Sosyal Medyanın Gözümüzden Kaçan Tehdidi

Sosyal Medyanın Gözümüzden Kaçan Tehdidi
  • 8
    0
    0
    0
  • Instagram ve türevlerinin beyne verdiği hasarı ne yazık ki anlayabileceğimiz bir zemin yok. Hem psikoloji anlamında hem de nöroloji anlamında ne yazık ki henüz somut bir zemine sahip değiliz. Korkarım ki 150 yıl boyunca kullanılan metal tenekelerin "kurşun zehirlenmesi" yaptığını henüz yeni fark ettiğimiz gibi, bunu da mesela 2040 yılında ancak fark edeceğiz.

     

    Instagram, Twitter, Facebook, Linkedin; bunun haricinde Ekşisözlük, Onedio gibi sitelerdeki tek satırlık yazılar ve benzeri içerikte ortak olan şeylere bakalım ilk önce:

    1- Çok kısıtlı bir bağlam.

    2- Sürekli uyaran bombardımanı.

     

    Sürekli yemek yiyip kusup tekrar yemek yiyip tekrar kusan ve buna rağmen zapzayıf kalan bir insan hayal edelim. Sosyal medya da buna benzer bir şeyi insan beynine yapıyor. Sürekli uyaran var fakat bağlam ufacık... Bir fotoğrafa dakikalarca bakmak yerine birkaç dakika içinde en az elli tane fotoğrafa bakıyoruz. Bir konuya saatlerce kafa yormak yerine yarım saat içinde en az yirmi tane konuyla haşır neşir oluyoruz. Bunlar olduktan sonra, birey bilgilendiğini, akıllandığını, aydınlandığını falan zannediyor tüm o baktığı fotoğraflardan ve okuduğu kısa içeriklerden ve bir cümlelik yazılardan dolayı. Fakat aksine zihni gittikçe köreliyor. Giren her veri aynı anda geri çıkıyor çünkü. Sindirilme diye bir olay hiç yaşanmıyor çünkü.

     

    Birey bu sığ bağlamlara alıştıkça, derin bir içeriği takip etme yeteneği de yavaş yavaş yitip gidiyor. Bir insanın oturup da üç saat boyunca bir konuya kafa yorması bir yetenektir örneğin. Bu yetenek de zaman içinde uğraşarak elde edilir. Belli bir yaşın üzerindeki insanlarla konuştuğumuzda, diğer insanlarla iletişim kurduğumuzda rastlamadığımız bir keyif ve tatmin olma ile karşılaşırız, işte sebebi budur. Fakat belli bir yaşın altındaki insanlarla konuştuğumuzda, bu türden bir yeteneğin gelişmediğini gözlemleyebiliyoruz kendimiz bile. On dakikalık bir konuşmayı bile "dinleyici" konumunda takip edemiyorlar. Kafaları karışıyor, ilk başta söyleneni unutuyorlar. Bazen dalıp gidiyorlar. Çünkü zihinsel becerileri, birbirleriyle hiç alakası olmayan fotoğraflara ve videolara bakacak şekilde gelişmiş. Üst üste eklenen ve eklendikçe derinleşen bir anlatıyı, o türden bir zihnin kaldırma olasılığı sıfıra yakındır.

     

    Derin düşünebilme, geniş bir bağlamı kafada tutabilme, ayrıntılı bir anlatıyı zihinde canlandırabilme gibi yetenekler 5-15 yaş aralığında gelişir ve sonrasında neredeyse sabit kalır nörolojiye göre. "Tahayyül" veya "imgelem" de diyebiliriz bu yeteneğe. Bu yetenekler roman okudukça, uzun sohbetler dinledikçe, yaşlılarla konuştukça, spesifik bir probleme saatler boyunca kafa yordukça vb. gelişir. Beyin, tek bir konuya saatlerce odaklanabilme gücü kazanır. Bunu kazanması için de belki bin kere benzer antrenmanı tekrarlaması gerekir. Bu antrenman yıllara yayılır elbette. 

     

    Örneğin bir konferansa gidersiniz ve üç saat boyunca, neredeyse aralıksız olarak, spesifik bir konuyu dinlersiniz. Dinlediğiniz her şeyi zihninizde bir yere oturtmaya ve daha önce duyduklarınızla karşılaştırmaya çalışırsınız. Ardından, zaman ilerledikçe, iş zorlaşır. Karşılaştırmanız gereken bağlam kocaman olmuştur. Konferansın son saatinde bahsedilen bir konuyu anlayabilmek için, en başta anlatılmış bir ayrımı anlamış ve hatırlıyor olmanız beklenmektedir. Olayın özü budur.

