Bir Adım İleri, Bin Adım Geri

Bir Adım İleri, Bin Adım Geri
  • 2
    0
    0
    0
  •        Bir adım ileri ve bin adım geri. Söyledim sana, hatalı bir vals bu. Dolmalı mı gözlerim? Ya da kahkaha mı atmalı en yükseğinden, biraz olsun, bir kez olsun. Açıkçası tanımlamaktan korkuyorum, en çok da ona yakın dururken. Başını başıma yasladı, yangın yeri. Sözcükler zor, cümleler zehir. Sanki ona bir ad versem kaçıyor tüm o şeyler, dağılıyor birden. Onlar kaçışırlarken etrafa bir tozdur kalkıyor, doluyor ciğerlerim. Bu seferki derin bir korku, yapışıyor ciğerlerime ve artık nefes alamam, dönüp de “Gitme.” diyemem. Göz gözü görmüyor. Göremiyorum onu, aylar geçiyor, yıllar hemen peşinde. Alışıyorum böyle yaşamaya, alışıyor ayaklarım aynı adımları takip etmeye. Yanlış ritimdeyim, belli ki ritim duygum gelişmemiş. Hatalı bir vals bu söyledim sana, ben ileri gittim sanıyorken geri geri gidiyor ayaklarım. Biraz soluklan, yarın açarsın kırk yıllık pencerenin pervazını. Bana bak, beni gör, beni duy. Burada mısın?

           Kırık bir bankta onu beklersem onun da başka kırık bir bankta oturmuş beni bekler oluşundan korkarım. Bu daha fena yalnız bekleyen olmaktan. Özlemekle pek aram yoktur, özlemeli mi onu? Yürüyordum adını bile bilmediğim bir sokakta, en sevdiğim şarkılardan birini çalarken duydum. Ben açmamıştım. Ona değer biçmeyi ben seçmemiştim. Önemli değildi madem, neden aklıma ilk o geldi? Ne olur kapatsınlar şarkıyı, becerebilse gözlerim çömer benimle birlikte ağlardı. Becerebilse kalbim, oradan derhal ayrılır da ona doğru atardı.

     
    “Yeni bir makam arardım
    ne desem yanlış ve hatalı tınlardı.
    Bir nağme bulmamla kaybetmem bir olurdu
    Düşlerimin arasında işittiğim eski bir şarkıydı...”
    ( Le Guin, 82)

           

          İnanmamalı bana. Ne hissederim bilmem, sevgi nedir öğrenemedim. Susmadı kafamdaki ses. “Sevgi öğrenilmez, hissedilir. O yüzden binanın girişindeki ağacı tekmeleyip durman.” Neden mi buradayız? Bilmem, yok daha iyi bir cevabım burada olmak istememden başka. Belki de onun vardır, o anlatır bana her şeyi ve ben de dinlerim, ben onu pek güzel dinlerim. Ve belki de o anlatırken ben de fark ederim; ben de bundan buradayım, o dediğinden. Bitti artık diye yeminler ettiğinin sabahında bir bakışla insanı geri döndürenden. Biraz daha yakın durur mu bana rica etsem? Uzak durunca o içimde bir şeyler kırılır, bir görse etrafı utanır. Ama bilmiyorum da ne kadar yakın durmalı bana ve ne kadar yakın durmalı ona. Çok yakın durdu bir an ve korktum. O his de ne? Rahatsızlığın içinde tanımlanamaz bir huzur. Yapbozun sol köşesindeki parça, aramaya çıkmış yanındaki kayıp son parçayı, bulmuş mu yoksa? Acaba biraz daha yaklaşır mı bana? Böylece görebilirim güzel yüzünü gün ışığında. Bir adım daha atmalı, böylece duyabilirim koşulsuz her duyduğumda yüzümde tebessüm oluşturan kahkaha sesini. Duydum ve eyvah korktum. Geri geri kaçarken ben göremedim arkamı, düştüm; gelirken bana doğru o takıldı yerdeki bedenime, düştü. Kanadı yeterince dizlerimiz. Ayağa kalkıp benden tam gidecek gibiyken o, içimdeki çam ağaçları döktü tüm yapraklarını. Bana geri dön. Gidersen küser bana üçüncü kattaki kızların kahve falları ve iskambil falında tutamam başka kimsenin adını. Gitme.

     
    “O bilir nasıl yürümeli
    bir başına ardına bakmadan ağaçların arasına,
    öyle hafiftir ki adımları yumuşak ayaklarının, batmaz
    karlara. Nasıl geriye bırakmamalı ne iz,
    ne ses, ne gölge. Nasıl çekip gitmeli.”
    ( Le Guin, 35)
         

           O bilir nasıl sevmeli ve nerden başlamalı, nasıl gülmeli ve ağlamalı. O ağlarken herkesin ortasında hiç çekinmeden, yıllardır gözünden tek damla yaş gelmemiş olan benim. O bilir ne istemediğini ve kimi sevmediğini. Ben bir ad bile koyamazken, onun bir cevabı vardır. Aslında ona sorsam, anlatır bana sakin sesiyle tüm hikâyeyi ve ısrarcı olmaz fakat parlarken güzel gözleri “Bana gel.” der “Bana gelmezsen sana gelemem, hatalı bir vals olur bu.” Soramam. O en rahatlatıcısı sahtekârların, uzaklara mı çıkar yanı, eve mi bilmem. Ve ben bilmem kırıp dökmeden bir yerde durmayı. İçten içe her gün biraz daha insanı yiyip bitiren kötü bir canavar ve karşısında kör edici bir ışık. Adı ne?.. Adı ne olmalı? Sakın söyleme.

     
    “Ne zaman bana söylersen kim olduğunu
    çağıracağım seni o isimle.
    Ne zaman bana söylersen nerede olduğunu
    pusulam işaret edecek orayı.”
    ( Le Guin, 98)

         

           Kapalı gözlerim, kapalı gözleri. Neredesin? Söyle adını. Yaslamış başını başına ve bu hatalı bir vals. Kaç adım gittin ona ve kaç adım geldi sana? Hayır, hayır tamamen yanlış yerdesiniz. Her şeyi düzeltmek istedin, hala kaçarken ayakların. Cesur olmak istedin, titrerken bacakların. Pek tabii onun gülüşündendi bu cesaret. “Durun!” dedin ayaklarım, “Durun, hatalı bir vals bu, dışındayız ritmin.”

           Selamlama. Bir adım ileri ve bir adım geri. Dönüp durdunuz oda boyunca, müzik sanki hiç bitmedi; bir gün bitse bile bu vals, değerini hiç kaybetmedi. Aç gözlerini ve bak ona, o karşında adıyla. Eve çıkar.

     

     

    * Le Guin, Ursula K. & Gürses, Can. Günün Geç Vakitleri, 2019. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.