İlk olarak yağmacı, vahşi toplulukları adlandırmak için kullanılan Got (goth, gothic) kelimesi zaman geçtikçe önce mimariye daha sonraysa edebiyata sıçramıştır. Karanlık ve kötücül olana dair olan hikayeleri niteleyen bu kelime, Gotik edebiyat olarak kendine has bir tarza dönüşmüştür. Otranto Şatosu, 1764 yılında yazılan Gotik edebiyatın ilk eseri olarak, maalesef eleştiri konusunda çok fazla haksızlığa uğramış bir eser.
Horace Walpole 1764'te, kendi kalesinde gördüğü bir rüyayı zevk için kaleme alıp sonra da bastığında, herhalde edebiyata yepyeni bir terim kazandıracağını, dahası kendisinden sonra bu alanda yazacak, bir şey üretecek herkese esin kaynağı olacağını bilmiyordu. Zaten korka korka basmıştı kitabı, ben yazdım bile dememişti. XVI. yüzyıldan kalma eski bir el yazması bulduğunu, oradan çevirdiğini söylemişti (Hatta bu ilk baskıda kitabın kapağında Otranto Aziz Nicholas Kilisesi Kilise Heyeti Üyesi Onuphrio'nun yazdığı İtalyanca aslından William Marshall tarafından çevrilmiştir diye yazıyormuş). Hakikaten de ondan sonra ortaya çıkan ne kadar "gotik" şey varsa, Walpole yarattığı bu atmosferden, kullandığı ögelerden bir şeyler taşır neredeyse. Ürkütücü sırlarla dolu bir kale, karanlık koridorların açıldığı karanlık soğuk zindanlar, başka yerlere açılan geçitler, birdenbire zalimlerin üstüne çakan şimşekler, canlanan şövalye zırhları, asil ama söylemeyen gururlu kahramanlar, zor durumdaki dindar bakireler, gücü elinde tutmak için her şeyi yapan, entrikalar çeviren kötü adamlar... Walpole'un yarattığı gotik dünyada hepsi var. Bu yüzden okurken insanın aklından çıkarmaması gereken şeyler oluyor haliyle. Birincisi, bu kitap 18. yüzyılda yazıldı ve türünün ilk esaslı örneği. Yani hayatımız boyunca gördüğümüz belki beğendiğimiz belki de beğenmediğimiz gotik eserlerin hepsinin ilham kaynağı. Olayların gidişatı öylesine pembe diziye bağlıyor ve hatta absürdlük seviyesine varıyor ki ne okuduğunuzu unutursanız vay halinize. Olabilecek her klişe oluyor, karakterler o kadar da olamaz dedirtecek kadar saf, mantıksız, kötü olabiliyor. Yani çok bir şey beklememeniz gerekiyor Otranto Şatosu'ndan, daha çok bir deneyim olması için, bir şeylerin temelini görebilmek için okumanız gerekiyor.
Gündüz vaktinde bile karanlık, duvarlarına uzun biçimsiz gölgelerin vurduğu, şatoda yaşayanların inanışına göre, kötü ruhların, hayaletlerin kol gezdiği bir Ortaçağ Şatosu olan Otranto'da olaylar şöyle gelişir. Zalim ve ahlaksız Prens Manfred'in oğlu nişan gecesi esrarengiz ve o kadar da korkunç bir biçimde ölür ya da öldürülür. Daha oğlunun cesedi soğumadan, oğlunun nişanlısı İsabella'ya göz diken Manfred, kızı ele geçirmek için çeşitli yollara başvurur. Ancak, olaylar bundan sonra hızla gelişir. Manfred'in şatodaki askerleri korkulu anlar yaşamaya başlarlar. Askerlerin iddialarına göre şatoda gerçekten de hayaletler ve hatta şeytanın kendisi vardır. Manfred'in zalimliği ve ahlaksızlığı yüzünden hepsi cezalandırılacaktır. Otranto Prensi Manfred, tam tek varisi, soyunun devamının tek garantisi, hastalıklı ve zayıf oğlu Conrad'ı Vicenze Markisi'nin kızı Isabella ile evlendirmek üzereyken ürkütücü Otranto Şatosu'nda herkesi dehşete sürükleyen şeyler olmaya başlar. Şatonun şapelinde toplanmış kalabalık, hizmetkarların getirdiği yıkıcı haberle kendilerinden geçer: Conrad şapele gelemeden üstüne kocaman bir miğfer düşmüş ve ölü halde bulunmuştur. Şatonun hanımefendisi dünyalar safı Hippolita, kızı dindar mı dindar Matilda ve genç gelin Isabella kendilerini neredeyse kaybetmiş halde odalarında ağlaşırlarken kalenin prensi Manfred'in içinde hemen kötülük çanları çalmaya başlar. Zaten kadim bir kehanetten korktuğundan hemen böyle bir evlilik ayarlamaya çalışmıştır. "Asıl sahibi orada yaşayamayacak kadar büyüdüğünde, Otranto Şatosu ve lordluğu mevcut ailenin elinden çıkacak." der kehanette. Ne kadar saçma olsa da kehanet, Manfred üstüne alınmıştır bir kere. Ne yapacak edecek şatonun onun elinden çıkmasını engelleyecektir. Hemen planını yapar, Isabella'yı karısı yapacak ve Hippolita ile var edemedikleri varisleri onunla yapacaktır. Manfred koca şatonun içinde Isabella'yı kovalarken; orada burada düşen kocaman miğferler, zırhlar, hayaletler, birdenbire çıkıp gelen kahraman ve gururlu köylüler, şövalyeler ortada uçuşuverir. Otranto'da akla hayale gelmeyecek tesadüfler, mucizeler, kavuşmalar ortaya çıktıkça Manfred, Isabella, Matilda ve Hippolita için her şey değişir.
Kaynak:1,2,3
Yorum Bırakın