Snowpiercer Filmine Metaforik Açıdan Bakış

Snowpiercer Filmine Metaforik Açıdan Bakış
  • 6
    0
    1
    0
  •      Bong Joon-Ho'nun ilk ingilizce filmi olan Snowpiercer, küresel ısınmaya karşı insanların başlattığı bir kimyasal savaşın sonrasında yeni bir buz çağına giren dünyanın ve yeryüzünde hayatta kalmayı başaran son insanları konu almaktadır. Filmi metaforik anlamda incelemeye başlarsak filmin ilk girişinde 17 yıldır devam eden felaketin 2031 yılında ortaya çıkardığı sonuçları gözümüze çarpmaktadır. Durmaksızın yoluna devam eden trenin içinde yaklaşık bin kişi yer almakla birlikte aynı zamanda binbir vagonu bulunmaktadır. Sosyal ve adaletli bir anlayış göz önüne getirilince kişi başına bir vagon düşmekte ve her insanın bir vagonda yaşayabileceğini varsaymak aklımıza ilk gelen şeyler ama bu trendeki adalet ve sosyal düzen kavramı aslında günümüzle çok ilişkili. İlk olarak trenin arka kısmından yani kuyruk kısmından başlıyoruz olayları görmeye. Bir tane bile camın olmadığı kuyruk kısmında insanların o karanlık dünyalarına terkedildiğini görüyoruz burada. Ön gruptan gelen kişiler kendi lüks hayatları için bir kemancıya ihtiyaç duymaktadır. Dünyada tabiri caiz ise kıyamet koptuktan sonra böyle yetenekli kişilerin kalması bile bir mucize olarak görülebilir. Ön tarafta yer alan kişiler ihtiyaç duydukları zaman kuyruktan kendi işlerini halledecek insanlar almaya gelirler. Bu duruma şöyle bakabiliriz; çocukların bile boylarının ölçüsünün alınarak ön tarafa götürülmesi arka taraftaki insanlara bir maddeymiş gibi ya da bir malzemeymiş gibi davranıldığının göstergesi olarak düşünülebilir. Ortaya çıkan kargaşada ise fırlatılan ayakkabı aslında tüm olayı özetlemektedir. Üst yöneticilerden olan Mason fırlatılan ayakkabıyı düzensizlik, ölüm ve başkaldırı olarak değerlendirir. Bunun Mr. Wilford'a karşı yapılan bir saygısızlık olduğunu dile getirir çünkü sonuç olarak arkadaki insanları besleyen ve hala hayatta kalmasını sağlayan Mr. Wilford'un kendisidir. Mason'un dile getirmek istediği şey de şudur; ne zaman ayakkabı kafaya çıkarsa kutsal sınır geçilmiş olur ve o kişi en ağır şekilde cezalandırlacaktır ve kendisinin şapka, arkadaki insanların ise bir ayakkabı olduğunu söyler. Bu da demek oluyor ki ben kafa için varım yani bilgelik, ustalık, üstünlük taşırım ve ön tarafa aitim siz ise bu trendeki işleri halletmek için arka tarafa ait bir kölesiniz izlenimi bırakmaktadır.  

         Tüm bu gelişmelerden sonra kuyruktaki kişileri devrim niteliğinde olan mücadeleleri dinmemiş, daha da değerli hale gelmiştir. Çünkü özgürlükleri için yapmaları gereken bir savaş vardır. Onca zaman psikolojik ve fiziksel olarak sürdürdükleri savaşı bu sefer gerçek anlamda savaş alanına yani balıklı sahneye taşımışlardır. Bu sahnedeki balık aradaki kutsal çizgiyi gösterip aynı zamanda karşıdaki güçlerin yani Wilford'un adamlarının balığın kanını akıtması ise bir nevi artık savaş başladı mesajı vermek ve daha fazla kanın döküleceğini göstermektir. Ve öyle de olur. Karanlıkta tuzağa düşen kuyruktaki insanlar tabiri caiz ise balık gibi doğranmıştır bu sahnede. Ama bizim için burada önemli olan Bir mitolojik hikayenin filme uyarlanmış olmasıdır. Namgoong Minsoo'nun yanında taşıdığı nsanlıktan son kalan sigara ve kibritler vardır. Ve Namgoong Minsoo'yu kendilerine yardım etmesini ikna ederken Chan adlı çocuk Namgoong Minsoo'nun elindeki kibritleri alır ve kaçar. Daha sonra ise kanlı balık sahnesinde Chan'in çaldığı kibritle kuyruktakiler meşalelerini yakar ve kendilerini kurtarırlar. Bu olay mitolojide Prometheus'un Zeus'tan ateşi çalıp insanlara vermesine benzetilebilir. Bu küçük kibrit parçasıyla kuyruktaki insanların devrimi devam etme eğiliminde olup aynı zamanda içinde bulundukları karanlık dünyadan kurtarılmış olur. 

         Bu zor durumdan kurtulduktan sonra yolculuklarına devam eden Curtis ve ekibi birçok vagondan geçer ve bu vagonlarda meyve bahçesi, su bölümü, et bölümü ve eğitim bölümü görünmektedir. Yani aslında trende her şey var olarak düşünülebilir. Wilford koskoca dünyayı 1001 vagonu olan trene taşımış ve burada bir düzen oluşturmuştur. Eğitim vagonunu ele aldığımızda ise orada çocuklara öğretilen her şeyin Wilford'un öğretileri olduğu ve onsuz insanlığın yok olacağı gibi absürt cümleler görürüz. Buradaki Wilford öğretileri ise günümüz devletleri,nin öğretilerine benzer. Çünkü günümüzdeki birçok büyük devlet kendilerini insanlığın veya belli başlı grupların koruyucusu olarak niteler ve kendi ideolojilerini bu küçük gruplara empoze etmeye çalışır. 

         Wilford'un adamları şu görüştedir; trene ilk bindiklerinde kaos vardı. Bunu yne bir mitolojik olayla ilişkilendirecek olursak buradaki durum mitolojide dünyanın yaratılması ile özdeşleştirilebilir. Çünkü mitolojide de dünya yaratılmadan önce bir düzensizlik, kaos ve karanlık vardı. Wilford'un yarattığı düzenden önce de dünyada bir düzensizlik, kaos vardı ve bu yüzden insanlık yok olma tehlikesi altına girip 1001 vagonlu trene sıkışıp kaldı. Ve bu tren onlar için durmak bilmeyen bir yeni dünya halini aldı. Burada Wilford'u insanlık için bir kurtarıcı olarak görebiliriz. 

          Ve bu durmak bilmeyen içinde her şey varmış gibi görünen ama insanlık, adalet, düzen olmayan tren kuyruğunu ısıran bir yılan gibi sürekli bir kısır döngüde yoluna devam etmektedir. Ekonomik sınıf farklılıkları, kapitalizm, insanlığın acı gerçekleri gibi olguları içinde barındıran film günümüz dünyası ve geleceğin bir bakımdan aynası konumundadır. Nüfus kontrolü gibi bir şeyin insanlığın ne denli şuurundan uzaklaşıp vahşileştiğinin bir göstergesidir. Filmin en sonunda patlamadan sonra sadece bir kız ve erkek çocuğun yaşıyor olması hayatın kendini yeniliyor olması ile özdeşleştirilebilir. Mitolojik açıdan bu iki çocuk cennetten kovulmuş Adem ile Havva'ya benzetilebilir ve yapmaları gereken ise varoluşumuzun temelinde yatan olgulardan biri olan vahşi doğaya geri dönüş ve insanlığı yaşatmaları olarak yorumlanabilir. 

     


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.