İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında insanlarda hem yorgunluk hem de her şeye yeniden başlama isteği egemen olmuştu. Savaşın doğurduğu korkunç yıkımlar, Faşizm, Yahudi Soykırımı, Hiroşima'ya atılan bombalar etik ve ahlaki değerleri temelden sarsmıştı. Dolayısıyla insanlar hem bu savaş sürecinden kurtuldukları için mutlu hem de maddi ve manevi açıdan bitkindi. Tarihin her evresinde olduğu gibi savaş halkı talan etti. Sıcak savaşı takip eden soğuk savaş dönemi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devleti arasındaki ideolojik çatışmalar dünyayı neredeyse ikiye böldü ve gergin atmosfer devam etti. Yani insanlık rahat bir nefes alıp huzuru bulamamıştı.
Bu dönemde sanat camiası doğal olarak bazı duraksamalar ve kafa karışıklığı yaşadı. Bazı sanatçılar Amerika'ya göç etti. Bir yandan modern sanat müzelerinin temelleri atılmaya başlandı. Bu noktada Modern Sanat Müzesi'nin kurucularından Rockefeller'in 'Çağdaş sanatçıları, hayatı boyunca bir somun ekmek alacak parayı bile bulamayan Van Gog'un kaderinden korumak için...' cümlesi değerli olduğu kadar hüzünlüdür de.
Avrupa sanatına imrenerek bakan Amerika, bu süreçte Amerika'ya göç eden bazı sanatçıların da etkisiyle sanat camiasında bir ivme kazandı. Amerika'nın Dünya'da sanat adına kendi ismini duyurmasını sağlayan sanatçılar arasında yer alan Edward Hopper, (New Objectivity) yeni nesnelciliğe benzeyen gerçekçilik akımının önemli temsilcisidir. 'Klasik modern' olarak da adlandırılan bu gerçekçilik akımı; hem soyut hem gerçek, üslup olarak da hem klasik hem modern üslubun arasındadır. Savaşın insan üzerinde yarattığı tüm zıt hisler; huzur-rahatsızlık, özgürlük-araya sıkışmışlık, mutluluk- hüzün sanatçıların eserlerine de hem üslup hem tema açısından direkt olarak yansımıştır. İkinci Dünya Savaşının çarpıcı etkileri Edward Hopper'ın eserlerinde özellikle yalnızlık temasıyla dikkati çekmektedir.
Edward Hopper, Petrol İstasyonu
Arkasındaki doğa manzarası sanki bu resme ait değil gibi dururken ıssız bir petrol ofisinde, tek başına, omuzları çökük ve yorgun görünen adam muhtemelen benzin almaya çalışmaktadır. Fakat burada aracı bile yoktur. Arkadaki doğa manzarası ve ön taraftaki yalnızlık vurucu bir etki yaratmaktadır.
Edward Hopper, Sinema New York
Savaş döneminin ardından sinema revaçta olmuş, ayrı bir önem kazanmıştır. Bu resimde, resmi ortadan ikiye bölen kolonun sol tarafı sosyallik, kalabalık, yeni olanı keşfetme arzusu uyandırırken, sağ tarafta durum bambaşkadır. Yalnız bir kadın, elini yüzüne götürmüş, ciddi anlamda hüzünlü bir tavır takınmış, bir şeyler düşünmektedir. Belki de savaş sürecini ve sonrasını anlatan, hatta günümüz dünyasını da anlatan en çarpıcı eserlerden biridir.
Edward Hopper, Güney Carolina Sabahı
Edward Hopper'ın bu eserinde de yalnız bir kadın dikkati çekmektedir. Fakat figür alımlı, kırmızı elbisesi ve meydan okur gibi duruşu ile bakışlarını sanatçıya yöneltmiştir. Belki de bir bahar sabahının erken saatlerinde şık giyimli bu kadın, bu yapayalnız evde ve bu yapayalnız ovada yalnızlıktan kaçarken yakalanmıştır. 'Yalnızlık bir ovanın düz oluşu gibi bir şeydir' der Cemal Süreya. Hopper burada kadından aldığı yalnızlığı resmen ovaya ve binaya dağıtmıştır.
Edward Hopper, Küçük Şehirde Ofis
Hopper'ın bu eserinde ise yalnız olan figür bu sefer erkektir. Uzaklara dalmış bir şeyler düşünen adamın hüznü yan profilinden okunurken sanki iç dünyasının soluk renkleri resmin tamamına yansımıştır.
Edward Hopper, Otel Odası
Bu eserindeki yalnızlık teması o kadar vurucudur ki, seyirici yalnız kadının yalnızlığını paylaşmaktan başka bir şey yapamaz. Mekan yalnızdır, bir köşeye özensizce koyulan eşyalar yalnızdır. Omuzları çökük bu kadın, yalnızlığıyla adeta savaş vermektedir.
Edward Hopper, Sabah Işığı
Genelde bizler yalnızlığı gece ile bağdaşlaştırırız. Herkes uyur, gecenin zifiri karanlığı çökmüştür ve artık kaçınılmaz olan şey yalnızlık olacaktır. Fakat Hopper'ın eserlerindeki yalnızlık sabahın en parlak saatlerinde dikkati çeker. Bu resimde de ışık seyircinin gözünü kamaştırır, tamamiyle odanın içine, kadının tam yüzüne gelir. Savaş sonrası durum da böyledir; güneş en parlak şekliyle insanların yüzüne doğmuştur. Ya da böyle görünür...
Edward Hopper, Güneşte İnsanlar
Bu eserinde ise yalnızlık kavramı başta dikkati çekmez çünkü resim kalabalıktır. Beş tane insan vardır. Bu beş insan, güneşin parlak ışığı ve sıcaklığının altında yalnız bir ovaya bakmaktadırlar. Fakat yalnız olan sadece gördükleri manzara değildir. İkinci planda, arkada kitap okuyan adam toplum içinde yalnızlığı temsil etse de buradaki figürlerin her biri yalnızlığın ayrı ayrı temsilleridir. Işığı bulan insanların, ışığın altında sade bir manzaraya hüzünlü bir şekilde bakmaları toplumun yalnızlığını temsil eder. Buradaki ışık, Albert Camus'nün felsefesindeki ışık gibidir.
Edward Hopper, Gece Kuşları
Ve son olarak Hopper'ın en ünlü eserlerinden biri. İç mekan, dış mekan figürlerin konumu birçok şeyi temsil eder. Burada alışkın olduğumuzun aksine doğal bir ışık yoktur fakat resmin sağ tarafında yapay ve yoğun sarı bir parlaklık dikkati çeker. Sağ tarafta üç insan vardır. Sol taraf ise daha loş ve tek bir adam oturmaktadır. Üstelik sırtı seyirciye dönüktür. Kanımca, Hopper burada yalnızlığı saklamak istemiştir. Fakat bu insanlar arasındaki yabancılaşmayı daha da artırmıştır. Sokağın yalnızlığı ayrıca dikkat çekmektedir. Sokakta bir hayvan bile yoktur fakat bu yalnız insanlar, gecenin bir saatinde, bu mekanda bir şekilde yalnızlıkları ile bulunurlar. Bu dünyada bulundukları gibi...
Kaynakça
1. Krausse Anna-Carola, Geçmişten Günümüze Resim Sanatı, Literatür Yayınları, 2005.
2. Hodge Susie, Sanatın Kısa Öyküsü , Hep Kitap Yayınları, 2019.
3. https://www.istanbulsanatevi.com/category/sanatcilar/soyadi-h/hopper-edward/
Yorum Bırakın