Yaşlanıyor Muyum Ne?

Yaşlanıyor Muyum Ne?
  • 0
    0
    0
    0
  • Bugün, ekstrem durumlar olmadığı taktirde birbiriyle aşağı yukarı aynı şekilde ilerleyecek günü yaşamak için sabahın erken saatinde gözlerimi açtım. Kısa süreli hazırlığın ardından evden çıkarak arabamı çalıştırdım. Yine rutin işleyişleri, her gün bozulup yeniden yapılan puzzle misali sıraya dizdim.

     Derken birdenbire şunu mırıldandım kendi kendime:

    "Yaşlanıyor muyum ne?"

     

    Oysa yirmilerimin başında sık sık şakaya vurarak dile dökerdim bunu. Hızlı akan hayatımda kısa zamanda pek çok değişiklik olurdu. Gençliğimize kastedecek neler yaşamamıştık ki... Kafamızda dumanlar, berbat geçen sınavlar, geçmeyen aşkın acısı, kabullenemeyişler, kaygılar, buhranlar, daha niceleri... "Yaşlandım resmen!" derdik. Saçımız ağarmış, yüzümüz yıpranmış gibi davranırdık. Ama geçerdi. Ertesi gün, olmazsa bir ertesi, yine olmazsa bir ertesi gün evden dışarı çıkarken deli akardı kanımız, coşku içinde yeni bir sayfa açardık. Gençtik, güzeldik özümüzde. Yaşlanma mı, ne yaşlanması... Hiç olmadığımız kadar gençtik artık. Kafamız rahat, sınavlarımız şükela, kalbimizdeki hisler dört nala, hayatla yaptığımız antlaşma barış dolu olurdu ardından. Gençtik çünkü.

    O günlerden bugünlere sert ve hızlı bir geçiş yaptıktan sonra bir kez daha fakat bu sefer hakikatten ciddi şekilde bir kez daha dedim:

    "Yaşlanıyor muyum ne?"

    Artık adını duymaya bile tahammülümüzün kalmadığı virüs, onun getirdiği ve bir türlü götüremediği pandemi şartları, artık ne yazık ki kanıksadığımız "Acaba bu sefer hangi kötü olay gerçekleşecek?" dediğimiz ülke gündemi, bu gündeme gittikçe yabancılaşan ve akabinde ülkesine yabancılaşan insanlar ve bilhassa biz, işsizlik veya alanında iş bulamama sorunu,  geleceğimizin çalındığı hissiyatı, kötü günlerin geride bırakılacağına dair en ufak bir umut kırıntısına rastlamamıza engel olan gerçekler, rutine bağlayan günlerin getirdiği doğal monotonluk, bu monotonluğun yarattığı ve hiçbir tecrübemizin olmadığı boşluk hali, yarınların ne getireceğine dair en ufak bir fikir sahibi olamamak...  Kısacası, gözlerimizi kapattığımızda film şeridi gibi geçen tüm her şey... Belki biraz saçma, belki biraz abartılı, belki yeteri kadar haklı değil, belki de sonuna kadar haklı ama nedenli... Her biri nedenli...

     

    Tüm bu kritik nedenlere ek olarak; mecburi oluşunda hemfikir olunan fakat içeriğine ve işleyiş biçimine öfkeli bir itirazın olduğu bir bireysel özgürlük kısıtlaması, bitmek bilmeyen bir baş belası süreç ve onun dayattığı "yeni" hayat düzeni... Sabahın erken saatlerinde laptopun başına geçilen dersler veya sınavlar, yine benzer saatte başlayan mesailer... Normal hayattakine benzer bir gündelik yaşam biçimi fakat öte yandan, ömrümüz boyunca karşılaşmadığımız engeller... Hepimizin bildiği, dile getirirken klişeleşmekten korktuğum hemen hemen her şey... Kısacası, okumak ve çalışmak haricinde her şeyin yasak olduğu bir düzen... Distopik evren kurgucusu bir zihni haza boğacak bir senaryonun gerçekleşmiş hali... 

     

    Tüm bunları, olması gerektiği üzere hassasiyetle karşıladığımızdaysa ne yazık ki yargılanıyoruz. Hem de pek çoğumuz acımasızca ve sertçe yargılanıyoruz. Hani neredeyse "Sana ne bunlardan!" karşılığı alıyoruz. Hayatımızı etkileyen unsurlara dikkat çektiğimiz için suçlu hissettiriliyoruz. Evet, kulağa çok garip geldiğinin farkındayım ama resmen bu yapılıyor. Altı tamamen boş bir "Boş ver..." ile karşılaşıyoruz. Hele bazen sağlığımızı bozmakla bile yargılanabiliyoruz.  Doğru olduğundan emin olduğumuz tepkilerimiz göz göre göre sabote ediliyor. Gerek kötü niyetli, gerekse iyi niyetli olarak, bu yapılıyor. Evet maalesef iyi niyetten de doğanlar oluyor içlerinde. Bizi gerçekten seven, bize sahiden değer veren ve bize dair akıllarını tırmalayan pek çok "kötü" ihtimallerden korkan insanlar, muhtemelen haklılığımızı en az bizim kadar bilmelerine rağmen, mecbur hissettikleri için yapıyorlar bunu. "Bakma o tarafa!" ikazı... "Biliyorum sen en kısa sürede yine bakacaksın o tarafa. Ama ben de yine o tarafa bakmamanı söyleyeceğim." durumu... Devam edeceğiz bakmaya o tarafa, zira rahatsız edici gerçeklerin görüntüsü epeydir gözümüzü almaya başladı.  

     

    Tamam, peki! Samimi olmak gerekirse, neticede insan psikolojisi sayesinde, her daim bakmıyoruz o tarafa. Peki bakmadığımız anlarda neler yaşıyoruz?

     

    Mesela ben iş hayatımda motive olmak, yeni online eğitimlere ve sertifika programlarına başlamak, İngilizcemi geliştirmek gibi "aferin" denilesi hususlarda zorlanmaya başladım. Fakat ayrıca, okuduğum kitaba odaklanmaya, dinlediğim müzikten keyif almaya, izlediğim dizi veya filme devam etmeye, bunların yanı sıra artık geçirdiğim zamandan bir şey anlamaya, yediğim yemekten lezzet almaya bile zorlanır oldum. Ne isteyerek ne de isteksizce yapıyorum her birini. Bir garip araf...  Öte yandan, demin bahsettiğim gibi o alışılageldik yargılama refleksi yüzünden, en sevdiğim ve güvendiğim insanlara bile gerçekliklerimi yansıt(a)mıyorum. İçimdekilerin kapısını dışarıya kapatsam olmuyor, açsam olmuyor... Her ihtimalde de canım acımaya, keyfim kaçmaya devam ediyor.

     

    Sözü daha fazla uzatmadan, bir kez daha:

     

    "Yaşlanıyor muyum ne?" diye iç geçiriyorum. 

     

     

    (final paragrafı ve bitiş!)


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.