Küçüğüm Daha Çok Küçüğüm / Bu Yüzden Bütün Korkularım*

Küçüğüm Daha Çok Küçüğüm / Bu Yüzden Bütün Korkularım*
  • 2
    0
    0
    0
  • Onları hemen tanırsınız. Yüzeysel olarak ele alırsanız, 'ruhsuz', 'donuk', 'duygusuz' der geçer ve hayatınıza devam edersiniz. Neredeyse hepsi ya zalimdir ya da fazla iyi çünkü ya siyahtırlar ya beyaz ve bilmezler griyi. Karşılarındaki insanın kendilerini sevdiğine asla inanmazlar ve sevgi emaresi her şeyin altında başka bir amaç, bir niyet, farklı bir beklenti ararlar. Sevildiklerinde buna mana veremezler ve hayatları hep bu sorgulamayla geçer. Dolayısıyla, özgüven eksikliği bu insanların hayat boyu arkadaşlarıdır.

    Çocukken sevilmemiş insanlardır. Büyüdükleri evde kavga, tartışma, şiddet eksik olmamış, aileleri parçalanmış ve ebeveynlerinden sevgi görmemiş kimselerdir. O ortam zihinlerinde onarılmaz yaralar açmıştır ve farkında olmadan, kendisini seven herkesten bunun acısını çıkarmaya çalışırlar. Psikolog Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı isimli kitabında şöyle diyor: 'Sevgisiz büyümüş insanlar hak ettikleri sevgiyi almadıkları için, karşılarındaki insana sevgiyi bedavaya vermezler. Onlara göre birlikte vakit geçirmeleri bile bir karşılığa mahsustur ve bu insanlar samimi sevgi gösterilerini bile algılayamadıkları için sevgiyi anlamsız hatta düşmanca görürler.'

    Sevgisiz büyümüş insanları, 'Sarılmakla savaşmak arasındaki farkı bilemeyenler ' diye tanımlıyor Alman psikanalist Karen Horney. Sevmek isterler fakat ne yapacaklarını bilemezler, seviyorum diyemezler, özlüyorum diyemezler ve bunları birer 'teslim olma, boyun eğme' gibi düşünüp kabullenemezler.

    Çocukken sevgisiz kalmış bireyler ihtiyacı olan sevgiyi başka mecralarda arar ve içindeki devasa boşluğu bir türlü dolduramadıkları için hep yarım, hep noksan ve hep yanlış yaşamlar sürerler. İş hayatlarında sinsi ve kurnaz davranırlar çünkü işbirliği için gerekli olan bağlardan yoksundurlar. Arkadaşlıkları nadiren derinliklidir ve çoğunlukla çıkarları için arkadaşlıklar edinirler. İçlerinde daima bir çekememezlik, kıskançlık ve öfke hali olduğu için dostlukları da çoğu zaman zarar görür ve hayatlarına yalnızlığa mahkum halde devam ederler.

    Alman psikanalist ve bireysel psikolojinin kurucu olarak kabul edilen Alfred Adler, Case Histories ( Vaka İncelemeleri ) isimli eserinin 9. sürümünde, 'Çocukluk çağlarından sevgisiz bırakılmış insanların kaderlerinde uyumsuz bir yalnızlık hali vardır. Sevginin değerini bilemedikleri için materyalist karakterleri baskın gelir ve sevgi eksikliklerini meta ile telafi etmeye eğilimlilerdir. Yeterince oyuncağı olmadığı için nesnelere düşkünlük ve eşyalar üzerinden sevildiğini anlamak üzerine maddesel bir kabul içerisine düşmüşlerdir' der.

    Sevgiye dair her şeyi güçsüzlük, zayıflık hatta zavallılık olarak algılarlar. Sanki sevgi adına sarfedilen sözcükleri acizlik, sevgi uğruna katlanılan zorluklar vasatlık ve sevgi için vaadedilen bir geleceği kandırmaca olarak algılarlar. Hep soğukkanlı olmakla, heyecanlanmamakla, donuk ve katı olmakla övünmek gerektiğini düşünürler. Sarılmayı, sıkıca sarılmayı bilemez ve içselleştiremezler. O an anlarsınız hiç başı okşanmamış, yanakları sıkılmamış ve karşılıksız sevilmemiş biriyle birlikte olduğunuzu.

