"Doğada hiç durmaksızın devam eden devinimlerin, varoluşların, yok oluşların , ele avuca gelmeyen duyguların gerisinde bir "neden" olmalı. Bütün bu mitleri, efsaneleri itiyorum elimin tersiyle, bana öyle bir "neden" söyleyin ki, aklım boyun eğsin karşısında. "
Belkide böyle haykırıyordu, Antik Çağ'ın ilk filozofları.
M.Ö. 6.yüzyıldayız ve Batı Ege'ye, Aydın ili sınırlarında Milet Antik Kenti 'ne gidiyoruz. Felsefe'nin; ilk doğduğu yerlere. Ne acıdır ki Batı Anadolu'da doğan Felsefe, bugün kaderine terk edilmiş bir çocuk gibi sahipsiz bırakılmış, hatta unutulmuştur, ülkemizde. Biz hatırlamaya devam edelim. Bilelim ki Felsefe tarihine dair kitaplarda ilk filozof olarak kabul gören kişi, ülkemiz topraklarında doğup yaşamış Milet'li Thalestir. İnsanlara, doğaya , gökyüzüne dair gözlemler yapan, kendi kendine sorular sorup o sorulara kendi akıl yürütmeleri ile doğanın içinde cevaplar arayan, matematikçi, gök bilimci , tüccar , mühendis olarak pek çok alana katkılar sunmuş, çok yönlü bir filozoftur. Thales'in yaşadığı dönemde; sürekli Milet'de kalmadığı, Mısır hatta Mezopotamya'ya gittiği, oralarda edindiği matematik ve geometri bilgilerini derleyip bir araya getirdiği, sonrasında da kendi matematik teoremlerini yarattığı düşünülür.
Thales herşeyden önce gözlemci biriydi, doğanın sırlarını doğayı gözlemleyerek çözmeye çalışıyordu. Mısır'da bulunduğu dönemlerde muhtemelen Nil Nehri taşkınlarına tanık olmuştu. Suyun toprak üzerine taşması ve geri çekilmesi sonrasında, toprağın verimliliği artıyordu. Suyun toprağa can verdiğini görüyordu, Thales. Sabırla gözlemler yapıyor, rüzgarın sesini dinliyor, yönünü keşfediyor, Nil Nehrinin rüzgarın yön değişimi ile denize akışının kesildiğini, taşkınların bu sebeple oluştuğunu izah ediyordu. Mısır sokaklarında gezerken, güneşi seyrediyordu Thales. Kendi ardı sıra hareket eden gölgesinin, günün farklı saatlerinde uzayıp kısaldığına bakıyor, kendi boyu ile gölgesinin aynı boyda olduğu anda heyecanlanıyor, güneşin ellerinde oyun oynayan gölgeler yoluyla Mısır piramitlerinin boyunu ölçmeyi başarıyordu. O dönemde, toplumda felsefenin işe yaramadığına dair bir algı vardır. Öyle ki filozoflar, yoksulluklarından dolayı halk tarafından ayıplanmışlardır. Aristoteles'in anlatısına göre Thales, henüz kış mevsimindeyken bir sonraki sezonda büyük ölçüde zeytin hasadı yapılacağını tahmin eder. O yıl yeterli ölçüde hasat alınamayınca kimse elinde yüksek miktarlarda para tutamaz ve Thales, sağdan soldan borç para alarak çevredeki bütün ezimevlerini kiralar. Ertesi sezon, zeytinden yüksek hasat elde edildiğinde insanlar Thales'ten ezimevlerini yüksek miktarlarda paraya yeniden kiralamak durumda kalır. Bunu inceleyen ekonomistler, Thales'in mesleğinin günümüzdeki opsiyon ticareti ile benzeştiğini söylemekteler.
Doğanın verilerini kullanıp yeni bilgiler keşfetmek, O'nu heyecanlandırdığı kadar daha da meraklı yapmaktaydı. Öyle ki , gökyüzünü seyrederken kendinden geçerek, önündeki kuyuyu fark etmeyip içine düşünce, o sırada yanından geçmekte olan bir kadın "Daha önündeki kuyuyu göremiyorsun , gökyüzünü mü keşfedeceksin be adam" diye alaycı bir gülümseyişle onunla dalga geçiyordu. Oysa O'nu asıl filozof yapan da buydu, O; herkesin gördüklerini değil, göremediklerini görmeye çalışıyordu. Ve hatta bunu başarıyordu da, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde gerçekleşen güneş tutulmasını önceden bilmiş, sebepleriyle ortaya koymuştu.
