Tarih sahnesine 1299 yılında çıkan Osmanlı Devleti; hem gerçekleştirdiği fetihler hem kurduğu köklü siyasi teşkilat hem de uyguladığı iskân ve istimalet politikası sayesinde yaklaşık 300 sene boyunca bir cihan imparatorluğu olarak kalmayı başardı. Savaşlardan elde ettiği ganimetlerin yanı sıra önemli ticaret yollarını da bünyesinde bulunduruyor, bu sebeple ekonomik kalkınma noktasında hiçbir şekilde zorlanmıyordu. Ayrıca son derece güçlü bir merkezi otoriteye sahip olmasından dolayı orduyu da rahatlıkla kontrol altında tutarak küçük çaplı isyanları çabucak bastırabiliyordu.
Osmanlı’nın dünya siyasetine yön verdiği bu parlak ve şatafatlı dönemlerde Avrupa için aynı çıkarımlarda bulunabilmek pek de mümkün görünmüyor. Çünkü Avrupalı devletler henüz kendi içlerindeki savaşları ve hâkimiyet mücadelelerini bitiremedikleri için dışarıya açılabilmiş değillerdi. Nitekim açılmak istediklerinde de karşılarında askeri ve ekonomik açıdan sarsılması oldukça güç olan bir Osmanlı İmparatorluğu bulacaklardı. Özellikle ipek ve baharat yollarının Türkler’in elinde olması durumu Avrupalı devletleri adeta çaresiz bırakmakta idi. Fakat ne zaman ki maceraperest denizciler ortaya çıkıp yeni keşifler için yollara düştüler işte o zaman Osmanlı adına sonun başlangıcı evresine geçilmiş oldu.
Portekiz ve İspanya’nın önderliğinde başlayan keşif yolculukları, özellikle Marco Polo’nun Asya’nın bir tarafından diğer tarafına yaptığı seyahatleri anlattığı eserinden ilham alınarak gerçekleştirilecekti. Bunun yanı sıra ekonomik açıdan dışa bağımlılığı ortadan kaldırma ve Doğu’nun zenginliklerini ele geçirme dürtüsü de ağır basıyordu. 15.yüzyılda ilk olarak Bartolomeu Dias’ın Ümit Burnu’nu, bu vesileyle Vasco de Gama’nın Hindistan’a gitmenin yeni bir yolunu bulması, 1492 yılında Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfi(!) ve Macellan'ın dünyanın çevresini dolaşan ilk insan olması sebebiyle uluslararası ticarette taşlar yerinden oynayacaktı. Artık Avrupalı devletler Osmanlı’nın ekonomik hegemonyasından kurtuluyor, onun topraklarında yer alan yolları kullanmaya ihtiyaç duymadan yeni sahalara açılıyordu.
Macellan
Başlarda bu keşifleri birkaç çılgın gemicinin eğlencesi olarak gören Osmanlı Devleti ise günden güne ticari itibarını kaybetmeye başladığı an önlemler almaya çalışacak, ancak ne yazık ki fazlasıyla geç kalmış olacaktı. Bir devletin dağılmasının ilk koşulunun fakirleşme ve halkına yetememe gibi sorunlardan kaynaklandığı kabul edilecek olursa eğer, Coğrafi Keşifler’in Osmanlı’nın sonunu hazırladığı da rahatlıkla söylenilebilir. Teknolojik gelişmelerden geri kalma neticesinde peş peşe kaybedilen savaşlar ile ekber ve erşed sistemine geçiş yüzünden sarsılan merkezi otorite zafiyetleri de üzerine eklendiğinde, geri dönülmez bir yola girecekti Osmanlı Devleti.
Yaklaşık birkaç yüzyıla yayılan bu dağılma süreci, çeşitli ıslahatlar ve düzenlemeler yoluyla toparlanmaya çalışıldı. Fakat hem Avrupa’da gerçekleşen Rönesans ve Reform hareketleri hem de özellikle 1789’daki Fransız İhtilali ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik akımı, hâlihazırda zor zamanlar geçiren Osmanlı Devleti’ni daha da sıkıntılı bir duruma itti.
Yapı itibariyle milli birlik ve milliyetçilik gibi kavramlardan uzak kalan Osmanlı, bütün vatandaşları için tek bir anayasadan ve laik devlet sisteminden yoksun idi. İnsanlar mensup oldukları dinin getirdiği kurallara göre yargılanıyor, yaşayış ve kabulleniş noktasında ise yüzyıllardır olduğu gibi ırk değil devlet esas alınıyordu. Bir yandan dış meseleler ile uğraşılırken artık bir yandan da azınlık isyanları ile baş etme durumu ortaya çıkmıştı. Avrupa’da gelişen insan hakları ve eşitlik gibi kavramlar da Osmanlı aydınlarını etkileyecek ve onları bir şeyler yapmaları gerektiğine inandıracaktı. Devlet kademesinde gerçekleşen ilk aşamada, 1808 yılında II.Mahmut ve ayanlar arasında imzalanan Sened-i İttifak belgesi ile beraber hükümdarın yetkileri ilk kez sınırlandırıldı. Devamındaki süreçte ise sosyal ve siyasi yapıda köklü bir reform isteği neticesinde Sultan Abdülmecid tarafından Tanzimat Fermanı ilan edildi (1839).
Sultan Abdülmecid
Şekil bakımından bir anayasa özelliği taşımayan bu ferman, aslında yeni hukuk kaidelerinin dayanacağı olguları açıklayan bir bildiri mahiyetinde idi. Ancak gayrimüslimler bu yükümlülüklerden memnun kalmadı ve Avrupalı devletlerin Osmanlı’nın iç işlerine karışabilme gücünden destek alarak kendileri için daha fazlasını istemeye başladılar. Azınlık isyanlarını önlemeyi amaçlayan Osmanlı ise mecburen onlara daha geniş haklar tanıyan Islahat Fermanı’nı yürürlüğe koydu (1856). Netice itibariyle bağımsızlık kazanma hedefinde olan azınlıklar, bu fermanla da yetinmeyip ayrılıkçı hareketlerini daha da ileri bir boyuta taşıdılar.
Avrupa’da ortaya çıkan gelişmeleri yakından takip ederek fikri dünyalarını bu minvalde şekillendiren Genç Osmanlılar (Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Agah Efendi), padişahın mutlak otoritesine karşı ciddi bir şekilde muhalefet ediyorlardı. Doğu ve Batı sentezi oluşturma isteğiyle birlikte bir meclis kurma amacındaydılar. Fakat henüz Sultan Abdülaziz’e böylesine büyük bir kararı aldıracak kadar güçlü olmadıkları için zekice bir plan yapıp medrese öğrencilerini ayaklandırma yolunu seçtiler. Sonuç itibariyle, meşrutiyet karşıtı olan Sultan Abdülaziz 30 Mayıs 1876 tarihinde tahttan indirildi.
Abdülaziz’in yerine geçen V.Murat da sağlık sorunları nedeniyle yalnızca 3 ay kadar padişahlık yapıp hâl edilince, tahta II.Abdülhamid çıkacaktı. Mithat Paşa önderliğinde toplanan; eski adıyla Genç Osmanlılar, yeni adıyla Jön Türkler ise ciddi bir baskı neticesinde Sultan’a Kanun-i Esasi’yi (I.Meşrutiyet) ilan ettirmeyi başardılar (23 Aralık 1876). Böylece Osmanlı Devleti'nin ilk modern anayasası hayata geçirilmiş oldu.
Devam eden süreçte anayasa amacına ulaşamayacak, son kararın yine padişaha ait olmasından dolayı yaşanan sıkıntılar nedeniyle demokratikleşme hareketleri sekteye uğrayacaktı. Nitekim sonrasında 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı gerekçe gösteren II.Abdülhamid, kendi lehine koyduğu maddeler sayesinde Meclis-i Mebusan’ı tatil etti (13 Şubat 1878). Meclisin tekrar göreve başlaması ise bir daha ancak 1908 yılında İttihatçıların baskısı ile gerçekleşecekti (II.Meşrutiyet).
II.Abdülhamid
13 Nisan 1909'da, II.Meşrutiyet'e karşı yapılan "31 Mart Vakası" ayaklanması ile beraber var olan kaos durumundan II.Abdülhamid sorumlu tutuldu ve bu bahaneyle tahttan indirilerek hâl edildi. Yerine ise İttihatçıların bir nevi kuklası diye tabir edilen Sultan V.Mehmed Reşat getirildi. Halihazırda ekonomi ve eğitim kurumları bozulmuş, siyasi otoriteden eser kalmamış, iç isyanlar bastırılamamış, pek çok din ve devlet adamı amaçlarından sapmıştı. Sonrasında peş peşe yaşanan Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı'nda alınan ağır yenilgiler ise artık Osmanlı Devleti'nin kesin olarak ömrünü tamamladığına delalet ediyordu.
Sonuç itibariyle Osmanlı Devleti; 1918 yılında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile fiilen, 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Antlaşması ile hukuken, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması ile de resmen sona erdi.
Kaynak:
M.Şükrü Hanioğlu, "Osmanlılar’da Anayasal Saltanat Dönemi (1876-1922)”
Yılmaz Kızıltan, “I.Meşrutiyetin İlanı ve İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı”
Yılmaz Öztuna, Kısa Osmanlı Tarihi
Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918'e
Sıtkı Uluerler, “Coğrafi Keşifler ve Avrupa’nın Yayılması”
Hakan Uzun, “Türk Demokrasi Tarihinde I.Meşrutiyet Dönemi”
Osmanlı devleti sanayi Devriminin kurbanı oldu ki iyi de oldu. 1302,de Koyunhisar da kurulan devlet sadece Gaza ve din kuralları ile iyi bile dayandı. Şeyhülislam Fetvalari ile yönetilen bir devletin sonunun en iyi örneği bence. Yatsınlar kalksinlar Mustafa Kemal vicdanlı davranmış yoksa aynı dönemde ki Romanov ailesinin sonunu hepimiz biliyoruz.