    İsviçreli psikolog Jean Piaget, çocuk gelişimdeki evreleri tespit ettiği çalışması olan La Représentation du Monde chez l’Enfant ( Çocukta Dünya Tasarımı ) isimli eserinin Soyut işlemler dönemi (11/12 yaş ve sonrası ) kısmında, 'Sevgi sözcüklerine ve tavırlarına aşina olmamış bir çocuk erişkin yaşlarında zor insanlar olarak aramıza karışırlar. Bırakın size sevgi göstermelerini, sevginizi hafife alıp tavır ve yaklaşımlarınızı bir çıkar gözetme ve savunma pozisyonu içerisinde değerlendirirler. Üstelik kendi yaptığı tüm yanlış davranışları o değil de, sanki siz yapıyormuşsunuz gibi yansıtırlar.' diyor. Bu çarpıklığın neden olduğu ayrılıkları, boşanmaları ve parçalanmaları gözlemlediğimizde, çocukken sevgisiz kalmış bireylerin, aynı sevgisizliği sürdürerek bir dilemmaya yol açtığını görüyoruz. 

    Küçük yaşlarda babasının evi terkettiği ünlü Amerikan psikolog John Broadus Watson Davranışçılık disiplininin kurucusu olarak kabul edilir. Gençlik çağlarında suç eğilimi göstermiş ve son yılında okuldan atılmış olan Watson'a göre, aile ve çevre, bir bebek için etrafını çevirip şekil veren bir kalıptır. Ona göre insanlar doğmaz, yaratılırlar. Bir başka deyişle, bir bebek koşullanma yoluyla trapezci, müzisyen, suçlu ve benzeri bir yetişkin haline getirilebilir. Çevreci-koşullanma teorisinin babası olarak kabul edilen Watson, sevgisiz bir ortamda büyümüş erişkinler için, 'Sevgi, merhamet ve bağlanma konusunda takıntılı kimselerdir. Sevginin nasıl bir şey olduğunu tam olarak anlamlandıramadıklarından, kendisine sevgi gösteren kişilere inanmakta güçlük çekerler.  Güvenmezler ve bağlanmazlar. Sevildiklerine inanmak için karşı tarafın sürekli olarak kendilerine sevgi göstermesi gerektiğinde diretirler. Çünkü normalde hissetmeleri gerek sevgiyi, görmeleri gereken bir şeymiş gibi düşünürler. Çocukluğundan beri yaşadıkları sevgi açlığını bu tek taraflı taleple ve  sürekli suretle ilgi görerek doyurmaya çabalarlar.  Bunların yanında en büyük sorunu güven problemidir. İlişkilerin belli bir çıkar doğrultusunda ilerlediğini düşündükleri için insanlara, çevreye, geleceğe karşı güvensiz ve umutsuz yaklaşırlar. Olur da değer verildiği duygusal bir ilişki içinde olurlarsa ya terk edileceğini ya da hikayenin sonunda yalnız kalacağını düşünüp, bunu paranoya haline getirebilirler' tespitlerinde bulunuyor.

    Erkek ve kadın ruh halleri pek çok anlamda farklı olduğu gibi, sevgisiz geçmiş bir çocukluğun da etkileri farklılık gösterir. Sevgisiz büyümüş erkeklerde içe kapanıklık, asosyallik, çekingenlik ve tek düzelik gibi sorunlar gözlemlenirken, kadınlarda başkalarının mutluluklarını çekememezlik, hemcinslerine karşı yoğun kıskançlık, babalarıyla arası iyi olan kızlara karşı haset ve genel olarak sevgi olgusuna inançsızlık sorunları oluşur. Dolayısıyla her iki cins de sağlıklı bir aşk hayatı süremez ve gerçek sevgi bağları kuramazlar. Bu da zamanla yalnızlaşmış, mutsuzlaşmış ve arayışlarından vazgeçerek karamsarlaşmış bireyler olmalarına neden olur.

    Çalışmalarıyla gurur duyduğumuz psikologlarımızdan Üstün Dökmen, Yaşama Yerleşmek isimli kitabında sevgisiz bireyleri iki ana kümede tanımlıyor.

    1. Sevgisizliği kompleks haline getirip saldırganlaşarak, içindeki duygusal boşluğu ve sevgi açlığını şiddet ve öfke ile bastırmaya çalışır. İlgi çekme yöntemi olarak bu mekanizmayı geliştirmiştir ve her ortamda baskın olmaya çalışır. Kendisinden bir başkasına önem verildiğinde ya da değer atfedildiğinde öfkelenir ve artık sevilmediğini düşünür.

    2. Daha çok içine kapanık bir tiptir. Her şeyi içine atmayı yeğler, ortamlarda siliktir. Hayatı boyunca hep kendi ayakları üstünde durmayı, kimseye tamah etmemeyi hedefler. Çünkü çocukluktan beri eksiklik hissettiği sevgi ve buna bağlı olarak güven duygusu ona hayatı boyunca hiç kimsenin yanında olmayacağı ve herşeyi tek başına yükleneceği izlenimi vermiştir. Bu yüzden saldırganlık yerine savunma mekanizması geliştirmiştir. Bu mekanizma daha çok susma, içine atma ve konuşmama şeklinde çalışır. Yalnızlığı tercih ederler ve sevginin gelip geçici olduğunu, eninde sonunda yarı yolda bırakılacaklarına inanırlar.

