Huzurun Gizlendiği Ayrıntılar

Huzurun Gizlendiği Ayrıntılar
  • 2
    0
    0
    0
  • Üzerinde gezindiğimiz yere bakalım.

    Bunun ismi ‘Çöpür Taşı’. Şehir meydanlarında, dinlenme alanlarında tercih edilmiş bir suyolu. Suyun akarak havuzda birikmesinden önce dönmesi ve dönerken ses çıkarması hesaplanmış. Hayatın kaynağı suyu seyretmek, ona kulak vermek için. 

    Başımızı kaldırıp binalara bakalım.

    Bu gördüğümüz ‘Kuş Sarayı’. Kamu binalarının, ibadethanelerin çatı altına kondurulmuş yuvalar. Kuşların soğukta ve sıcakta sığınması, yuvalanması, yumurtalarını bırakması için tasarlanmış. Kanatlanıp uçup geri gelmelerini seyredelim, güzel ötüşlerini dinleyelim ve misafiri olduğumuz şehri onlarla paylaştığımızı görelim diye.

    Başımızı çevirip –etrafınızda hala varsa- ağaçlık alana bakalım. 

     

    Bu yöntemin ismi Daisigu; bir Japon ağaçlandırma tekniği. Ağacın üstünde ağaç yetiştirme becerisi. Anaç ağaç koruyan, besleyen ve destekleyen, yerleştirilen ağaç beslenen, güneşi emip köklerine veren ve birbirleriyle var olan iki ağaç. