Bir hikaye düşünün. Bu hikaye sizi bir aile dramına, sonra bir intikam hikayesine sonrasında ise bir tragedyaya bağlı adalet savaşının içine götürsün.
Bu tragedya Antik Yunan Efsanesi olan Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı olsun. Ve karakterleriniz oradaki karakterleri canlandırarak günümüz bir aile dramı içerisinde bu intikamı anlatsın. Her karakterin efsanedeki gibi bir olayı, amacı olsun. Kurban edilenler, edenler arasında bir savaş olsun.
Ve daha sonrasında buna bir de güzel bir sinematografi ekleyelim. Bu sinematografi öyle bir estetik güzelliğe sahip olsun ki her kamera hareketi ve açının bir anlamı olsun. Ve bu anlamlar bütünü izleyiciği, modern zamanda geçen bir Antik Yunan Efsanesi’ni bütün olgu ve olayların bağlamında metaforlarla efsanenin içine çeksin ve anlam karmaşalarının içinde çözüme ulaşmayı bekleyen bir seyirci motifi yaratalım. Ve son ana kadar intikam, kader ikilemi arasında bir sınırda duralım. Sonu etkileyici olsun ama bu sona gelene kadar yaşananlar asıl vurgulayıcı anlam ve etkiyi yaratsın.
Usta Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos‘un yaptığı işte bu. Klasik bir aile dramını, Yunan Efsanesi’yle modern zamanda kurgulayarak günümüz sinemasına aktarmak.
Yorgos Lanthimos 2000’li yıllarda kendini göstermeye başlayan başarılı bir yönetmendir. En çok Dogtooth (2009), Alps (2011), The Lobster (2015) filmlerle adını duyurmuş son olarak da The Favourite (2018) filmiyle gişeye oynayan bir film yapmıştır. Bu filmle alakalı daha sonra konuşacağız.
Yorgos Lanthimos aile bağları üzerinden giden, soğuk ve karmaşık aslında bir o kadar basit anlatımlı filmler yapar. Okuyabilene basit olan filmlerden bahsediyorum. En önemli yapıtlarından biri olan The Killing Of A Sacred Deer (2017), Lanthimos‘un kendi film dili yapısından devam ederek aile bağlarını anlatır. Aile bağlarını ve soğuk dili anlatırken, küçük, sade bir dünya kurarak bunu yapar. Bundan sonrası spoilera girecektir eğer daha izlemediyseniz okumamanızı öneririm.
Homeros’un İlyada ve Odysseia’sıyla bir ailenin birleşmesini çok ince detaylarla anlatan bir filmle karşı karşıyayız. Artemis‘in kutsal olan korusunda Agamemnon‘un yanlışlıkla geyiğini öldürmesiyle Yunan Mitolojisindeki göze göz, dişe diş adalet sistemi devreye girdi. Ve Calchas, Artemis‘in öfkesini dindirmek için Agamemnon‘a büyük kızı olan Iphigenia‘yı öldürmesi söyleniyor. İlk başta Agamemnon yapmayacağını söylese de sonunda yapmak zorunda kalıyor. Bu efsaneye göre karakterlerimiz; Agamemnon, Steven Murphy karakteri, Artemis, Martin karakteri oluyor. Aynı zamanda Calchas‘ın düşüncesini Artemis yani Martin üzerinden görüyoruz. Iphigenia karakteri iki çocuk üzerinden gösteriliyor. Steven’ın çocukları, Kim ve Bob. Buradaki Geyik karakteri ise Martin’in babası oluyor.
Film, kalp cerrahı olan Steven’ın alkol alarak girdiği bir ameliyatta hastasını kaybetmesi üzerinden başlıyor. Bir kol saati ile olayların değişmeye başladığını görüyoruz. Ailenin yemek masasına konuk olup, aile ilişkilerini görüyoruz. Lanthimos’un sinema dili olarak soğukluk bu aileyi de etkisine almış durumdadır. Martin bu aileye yavaş yavaş girmeyi planlamıştır. Martin babası gibi olmak istediğini her nokta da belirtir. Steven’ın hastayı kaybettikten sonra kendi hatası olarak görmediğinden, Martin’le ilgilenmeye başlar. Bu arada Lanthimos bizi Steven ile bir özdeşleşme yaşamamız için elinden geleni yapar. Martin bunu kullanarak annesiyle yakınlaşmasını istediğini söyler. Bir süre sonra Martin ailenin masasına dahil olur. Artık içeri girmiştir. Martin’in hikayedeki Artemis olduğunu unutmayalım, işler kızışmak üzeredir. Martin, Steven’ın kızı Kim’e yakınlaşarak kendine aşık eder, Steven’ın eşi Anna’ya Steven’ın onu kendi annesiyle aldattığını söyler. Bob ile kıyafet gibi ögelerle öyle benzerdir ki Bob’un dikkatini sadece böyle çeker. Artemis Agamemnon’un işlerini kızıştırmaya başlar. Ama bununla yetinmez. Artemis adaleti istemeye devam eder. Bu adaletin bir ölümle meydana gelmesi gerekir.
Son ana gelene kadar yaşanan şeylerde ”Kader’‘ olarak nitelendirebileceğimiz Bob karakteri yani Steven’ın oğlunun bir hastalığını görmekteyiz. Filmin başından beri ölmesini beklediğimiz karakterin asıl kurban olduğunu düşünerek izliyoruz ve karakterleri tanıdıkça aslında kurbanın kim olduğu bize bir tartışma konusunu başlatıyor. Bob’un karakteri olarak babasından uzak bir karakter olduğunu görmekteyiz. Bununla beraber filmdeki bütün erkek karakterlerin kendi babalarıyla bir sorununu izlemekteyiz. Martin için herkesin spagetti yemesi babasının arkasından yaşadığı bir üzüntü olarak karşımıza çıkarken, Steven’ın babasına mastürbasyon yaptırmasını ve Bob’un babasının mesleği yerine annesinin mesleğini istemesi bize baba sorunu ve erkek olma sorunlarını anlatır. Karakterlerden Bob bu konular konuşulurken hep gözardı edilir. Karakterleri yapısı üzerinden ve olayların gidişatı yönünden baktığımızda aynı gidişatta durumlar gitmekte ama Iphigenia karakterini seçemeyen Steven gözleri bağlı bir şekilde elinde silahla, çevresine konumlandırdığı aile üyeleri arasında dönerek ateş edip kurbanını belirliyor. Ölen kişinin Bob olması da bu sorunlara bir sorun olarak karşımıza çıkıp, ”Kader yüzünden ölmedi, kurban edildi” düşüncesine bizi sevk ediyor.
Görüntü yönetimin dışında, ses yönetimi de bizi filme bağlayan en önemli unsurlardan biri. Lanthimos’un o soğuk algısını güçlendiren ses kullanımı sizi hikayeye çekecek ve bir o kadar da uzaktan izlemenizi sağlayacaktır.
Yorum Bırakın