''Bana bak! Sana aklın hayatını göstereyim.''
Tolstoy şöyle diyor: " Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.."
Bu hikayemiz de aslında ikisini de barındırıyor. Biz karakterimizi kendi evinde, Broadway’de gördükten sonra onunla beraber Los Angeles’a geliyor ve olaylarımız başlıyor.
Coen Kardeşler’in filmi Barton Fink bizi David Lynch, Alfred Hitchcock, Federico Fellini gibi yönetmenlerin sinematografisi ve anlatım diliyle gezdirirken, aynı zamanda kendi karmaşası ve zorluklarını da gördüğümüz bir senaristin hayatını izlemeye çağırıyor.
Coen Kardeşler’in Miller’s Crossing filmini yazarken yaşadıkları, yazma zorluklarını konu alarak bu filmi üç gün de yazmışlardır. Şimdi o filme yavaştan bir giriş yapalım.
Barton Fink Broadway’de bir tiyatro oyunu yazarıdır. En son yazdığı oyun çok ses getirince, Capitol Records Film Şirketi Barton Fink’i Los Angeles’a B Filmi olarak bir güreş konulu film yazması için çağırmasıyla film başlıyor. Barton Fink yapı itibariyle halkın, ‘’normal’’ insanların, zengin olmayan, olağan bir hayata sahip olan insanların hikayelerini anlatmayı daha cazip bulan biridir. Bu işi kabul ettiğinde güreşle ilgili hiçbir şey bilmemesinin yanında ‘’normal’’ insanların olduğu bir yere yerleştirilmiştir. Bu otel kimse tarafından bilinmeyen, ucuz bir oteldir. Filmin türü hakkında kesin bir şey söyleyemememizle birlikte, gördüğümüz otelin bize korku filmlerini aratmayacak bir dizaynı olduğunu eklemeden anlatmaya devam edemem. Kendisine has bir tarzı olan bu otelde çok fazla insan görmememizin yanı sıra, koridor, duvar kağıdı, kapının önüne koyulan ayakkabıya kadar bir ritme sahip olduğunu söylemek mümkün. Fink otele ilk geldiğinde otel görevlisi Chet’le karşılaşması, Chet’in yer altından gelmesiyle başlar. Bu da bize aslında hikayenin ne kadar farklı, beklenmedik, gizli anlamların olduğu ve gerçeklikle, düş arasındaki gizeme girmek üzere olabileceğimizi göstermektedir. Karakterimiz odasına yerleştiğinde odasının ne kadar küçük ve sıcaktan duvar kağıdının duvardan ayrıldığına bile şahit oluyoruz. Bu kısmı unutmayın çünkü daha sonrasında bununla ilgili yazmaya devam edeceğim. Karakterimiz patronun ofisine gittiğinde patronun tam olarak hiciv üzerine kurulu bir karakter olduğunu görmekteyiz. O konumda olan patron yanında yıllarca çalışmış daha sonrasında konumu değişmiş olan kendine yaşça yakın bir elemanına köle gibi davranması, hızlı konuşarak karşısındakine laf vermemesi, yolun başında olduğu için Fink’e tevazu göstermesi tipik bir zengin patronun yapısını bize göstermektedir. Fink’in yazılması istenen filmlere benzer film izledikten sonra kafasının daha çok karışmasıyla beraber türlü zorluklar da başlayacaktır. Karakterimiz daktiloyla yazmaya çalışırken ilhamının gelemediğini ve zorluk çekmeye başladığını görürüz. Odasına baktığımız zaman küçük olmasının bize etki ettiği klostrofobik yanıyla beraber, duvarda asılı duran bir kadının kumsal da ufuğa doru baktığı bir fotoğraf vardır. Biz film boyunca bu fotoğrafla ilişkilendirileceğiz. Yazmaya çalışırken Fink’in yan odadan duyduğu sesler onu rahatsız eder. Ve resepsiyonu arayarak durumu bildirir. Yan taraftaki adamın gelmesiyle kendi alanı işgal edilen Fink kendini çok rahatsız hisseder. İlk başta çok çekingen bir tavırda davranır. Ama sonrasında bu karakterin aslında kendi yazdığı karakterlerden biri olduğunu, şehirdeki yalnızlığının onu zor durumda bıraktığını, delirmemek için birine ihtiyacı olduğunu fark ettiğini görürüz. Komşusunun adı Charlie’dir. Charlie iri bir adamdır. Ve sürekli alkol alır. Charlie kendini sigorta acentasında çalışan biri olarak tanıtır. Ve tuhaf bir arkadaşlıkları başlar. Fink durumdan bahseder ve üzerine biraz konuşurlar. Charlie’nin yapısı olarak yalnız biri olduğunu, kilo sorunu olduğu için dışarıdaki insanlarla sorun yaşadığını, hep bir anlatılacak hikayesi olduğunu ama Fink’in bunu anlatmasına müsaade etmediğini görmekteyiz. Bunun nedeni olarak da şunu söyleyebilirim. Fink, birine ihtiyaç duyuyordu evet ve normal insanların hayatları hakkında yazıyordu ama o da normal insanlara saygı duymayan biriydi. Ve bunu Charlie’nin üzerinden bize gösterdi. Patronun nasıl Fink’i konuşturmadığını görüyorsak aynı şeyi Fink’in Charlie’e yaptığını görmekteyiz. Ne zaman bir hikayem var dese susturuyor ve kendi dertlerinden, anlamadığı insanlardan bahsediyor, yapmak istediklerini anlatıyordu. Bu da gözle görülür bir şekilde Charlie’i kötü anlamda etkiliyordu.