O dönem insanları için Thales'in aykırı kişiliği alay konusu yapılmıyor da değildi, "Madem bu kadar zeki, zengin olmayı da başarsın" diyordu insanlar. Thales gerçekten zeki bir adamdı, bugün bizler bilginin asıl güç olduğunu biliyoruz ama Thales bunu bizden çok daha önce fark etmişti. Bizim meteorolojik tahminler dediğimiz öngörüleri kendi ilkel yöntemleri ile yapmayı başarmış, daha kışın soğuğunda , baharda zeytin hasadının çok olacağını tahmin ederek, tüm zeytin ezme makinelerini satın almıştı. Nitekim bahar gelmiş, zeytin hasadı çok olmuş, elindeki zeytin ezme makinelerini kiraya verip, para kazanmayı da başarmıştı
Thales deniz yolculukları yapıyor, bu sırada yıldızları gözlemliyor, denizcilere büyük ay'ı yerine küçük ay'ı takım yıldızını gözlemleyerek nasıl yönlerini bulacaklarını anlatıyordu. Deniz yolculukları sırasında kara parçalarının sular arasında yayılımına, yükselişine bakıyor ve yargısını veriyordu:
"Dünya bir tepsi şeklinde ve su üzerinde yüzmektedir, su dalgalanınca depremler olmakta, dalgalar durulunca depremler sonlanmaktadır. "
Muhtemelen bunu duymak sizi gülümsetmiştir. Ancak yıllar sonra bilim adamları, dünyanın ilk oluşumunda tek bir kara parçasının olduğunu, zamanla depremler neticesinde bu kara parçalarının birbirlerinden ayrılarak aralarının, bizim deniz dediğimiz sularla dolduğunu ve bugünkü dünya haritasının şekillendiğini söylediler. Thales'in yargısından çok da uzak değil, öyle değil mi ? Üstelik o çağda, elinde bilimsel veri üretecek imkanlar yokken, sadece gözlem ve akıl yürütme ile bu sonuca varması, gülünecek değil, önünde saygı ile eğilinecek bir tavır kanımca. Ama bütün bunlar Thales'e yetmedi. Bitkiler,böcekler, insanlar, taşlar .. bu görünür çokluğun gerisinde bir ana madde, bir ilk neden olmalıydı. Bütün bunların bir yapı taşı, oluştuğu köken neydi? Toprağa can veren, dünyanın üzerinde yüzdüğü, gökyüzünden düşüp buharlaşan yine gökyüzüne karışan, kimi zaman katılaşıp buza dönüşen , insanoğlunun onsuz yaşayamadığı "su" olmalıydı bu.
Aristoteles, Thales'in her şeyin tanrılarla dolu olduğu görüşünü savunduğunu söylemektedir. İlk çağ yazarları ise Thales'e bir alem ruhu, her şeyi sudan meydana getiren tanrısal bir anlayış mal ederler. Yani Thales, ateistik bir inanca sahip değildir; daha ziyade bugün panteistik olarak yorumlanabilecek bir inanca sahip olduğu düşünülebilir. Tales, çağdaşları gibi çok tanrıcılıktan ziyade, tek bir tanrının her şeyin nedeni olduğunu düşünmeye meyilliydi (zaten arkhe arayışı da buradan gelmektedir). Tanrı'nın, her şeyden önce geldiğini, var olan şeylerin en eskisi olduğunu, kendisinden önce gelen bir sebebe ihtiyaç olmaksızın var olabileceğini, Dünya'nın var olan en güzel şey olduğunu ve her şeyin Tanrı tarafından yaratıldığını düşünüyordu.
Her şeyin ana maddesi olan su, nasıl oluyordu da, taşa toprağa bitkiye dönüşüyordu. O zaman her şey Tanrılarla dolu olmalıydı. Yani her şeyin bir ruhu vardı. Ne ilginçtir ki yüzyıllar sonra insanoğlu, evrenin büyük patlama ile meydana geldiğini ,bu patlama öncesinde enerjinin ortaya çıktığını yani maddeden önce enerjinin varlığını kanıtlayan bilimsel veriler elde edecek ve bu enerjiye "Tanrı Parçacığı" adını verecekti...
Kullanmış Olduğum Kaynaklar
Bertrand Russel Batı Felsefesi Tarihi, İlkçağ.
Ahmet Arslan İlkçağ Felsefe Tarihi 1, Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi.
Ahmet Cevizci Felsefe Tarihi, Thales'ten Baudrıllard'a.
Yorum Bırakın