Bir Kitap, Bir Alıntı, Bir Hikaye

Bir Kitap, Bir Alıntı, Bir Hikaye
  • 5
    0
    0
    0
  • Bir Kitap: Ahmet Hamdi Tanpınar- Saatleri Ayarlama Enstitüsü 

     

    Zamanın ötesinde bir kitap, derken zaten bu muhteşem kitabı biraz da kopyayla anlatmış oldum sizlere. Bu kitaba nasıl başladığımdan biraz sözedeyim: Pandemi başlamış, mart ayında evlere girmiştik; zamanın çoğu kitap okumak ve film izlemekle geçiyordu benim için. Bir ayı daha evlerde geçirdikten sonra , Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile kitaplığımda hep göz göze geliyorduk.  Zaman var deyip geçiştiriyordum, dilinin ağır olması beni birazda olsa korkutuyordu. Mayıs gelmişti hemen. Üniversiteyi okuduğum İzmir'de ailemle kalıyordum. Artık bu kitabın okunma zamanı geldi diye düşünüyordum. Şehirdeki boğucu sıcak ve evdeki sıkılmışlığımla bir anda kitabı elime alıp başladım. Ahmet Hamdi Tanpınar'ı ilk lisede tanımıştım, sonrada şiirlerini okumuştum. Şiirlerindeki sembolist dili beni ona hayran bırakmıştı. Romanlarına bu kadar geç başlamak, sanırım benim için en iyisi oldu. Çünkü bu kitabı anlayabilmek, benim için pandemi döneminde olan en  güzel kazanımlarımdan biriydi.  Kitaba başladım, kitaptaki  dil genelde ağırdı. Osmanlıca ve Farsça kelimeler vardı fakat dil, ağır olmasına karşın, anlatım bir okadar da akıcıydı. Kitap, konusunu saat-zaman-insan ilişkilerinden alıyordu. Kitap içe kapanık Hayri İrdal'ın gözlemleri ve yaşadıkları üzerine kuruluydu.  Eğer siz de bu muhteşem eseri okumak isterseniz, eminim ki Ahmet Hamdi Tanpınar'ın mizahına hayran kalacaksınız. Bu eseri okumaya başlamadan önce, size ufak bir öneride bulunmak  isterim. Eğer kahvenizi alıp, kulaklığınızı takıp, sonra bir camın önüne yerleşip Evgeny Grinko'nun eserlerini dinleyerek bir kitap keyfi yapmak isterseniz, biraz da kitaptaki metaforları kaçırabilirsiniz. Tabi ki bu benden ufak bir tavsiye sadece. 

    İyi okumalar.

     

    Bir Alıntı :

    Saatleri Ayarlama Enstitüsünden bahsetmişken başka bir eserden alıntı yapmak pek içime sinmedi, belki bir alıntıyla okumak isteyeceğiniz bir kitap olabilir.

    " Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat aradım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa bile bir insanın hayatına lüzmundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz." 

     

     

    Bir Hikaye :

     

    Eşyalarını toplamaya başlamıştı. Yaptığı işe kendiside anlam veremesede yapıyordu işte. Çok eşya almayacaktı yanına; iki kazak, bir gömlek, bir de pijama... Kendine itiraf edemese de zaten bu kadardı tüm eşyası. Eşyalarına baktı bir an.  Bir gün o da bu dünyadan geçip gitse ondan geriye kalan iki kazak, bir gömlek ve bir pijama olacaktı. Otobüs firmasını aradı, yer ayırttı kendine. yarın gidecekti. Şimdi hikayenin başına gitmemiz gerek. 

     

    Umut, üniversiteden iki yıl önce mezun olmuş genç bir kadındı. Birkaç iş başvurusu yapmıştı fakat hiçbirinden cevap gelmemişti. Yavaş yavaş vazgeçmişti zaten, denizin tam karşısında bir kafede garsonluk yapıyordu. Müşteri olmadığı zaman erken çıkar çalıştığı kafeden, termosuna kahve doldurur denizin karşısına geçip otururdu. Eskileri düşünürdü. Zaten yeni hayatında pek hoşlandığı bir şey yoktu. Eski dostluklarını, eski aşklarını , bazen pişmanlılarını düşünürdü. Günün en sevdiği saatleriydi bu Umut için. Özellikle gökyüzü turunculaşmaya başladı mı başka bir şey istemezdi, elinde olsa banka uzanır tüm gece orada yatar en sonunda kalkıp işe giderdi. Eve gitmek onun için hep zordu, eve giden yokuşu düşünür,. bazı günler bankta yatmak isterdi fakat annesinin bunu duyunca üzüleceğini adı gibi biliyordu. O yüzden istemeye istmeye de olsa o yokuşu çıkar, eve gider, küçük mutfağında bir yemek hazırlar ve ardından uyurdu. Bu kadardı işte hayatı fakat bu değişecekti. 