Fink’in filmi yazmak için bir çıkış yolu aramasını izlerken, Fink çok sevdiği bir yazarla karşılaşıyor ve onunla bunun hakkında konuşmak istediğini fikrini almak istediğini söylüyor. Bunu kabul eden yazarımızla buluşan Fink, ilk buluşma da alkollü olmasından dolayı, yazarın sekteriyle konuşup başka bir buluşma ayarlıyorlar, beraber yemek yerken yeniden sarhoş olan yazarla anlaşma zorluğu çeken Fink, yazarın sekreteriyle konuşmaya başlıyor. Yazar sarhoş bir şekilde masadan kalkarken, sekreter peşinden gidiyor. Ve sekretere tokat atıyor. Sinirlenen Fink bir şey yapmak istese de yapamayacak oluşunu görüyoruz ve Fink, otele geri dönüyor.
Fink’in karakteri için; asosyal, bohem, normal insanlara odaklanmaya çalışan ama içinde saklayamadığı o üstünlük hissini taşıyan, cinsel hayatı olmayan, başarılı olmayı Brodway’de gördüğü gibi olmasına inanan bir karakterdir diyebiliriz.
Bunu neden şimdi açıkladığımı birazdan anlayacaksınız.
Fink uzun bir süre geçip ilerleme kaydedememesinden sonra iki bir gün içinde anlatabilecek düzeyde toparlanması gerektiğini öğrendikten sonra, sekreteri arar ve yardım ister. Gelen sekreterle otururken, aslında sevdiği yazarın son iki kitabını sekreterinin yazdığını öğrendikten sonra çileden çıkan Fink, sinirini gösterirken sekreterle yakınlaşmaya başlayıp birlikte olurlar. Cinsel olarak hayatının olmayışının ve arzusunun artık doruk noktasına ulaştığını burada görmekteyiz.
Uyandığı zaman yanında yatan kadının öldüğünü görmesiyle deliren Fink çığlık atar ve Charlie gelir, daha öncesinde bir şey yok diyip geri göndermesine rağmen Charlie’nin kapısına gider Charlie onun odasında konuşmayı ister. Odasındaki kadını gören Charlie, ona yardım eder ve kadını odadan götürür. Fink hayatına kaldığı yerden devam etmeye çalışır. Patronun yanına giderek film hakkında konuşur. Geri geldiğin de Charlie gitmek zorunda olduğunu söyleyip, ona bir paket bırakır içinde ne olduğunu söyleyemez. Bu arada Fink Charlie’e ailesinin adresini verir, onların yanına gidebileceğini söyler. Sonrasında dedektifler gelir ve Charlie’nin aslında bir katil, akıl hastası Karl Mundt olduğunu söylerler. Daha önce öldürdüklerinin kafasını kestiğinden bahsederler. Fink’e bıraktığı kutunun içinde ne olduğunu görmediğimiz gibi onun sekreterin kafası olduğunu düşünmemiz bu şartlar altında normal gibi duruyor. Kutuyu masaya koyduktan sonra yazmaya başlayan Fink filmini bitirir ve artık bütün dertlerinden kurtulmuş gibidir. Kutlama bile yapar.
Fink otele geri dönünce, odasında dedektiflerin beklediğini görür. Aralarında kısa bir konuşma geçer sonrasında sıcaklaşan ortamı karakterlerimizle fark ederiz. Ve Fink ‘’Sıcak olmaya başladı, Charlie geldi’’ der. Daha sonrasında Charlie asansörden çıkar. Çantasından pompalı tüfek çıkartır ve dedektiflerden birini vurur. Sonrasında alev almaya başlayan otelde bir kovalamaca başlar. Charlie diğer dedektifin peşinden elinde tüfekle koşarak ‘’ Bana bak! Sana aklın hayatını göstereyim.’’ Diye bağırır. Sonrasında onu Hail Hitler diyerek vurur. Fink’in yanına gelen Charlie onunla konuşmaya başlar. Fink’in turist olduğunu, cehennemin nasıl bir yer olduğunu bilmediğini, merkez de işlerin karışmasının ne kadar kötü olduğunu söyler. Ve Charlie ihtiyacın olursa yandayım diyerek yanan odasına girer ve Fink patronun ailesini aramaya çalıştıktan sonra başarılı olamayınca patronun yanına gider. Patronla konuşur ama filmi onaylanmaz. Aslında burada patronun gerçek yüzünü gördüğümüz bir hiciv olduğunu söylemeden geçemem. Patronun bir anda nasıl tavır değiştirdiğini ve elindeki yazarlara Fink vari yazdırabileceğinden bahsettiği anda gerçek yüzünün ortaya çıktığını görürüz. Sonrasında Fink oradan çıkarak bir kumsala gider ve oturur. Orada bir kadın görür, onunla konuşur ve onun fotoğraftaki pozu vermesiyle o kadın olduğunu anlar.