     

    Sinema da imgelemi geliştirmek için çok önemli bir araçtır. Mesela, eski filmleri ele alalım... Nakış gibi, ilmek ilmek işler yönetmen. Ufak ufak birikir olaylar. 130. dakikada olan bir şey sizi gülümsetir çünkü 3. dakikada olan bir şeye bağlanmıştır. İki saatten uzun o olay örgüsü "o an" kafanızın içinde canlı şekilde durmaktadır. Günümüzde ise çoğu film böyle değil; çünkü o filmleri izleyecek kişilerin bu türden ilmek ilmek işlenmiş bir modeli beğeniyle takip edebilecek, sıkılmadan izini sürebilecek ve kusursuzca sindirebilecek kapasitesi ne yazık ki yoktur. En basit örnekle, artık "Transformers" tarzı filmleri kaldırabiliyor zihinler. Marvel ve DC'ye ait filmlerin gişe rekorları kırmasının sebebinde yatan temel budur.

     

    Instagram başta olmak üzere sosyal medya bu imgelem gücünün antitezi olarak düşünülebilir. Derin bir bağlam ve tek bir nesne yerine, sığ bir bağlam ve binlerce alakasız nesne... Belli bir yaşın altında sosyal medyayı yaygın şekilde kullanmaya başlamak ne yazık ki zihinsel problemlere yol açmaktadır. Psikoloji ve nöroloji onaylı bir gerçek olduğu halde bunu hiçbir psikolog yada doktor söylemez. Söylerse de, sosyal medyanın bu yaptığını yıllardır bir camın içinde yapan televizyona çıkıp, beş dakika bile sürmeyen bir ana haber bülteninde söyler. 

     

    "Geçmiş olsun... 13-19 yaş aralığında sürekli oyun oynadığınız ve Instagram'da gezdiğiniz için zihninizde hasarlar oluşturmuşsunuz, birkaç dakikanın üzerinde hiçbir şey takip edemiyorsunuz, söylenenleri kafanızda canlandıramıyorsunuz, imgeleminiz neredeyse on iki yaş seviyesinde..." diye konuşan bir psikolog veya doktora yeryüzünde rastlama olasılığımız sıfıra yakındır. Hatta medyada doktorların, özellikle de psikiyatristlerin "moda" olduğu şu zamanlarda bile... Modern insan, bir otorite figüründen duymadığı müddetçe hiçbir şeyin gerçekliğine inanmadığı için de (otorite figüründen duyduğu halde gerçekliğine inanmayanlar da mevcut ne yazık ki, işte onlar bu kapsamın dışındadır.) zihinsel problemlere sahip olduğunun bile farkında değildir çoğu kişi. Hatta parantez içinde belirttiğim davranış bizzat bu zihinsel problemi doğrular niteliktedir. Ama problemliyiz bu konuda bir çoğumuz, özür dilerim. Otorite figürleri bize yansıtmıyor ancak problemliyiz...

     

    Instagram ve türevlerinin yarattığı zihinsel problemler ilk sorunumuz ancak tek sorunumuz değil... Bir diğer problem de başkalarının ne dediğini, ne düşündüğünü, ne hissettiğini ve kameraların nereye baktığını takip etmenin uzun vadede getirdiği hasardır. Bir "mercek" takibi diyebiliriz buna... Özellikle insanın gündelik yaşantısında çok rahat gözlemleyebiliriz bunun bazı çıktılarını. Sürekli "poz" halindedir insan. Neredeyse evin içinde bile poz halinde yaşar. Sanki etrafta her an görünmez bir kamera vardır ve o kameradan binlerce kişi onu izliyordur. Psikolojiye göre bu bir tür düşünme şekli bozukluğudur. "Poz" bunun fiziksel göstergesidir, "kaygı" ve "endişe" bunun ruhsal göstergesidir. Her saniye bir "kıyas" halindedir bu kişiler. Kim ne der, ben ne derim, bana ne derler, karşılığında ben ne derim, ben ne dersem onlar ne der... Bitmek bilmeyen bir kaygı, susmak bilmez bir korku hali... Bunların sonucunda, insanlar zaten durmaksızın hasar gören zihinlerini iyice perişan ederler.

     

    Bir diğer sorun, sürekli diğer insanların ne dediğini dinleyen kişinin bir süre sonra bireyliğini kaybetmesidir. Kendisiyle ilgili yada kendisi dışında konuyla ilgili olması fark etmez ne dediğinin... Özellikle yaşı belli seviyenin altındaki insanlar hiçbir konu üzerinde beş dakika kafa yormamıştır ama belki yüz saat başkalarının ne dediğini okumuştur. Tarih boyunca bu oranın daha asimetrik olduğu başka bir dönem daha yaşanmamıştır fikrimce. Daha basit anlatayım:

