: Catherine’ nin erkek kardeşi ve Bay Earnshaw’ un varisidir.
Roman ana karakterlerin çocukluk dönemlerinde başlar ve uzun uzadıya devam eder. Nereden geldiği belli olmayan ve annesi babası belirsiz olan Heathcliff karakteri Bay Earnshaw tarafından Uğultulu Tepelere getirilerek aile içinde tam bir kaosa sebep olur. Heathcliff buraya geldiğinde içi iyilik dolu kendi halinde sessiz ve sakin bir çocuk iken zamanla ev halkının ona karşı tutumu içinde öfke yaratmıştır ve toplumdan dışlanmıştır.
Heathcliff, sevdiği kadın Catherine ile beraber olma hayalleri içerisindeyken, Catherine’in ‘’daha iyi bir sosyal statü kazanma’’ isteği sebebiyle Edgar ile evleneceğini söylediğini duyduktan sonra Uğultulu Tepeler’ i terk etmeye karar verir. Romandaki çoğu karakter (Heathcliff, Edgar, Catherine, Cathy) toplum tarafından dışlanmış, soyutlanmıştır.
Catherine, öz benliğini ve kişiliğini reddederek aslında hiç ol(a)mayacağı birisi olmak ister. Kendisinin de dediği gibi; kalbi ve beyni arasında bir çıkmaza girmiştir. Catherine’in bu ‘’arada kalmışlığı’’ sonradan çok pişman olacağı yanlış kararları vermesine neden olur. Kalbi Heathcliff ile olmasını söylerken, beyni Edgar ile olması gerektiğini söyler. Nitekim o da kalbini değil, beynini dinleyip Edgar ile evlenmeye karar vermiştir. Bu karar sonucunda Heathcliff, intikam havuzunda yıkanmış düşüncelerini gün yüzüne çıkarmaya başlar.
Romandaki hiçbir evlilik, birbirini gerçekten seve(bile)n kişiler arasında gerçekleşmemiştir. Bu evliliklerde aşkın materyal oluşu vurgusunu görmek oldukça mümkündür. Her bir evlilik/birliktelik, aşk nedeniyle olması gerekirken, bir amaç uğruna olmuştur; mülk sahibi olmak, dünyevi varlıklar, intikam vs. Yazar Brontë, burada yanlış yapılan evliliklerin ne derece korkutucu sonuçlara sebebiyet verebileceğini göstermektedir.
Bu sarsıcı olay Heathcliff’ in içinde nefret uyandırır ve kendini toplumdan soyutlar. Kendi etrafında yaşam sürmeye çalışır ve çevresindeki insanlardan kurtulmak ister ve sürekli kendini toplumdan izole eder. İnsanların ikiyüzlülüğü, toplumsal sınıf ayrımı, ona işkence gibi gelen toplumsal önyargılar Heathcliff’ in hayatını trajik bir biçimde etkiler ve en sonunda çareyi Uğultulu Tepeler’ den kaçmak olarak bulur. Nereye gittiği ve ne yaptığı bilinmeyen Heathcliff yıllar sonra büyük bir intikam tutkusuyla geri döner. Ve roman bu andan itibaren okuyucuyu içine çekmeyi başarır. Heathcliff ve Catherine arasındaki imkansız aşk, okuyucuyu derin düşüncelere ve hislere sürükler. Bunlara ek olarak; dönem özelliği olarak Victorya kadınları üst mevkiye sahip bir erkekle evlenerek yaşam koşullarını iyileştirmek ister. Bu yüzden Heathcliff ile Catherine arasındaki aşk imkansızdır çünkü Heathcliff hiçbir şeyi olmayan toplumdan dışlanmış birisidir ama Catherine ise herkesin gözünde bir prensestir. Sosyal kısıtlamalar, yaptırımlar ve toplum tarafından belirlenmiş olan cinsiyet politikaları yüzünden, hayatı boyunca kendinden alt seviyede olan Heathcliff’ i eş olarak seçemeyen Catherine için aslında ölüm bir kaçış yoludur. Yaşadığı toplumun kuralları gereği, toplumun gözünde ne iyi bir anne ne de iyi bir eş olabilen Catherine öldükten sonra gerçek aşkı olan Heathcliff’ e romanın sonunda kavuşabilir.
Roman, 19. yüzyılda kurallarla belirlenmiş olan kadın ve erkek ilişkisine farklı bir boyut getirir. Çünkü Catherine, dönemindeki cinsiyet politikalarının aksine toplumun kendisine biçtiği kadın modelinin ötesine geçerek, aşkının ve tutkusunun peşinden gider. Hem Catherine hem de Heathcliff birbirlerini tamamlayan birer parça gibidirler ama asla bir araya gelemezler çünkü toplumun kuralları onlara karşıdır. Yazar romanı birçok gotik öğeler ile süsler ve romanı daha çekici hale getirir. Emily Brontë romanda vampirizm konusunu Catherine karakteri üzerinden bize yansıtmış ve ölümü hem Catherine hem de Heathcliff için aşklarını sonsuzlukta yaşayabilecekleri bir kurtuluş yolu olarak ortaya koymuştur. İkisi de ruhlarının birbirinden ölümle ayrılamayacağına inanırlar. Bu yüzden, Catherine sosyal baskılardan, dayatmalardan ve toplumun öngördüğü kadın modelinden kurtulmak için ölmeyi seçer çünkü yaşarken gerçek aşkına kavuşamayan Catherine için ölüm sevgilisine ‘vampir kadın’ olarak da olsa kavuşma fırsatıdır. Bir vampir kadın olarak yaşamına devam eden Catherine dayatmalardan ve kısıtlamalardan kurtularak, yaşarken ne kadın ne anne ne de eş olabilme fırsatını yakalayamazken ‘vampir kadın’ olarak özgürce olmak istediği kişi haline gelir ve hayallerine kavuşur.
”Beni bir kez daha öp, gözlerini görmeme olanak verme. Bana yaptıklarının hepsini bağışlıyorum.
Katilimi seviyorum ben… Ama, ya senin katilini? Onu nasıl sevebilirim?”
Heathcliff için birçok kez haksız olduğunu savunan okurlarla karşılaştım. Heathcliff ise gözümde nasıl seveceğini bilemeyen Catherine’den daha çaresiz bir aşıktır. Saldırganlığını, öfkesinin sebebini anlamak kalbimi çok yormuştu kitabı okurken. Kitabın, aşık olduğum kadının en sevdiği kitap olması da cabasıydı. Ben de onu nasıl seveceğimi bilemediğimde Heathcliff gibi davranmıştım ama tek istediğim onunla olmaktı. Bu yüzden Edgar’dan nefret etmiştim. Hıçkıra hıçkıra ağlatan ve öfkeden saldırganlaştıran bir kitaptı benim için..