Şimdi filmdeki bir iki dikkatimi çeken şeyden bahsetmek istiyorum.
Kayalar; simge olarak bize verilen kırılma noktası ve engeller olarak oraya eklendiğini söyleyebiliriz.
Resepsiyon görelisi; yer altından gelen, beklenmedik, zihnin derinini temsil eden ve aynı zamanda tehlikeyi temsil edebilecek biri.
Charlie; bu karakterle ilgili bir iki şey söyleyerek başlamak istiyorum. Karakterin kulak akıntısı olduğunu unutmayalım. Şimdi bu akıntıyla beraber filmin başından beri o duvardan sökülen duvar kağıdının yanındaki sıvıyı düşünelim, aradaki benzerliği göreceksiniz. Ortamın sadece Charlie varken sıcak olduğunu unutmayalım. Fink’in sıcak başladı Charlie geldi demesinden de bunu çıkartabiliriz.
Düş ile gerçek; karakterimizin film boyunca düşlere olan yolcuğunu görmekteyiz, bu sahnelerin varlığını Fellini’nin 8 Buçuk filmine borçluyuz diyebiliriz. Karakterimizin gördüğü alan dışında hiçbir alan görmüyoruz ve bence şu teoriyi ortaya atsam çok fazla kişinin buna karşı çıkacağına inanmıyorum. Oteli Fink’in iç dünyası olarak görsek durum nasıl değişir? Charlie, Dedektifler ve Chet. Bunlar hep tekli ortamlarda gördüğümüz, sadece Fink ile konuşan karakterler. Charlie’nin varlığını aslında kendi içinde yatan bir yanı olarak görmemiz bence çok da yanlış olmaz. Çünkü baktığınız zaman Charlie’nin bulunan konumla ilişkisi ve son sahnede yanan odaya geri dönmesi, gitmeden ‘’merkezde işlerin karışmasının ne kadar kötü olduğunu bildiğini’’ söylemesi, merkez anlamında beyni kastetmiş olabileceğini söyleyebilir.
Kadın; ölümü tuhaf gelen bu kadın hakkındaki ilk izlenimim Charlie’nin yapmış olabileceğiydi. Çünkü Charlie dinlenilmek istenen ve ona ihtiyaç olunmasını istenen bir karakterdi. Ve kendisini savunmak için kullandığı iş olarak sigortayı seçmişti. Sigorta derken, insanların huzurlu olmasından ve kazançlarından bahsediyordu. İnsanın aklına da şu gelebiliyor. Demek ki Fink’in yaşadığı gibi bir cinayeti temizleyen biri olarak çalışıyor olabilirdi. Bunların kesin olmamasının yanında, kadın ve Charlie arasındaki durum kafa karıştırıyor. Charlie hayal ürünü de olabilir, olmaya da bilir. Bunlar hayal ürünüyse, kadının da hayal ürünü olma ihtimali yüksek. Bunların tabi ki de olmadığını, her şeyin gerçek olduğunu ve Charlie’nin yanan odaya girdiğini söylemek de mümkün ama göndermeleri baz aldığımızda, Charlie gerçeklik bağlamını yitirmeye başlıyor.
Sinek; Los Angeles da sinek olmamasına rağmen, Fink’i uyutmayan o sinek bizim için orada baskı, patron, ‘’kan emici’’ güç olarak gösterilen insanlara yönelik bir metafordur.
Sinematografik olarak; yakın planların sadece o an ki odak noktaları ve geçişlerde kullandığını, lavabo borusuna yaklaşıp geçiş yaptığını ve bunları aslında eski siyah beyaz film tarzında yaptıklarını söylememiz mümkün. Palet olarak da kahverengi tonlarında kullanması bizi zamana yakınlaştırdığı kadar, olaydan da uzaklaştırıp, kafa karışıklığına sebep olmuyor.
Hikaye bağlamında büyük bir karmaşaya sebep olan bu film, izlendikçe daha da anlamlaşan, daha güzel olduğunun farkındalığını bize aşılayan bir film. Coen Kardeşler’e sorduğunuzda, çoğu yönetmen gibi tam olarak ne anlatmak istediğini bize söylemiyorlar çünkü insanların neler düşünülebileceğini görmek bunu kısıtlamak istemiyorlar.
Yorum Bırakın