     

    Günlerin yine birbirini kovaladığı günlerden biri olduğunu düşünerek iş yerine gelmişti, önlüğünü giydi, ufakta olsa bir gülümseme yüzüne kondurdu ve gün başlamıştı. O gün yine müşteri pek yoktu, günün onun için erken biteceğini düşünürken, erken çıkabileceğini patronundan duydu ve termosuna kahve doldurup sahildeki bankına kuruldu. Sabah işe gelmeden bir edebiyat dergisi almıştı, ikinci sayfasına gelmişti. Tam bu noktada hayatının bambaşka bir kısmına geçeceğini bilseydi alır mıydı o dergiyi ? Halen daha kendisine bu soruyu sorup durur. Derginin ikinci sayfasında gözleri kahverengi bir adam görmüştü, büsbüyüktü gözleri ve bir o kadar da derin bakıyordu. Bir süre o derinlikte kayboldu. Kendine gelmesi birkaç dakikasını aldı. Adamın gözlerinden kendini alamıyordu sonra yüzüne bakmaya başladı. Kendine sormaya başladı, ne oluyordu bana? Fotoğraftaki bir adama aşık olamazdı fakat hüzün başlamıştı bir defa. Büyük fotoğrafın altındaki yazıyı okumaya başladı. " Dergimiz yazarlarından Dünya Öner hayatını kaybetmiştir. Muğla'nın Akyaka ilçesinde defnedilecektir. Sevdiklerinin ve okurlarının başı sağolsun.".

    Şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışsada pek atamıyordu. Umut sanki kendine çok yakın, her zaman yanında olan birini kaybetmiş gibi hissediyordu. Eve koştu, hemen o an kendine şaşırmaya başlamıştı. O eve gitmek istemeyen insan, eve koşarak çıkmıştı. Albümlere bakacaktı. Dünya'yı bir yerden tanıyordu, o gözler kesinlikle tanıdıktı, diye düşündü. Eve gelip albümleri açtı. İlk başta ilkokul, sonra lise en sonunda üniversite albümünü hiçbirinde Dünya'yı göremedi. Ne yapacağını bilemeden tekrardan dergiye baktı. Dünya'nın gözlerinden gözlerini alamıyordu işte. O an,  internette bir sayfada  Dünya'nın aslında bir şair  olduğunu, bir gün önce defnedildiğini, annesinin yarın taziyeleri kabul edeceğinden bahsediliyordu. Umut hemen kalktı ne olduğunu kendisi de anlayamadan eşyalarını toplamaya başladı ve yarın için biletini ayarladı. 

    Sabah olmuştu. İnternetten aldığı adresi otogara gidene kadar elinde bekletti, sanki cebine koysa kaybolacaktı ve kaybolsa hayatta bir şeyini daha kaybetmiş gibi hissedecekti. Otobüse bindi, onun için bambaşka bir yolculuk başlamıştı. İzmir-Muğla arasındaki yeşilliğe aşıktı, üniveristedeyken arkadaşının külüstür arabasıyla  sıkışık bir şekilde Yeni Türkü eşliğinde çok gezmişlerdi. Şimdi neredeyse hiç görüşmüyorlardı. Hepsinin bambaşka hayatları vardı tabii. Umut'un da ama her zaman onları ve anıları özlüyordu. Yolculuk boyunca bunların dışında Dünya'yı da düşünüyordu. Sonra ne diye taziyeye gidiyordu ki diye sordu bütün yol boyu kendine; ama içindeki bu gerekliliği atamıyordu. Düşüncelerini bir kenara atana kadar zaten Muğla otogarındaydı. Alt katta Akyaka minibüslerinin olduğu kısma indi, bir an binmeyecek gibi olsada binmişti işte. Yol fikrini değiştirecek kadar uzun değildi bu sefer, işte oradaydı Akyaka'da. Minibüsten indi bir börekçide çay ve börek istedi, açtı fakat bir şey yiyecek halde değildi. Genelde heyecanlı olduğunda bir şey yiyemezdi. Çayını içti , hesabı ödedi ve kalktı. Elindeki kağıdı halen bırakmamıştı. Adresi birine sordu. Aslında kendi başınada bulabilirdi fakat yabancı da olsa birinin sesini duymaya ihtiyacı vardı. Yol tarifini aldı ve Dünya'nın evine doğru yola çıktı. Kısa bir süre sonra yemyeşil bahçesi olan limon ağaçlarıyla kaplı evin önündeydi. 