    Günde 3-4 saat birilerinin siyaset, futbol, döviz kurunun yükselişi veya bilimsel gelişmeler, felsefe, edebiyat vb. ile ilgili söylediklerini okuyoruz. En kapalı toplumlarda bile anne-babamızın bizimle sohbet edip kafamızı meşgul etmesi, günde 30 dakikayı aşmaz, aşamaz. Hadi bazı ailelerde bu süre 1 saat olsun. Biraz daha geriye gidelim... Birkaç asır önce, devleti yöneten kişi sizin kafanıza en fazla 3-4 cümle sokabilirdi fermanlarla yada başka yöntemlerle. Günümüzdeyse, haftada ortalama 2 saat Berat Albayrak dinliyorduk istifa edene kadar. Birkaç asır önceki insan grubunu ve günümüzdeki insan grubunu alsak, birini kontrol grubu diğerini deney grubu yapsak, kalan her etkeni sabit tutsak ve deney grubuna her gün 20 dakika Berat Albayrak dinletsek bile, deney grubunda 2 yıl sonra "kaygı" ve "zeka geriliği" gözlemleriz. Berat Albayrak dinlemek zihinde ve zekada hasara yol açar. Bu kadar nettir.

     

    İşte bugün, sırf onunla da kalmıyor. Yüzlerce vasıfsız Twitter fenomenini, Ekşi'deki anlamsız geyikleri, zırva Youtube ünlülerini, televizyondaki "çöp" niteliğindeki boş insanları dinliyoruz saatlerce. Bu öyle bir şey ki, tarih boyunca kıyaslayabileceğimiz hiçbir şey yok bu ayarda. En ağır endoktrinasyonun yapıldığı ortamlarda bile günde 1-2 saatten fazla zihnini esir almazlardı kimsenin, tarih bilimine göre. Basit bir örnekle 1940'ların Nazi Almanyası'nı düşünelim mesela. En fazla yarım saat gazete yoluyla girebiliyorlardı insan beynine, bir yarım saat de radyo yoluyla. Toplam bir saat... Fakat o bir saat insanları neye dönüştürmeye yetti... Hepimiz tarihten öğrendik. 

     

    Bugünse yaşı belli bir seviyenin altındaki bir çok gencin zihnine neredeyse 6-7 saat aralıksız zehir döşeyebiliyorsunuz eğer isterseniz. Instagram, Twitter, Youtube, Ekşisözlük... Hangi kaynak olduğu veya yönteminin nasıl olduğu pek fark etmeksizin aralıksız zehir döşeme işlemi... Üstelik bu gençlerin neredeyse hepsi, yine o zehri döşeyenler tarafından acayip şekilde kandırılmış durumdalar. İşin en üzücü kısmı burası... Hepsi kendini "sorgulayan", "hakikat arayan" vb. zannediyor. Çünkü zihinlerine döşenen zehirde öyle yazıyor. "Sorgulayan Z nesli" , "İktidar partisine geçit vermeyecek eleştirel gençler", "Türkiye'nin aydınlık yüzleri" vb. Daha neler neler... Sağlam bir zeminden yoksun, gerçekçilikten uzak fakat art niyetli ve sahte bir gerçeklikten yana söylemlerdir tüm bunlar. 

     

    Bu hem bireysel ölçekte çok büyük bir problemdir hem de toplumsal ölçekte. Tarih boyunca yaşamış en vasıfsız insanlarız. Nesilden nesile daha da vasıfsız hale geliyoruz. Korkutucu değil mi? 

     

    Özetle, sosyal medyanın her türlüsü sinsi ve güçlü bir düşmanımızdır. Gözümüzün önünde, avcumuzun içinde ve en önemlisi, zihnimizin ortasında taşıdığımız tehdittir. Bu düşmanla mücadele etmek ve onun tehditlerinden korunmak için, her türlü sosyal medya ve platformu çok dikkatli kullanmalıyız.

    İçerik üretim-tüketim oranı belli bir değerin altına düşmemelidir. (1/5 ile 1/10 uygun bir aralık) 

    Tek cümlelik yazılar, tek satırlık içerikler, bir dakika içerisinde elli fotoğrafa bakmak vb eylemler derin düşüncenin, imgelem oluşturmanın, sağlıklı düşüncenin antitezidir. Az önce yaptığım düşman benzetmesindeki düşmanın hedef aldığı alanlar buralardır. Bu bilinçle hareket etmek elzemdir. Parlak bir zihin ve bunun paralelinde yaşanacak kaliteli bir hayat için çok elzemdir. 

     

    Bir düşman söz konusuysa eğer, ortada bir savaş vardır. Bu savaştaki ana hedef zihnimiz, en önemli organımız olan beynimiz... İşte biz gerekli farkındalığa sahip olup, ardından bu farkındalığın verdiği güçle savaştaki mücadelemizi vermeliyiz ve o savaşta yenilmemek, teslim olmamak için elimizden geleni yapmalıyız.

     

     

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.