Nazi Katliamlarına Dayanamayan Stefan Zweig Ve Geride Bıraktığı İntihar Mektubu

Nazi Katliamlarına Dayanamayan Stefan Zweig Ve Geride Bıraktığı İntihar Mektubu
  • 21
    0
    0
    1
  • Uluslararası edebiyat tarihinin oldukça önemli isimlerinden birisi olan Stefan Zweig, 28 Kasım 1881 tarihinde Avusturya’nın Viyana şehrinde dünyaya geldi. Aristokrat bir aileye sahip olmasından ötürü fazlasıyla özenli bir eğitim alacak; Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrenecekti. Viyana Üniversitesi’nde Felsefe okuduktan sonra ise “Gümüş Teller” isimli ilk şiir kitabını yayımladı (1901).

    Aslen Yahudi olan Zweig, Yeni Özgür Basın Gazetesi’nde çalıştığı sırada İsrail’in kurucusu Theodor Herzl ile tanışarak dost oldu. Devam eden süreçte hayatını Belçika’da sürdürürken, I.Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden dolayı Viyana’ya geri dönmek zorunda kaldı. Fikir dünyasında savaş kavramını hiçbir sağlam düzleme oturtamıyor, insanların bomboş amaçlar uğruna hiç acımadan katledilmesini asla anlayamıyordu. Bu dönemde ısrarla savaşa katılmasını isteyenlere karşı şiddetli tepkiler gösterip sadece gönüllü olarak arşiv memurluğu görevini üstlenecek ve bununla ilgili düşüncelerini de şöyle özetleyecekti:

    “Övünülecek bir görev olmadığını açıklayayım. Ama böyle bir iş, Rus köylüsünün bağırsaklarını süngüyle delmekten daha uygundu bana.”

    Stefan Zweig, 1927 yılına gelindiğinde; “Duygu Karmaşası”, “Yıldızın Parladığı Anlar” ve “Tarihsel Baş Minyatür” isimli kitaplarını yayımladı. Yaklaşık 6 yıl sonra ise Naziler iktidarı ele geçirdi ve eserleri yakılan isimler listesine Zweig’i de eklediler. Hatta bununla da yetinmeyerek evini bile bastılar. Bütün bunlara dayanamayan ünlü yazar ise çareyi Londra’ya kaçmakta buldu fakat burada da istediği huzura kavuşamayınca sırasıyla Portekiz, New York, Arjantin, Paraguay ve Brezilya’ya gitti.

    Brezilya’da olduğu sırada kendisini daha iyi hissetti ve dünya çapında ses getiren “Satranç” isimli romanını kaleme aldı. Ancak hala daha Naziler’in katliamları sürüyor ve yeryüzünde oluk oluk kan akıyordu. Akıl, medeniyet, sevgi, saygı gibi kavramların yok edildiğini gören Stefan Zweig, bir daha asla eski dünya düzenine geri dönülemeyeceğini düşünerek büyük bir umutsuzluğa kapılıyordu.

    Ona göre, ilkelerini Adolf Hitler’in belirlediği bu acımasız sistem hiç de yok olacak gibi değildi. Nitekim Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Amok Koşucusu ve Olağanüstü Bir Gece gibi öykülerinde de sık sık umutsuzluğu ve ölümü işleyen yazar, 22 Şubat 1942 tarihinde eşi Charlotte Altmann ile beraber Rio de Janeiro’da zehir içip intihar etti. Geride ise, 2016 yılında İsrail Ulusal Kütüphanesi tarafından yayımlanan şu dram yüklü mektubu bıraktı:

    “Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. 

    Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. Ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaşın ardından tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. 

    Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca tinsel uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu. 

    Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”

     

    Kaynak: 1, 2, 3


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.