    İçeri girip girmeme konusunda yine bir ikilemde kaldı, ikilimler yine ondan yana değildi. Beyaz kapılı evden içeri girdi. Birçok insan vardı. Annesine ve diğer insanlara başsağlığı diledi ve bir kürsüde oturdu. Yaşlıca bir kadın kendisine tebessüm eder bir ifadeyle çayını verdi. Herkes Umut'a bu da kim diye bakmıyordu ya herkes kendi acısını yaşıyordu ya da kendini yabancı hissetmiyordu burada. Hayatında ilk defa o da kendini yabancı hissetmedi. Birkaç saat oturdu, yavaş yavaş herkes kalkmaya başladı fakat Umut ne diye kalkacağını bilmiyordu. Oturduğu yerde kalakalmıştı. Zaman biraz daha ilerlemişti ve ona çay ikram eden kadın da gitmişti. Dünya'nın annesi Zehra Hanım ve o kalmıştı. Korku içindeydi ama Zehra Hanım, onu bu korkunun içinden tek bir soruyla çekip çıkarmıştı "Bir çay daha içer misin ?" Umut'da hemen kabul etmişti. Zehra Hanım çaylarını getirdi. Oğlunu kaybetmesine rağmen hala dimdik duruyordu, gözleri çökmüş ama dimdik. Sonra, Zehra Hanım Dünya'yı anlatmaya başladı. Bir sene önce kansere yakalandığını, kemoterapi sürecinin çok ağır geçtiğini ama ne olursa olsun ikisi bir arada her şeyin üstesinden gelebileceklerini düşündüğünden bahsetti.  Dünya'nın çocukluk fotoğraflarını gördü. Ardından annesi onun bir şair değil karikatürist olacağını düşündüğünden bahsetti fakat şair oldu işte dedi kederli bir biçimde. Sohbetleri çok uzun sürmüştü. Akşamın ayazı ne kadar sert olsa da ikiside hallerinden memnunlardı, ikisinin de artık iyi birer arkadaşı vardı. Sohbet güzel olsa da Umut, Zehra Hanım'ı bu kadar yormak istemiyordu, Zehra Hanım her ne kadar kalmasını istese de Umut, bir günde bu kadarını kaldırabileceğini zannetmiyordu. Bir pansiyonda yer ayırttığından, gitmeden yine onu gelip göreceğine dair söz verdi. Tam gitmek üzereyken, Zehra Hanım biraz beklemesini rica etti. Bir süre bekledikten sonra, Zehra Hanım elinde bir kitapla geri döndü. Umut, biraz şaşırmıştı. Zehra Hanım şaşkınlığını anladı ve şu sözleri söyledi " Dünya, son zamanlarda bu kitabı hiç elinden düşürmezdi, her tarafı notlarla dolu zaten ama ben bir kitaba sarılıp uyumak istemiyorum, eğer istersen sana hediye etmek istiyorum." Umut, her ne kadar bunun Zehra Hanım'a karşı bir haksızlık olduğunu düşünse de, ısrarları sonucu aldı ve ona sarılıp yola düştü. Pansiyona gelmişti. Kitaba bir süre bakamadı, en sonunda kitabı eline aldı ve açtı. Uzun uzun aldığı notları inceledi, o kadar not vardı ki en çok dikkatini çeken ve onu en çok onun canını acıtan altını çizdiği şu cümleydi " Ve sanırım beni ölüm döşeğimden çağırsan, birden ayağa kalkıp sana gelecek gücü bulurdum.". 

    Ve Zehra Hanım'ın Umut'a verdiği kitabı da öğrenmiş olduk Stefan Zweig-Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu. Umut, kitaba sarılı bir şekilde uyuya kalmıştı. Uyandığı zaman Zehra Hanım'ın ne demek istediğini anlamıştı, hazırlanıp Zehra Hanım'ın yanına gidecekti fakat telefonu çalıyordu. Genelde onu bu saatte kimse aramazdı, açtığında birazda olsa şaşırmıştı. Kendisi inanamasa da hayatı biraz değişmeye başlamıştı. Gelen telefon iki ay evvel iş başvurusu yaptığı şirketti. Eğer müsaitse diğer gün Umutla görüşmek istiyorlardı. Umut heyecanlı bir şekilde tabi ki dedikten sonra, telefonu kapatıp hazırlanmaya başlamıştı. Gitmeden, Zehra Hanım'ı göreceğine söz verdiği için, Dünya'nın evine doğru adımlarını heyecanlı bir şekilde atmaya başladı. Bu sefer ev, onun için bir arkadaşının eviydi, gelen iş teklifinden Zehra Hanım'a bahsetti ve ne olursa olsun kendisini tekrardan ziyarete geleceğine söz verdi sonra vedalaştı iki yakın arkadaş.

    İşte yine yoldaydı, kulaklığını taktı ve şu sözleri duydu " Seni yerlerde göklerde bulamazlarken, ben de gizli olduğunu sezenler olmuş." O an anlamıştı Dünya Umut'a, umut olmuştu. 

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.