    Hiçbir zaman sevildiğinden emin olamayacak bu çocuklar, sevilmenin ne demek ve nasıl olduğunu bilmediği için karşısındakini delirtecek, sürekli sevgiyi tartacak, 'Beni seviyor musun?' diye devamlı soracak, aldığı yanıtlarla tatmin olmayacak ve hep şüphe duyacak kişi olacaktır. Ayrıca sevmeyi de bilmeyecek ve sevgisini gösteremeyecektir. Dolayısıyla muhteşem aşklardan, hakiki tutkulardan ve hayal dahi edemeyeceği çoğu mutluluktan bi-haber şekilde yaşayıp gidecektir.

    Aile danışmanı, ilişki terapisti ve kişisel gelişim uzmanı gibi tanımlamaları klasik ve modern psikoloji bağlamında hafif bulsam da, bu alanlarda okumalar yapmış ve uzmanlaşmış bazı psikaytr ve psikologlara kulak verdiğimizde, çocukken sevgi görmemiş insanlarla birliktelik kurmanın ve mutluluğun mümkün olmadığını söylediklerini duyuyoruz. Mesela bu alanda çalışmaları bulunan Nuvide Gültunca Tulgar, Alfa Yayınları'nca düzenlenen bir söyleşisinde şöyle demişti: ' Sevgi olgusunu görmemiş, duymamış, hissetmemiş kişilerin, kendilerinde varolmayan bir kavramı vermeleri boşa bir bekleyiş olacaktır. Çünkü sevgi sonradan edinilen, öğrenilen ve varolan bir kavram değil, aileden, anne ve babadan başlayarak çevreden kişiye nüfuz eden duygular silsilesidir. Hayatının ilk yirmi yılında karşılıksız sevgiyi görmemiş, şefkat ve merhametle tanışmamış bir insanın başka birini karşılıksız sevmesini beklemek akılcı olmayacaktır.'

    Ben bütün bu bilgiler ışığında, küçükken sevgisiz bırakılarak büyümüş insanları; 'Gönlü var, gayreti yok' kişiler olarak tanımlıyorum. Çocukluk dönemlerinde anne-baba sevgisi ve dayanışması, koruyup kollanma ve muhafaza edilme, şevkat ve ihtimam görme gibi en temel sevgi unsurlarından mahrum kalmış kişilerin sorunlu olduklarına katılmakla beraber, bu kişilerle ilgili tümden ümitsiz olunmaması gerektiğini düşünüyorum. Doğrusu sevgi elbette karşılıklıdır ve özellikle aşk gibi yoğun bir duygu bir kişi için taşınamayacak kadar ağır olmasına karşın, iki kişi için bir tüy kadar hafif ve zariftir. Bu yüzden, çocukluğu travmalı ve bundan ötürü yarım haldeki bu insanların yeterli çaba, zaman, emek ve gerçekten karşılıksız severek, sevgiyle tanıştırılabileceklerini düşünüyorum. Sevginin kudretini bilen insanlar için sevmek her şeyin en başıdır ve bu uğurda bir kişiye kazandırılabilinecek en muhteşem kabiliyet, sevmeyi ve sevilmeyi bilmektir diye düşünüyorum. Diğer taraftan, sevgisiz bir çocukluk nedeniyle sevgiye yabani, sevgiliye yabancı, aşka güvensiz ve mesafeli bireylerin de, öncelikle bu durumlarını olanca çıplaklığıyla kabul etmelerini, devamında buna ilişkin öğretileri edinmelerini, kesin ve kati güvencelere ya da somut emarelere dayanarak değil, kalplerinin istikametinde ve hissetikleri ölçüde davranabilmelerini ve böylelikle küçük adımlarla başladıkları sevgi yolunda, muhteşem bir yolculuğa çıkabileceklerine inanmalarını tavsiye ediyorum.

    Haydi yeni bir yıla girerken sevgiye sarılın. Hepimizin çocukluğunda noksanlar, hepimizin gençliğinde yara bereler var. Zihninizi de, yüreğinizi de çözün zincirlerinden ve arayın sevdiğinizi, yazın sevgilinize, konuşun aşkınızla, güvenin aranızdaki bağlara ve inanın hayattaki yegane ve tek gerçek mucizenin sevgi olduğuna.

    Sevin. 

     

     

     

     

     

    Kapak Görseli RVCJ Media'dan alıntıdır. 

    * Sezen Aksu / Deli Kızın Türküsü - Küçüğüm

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.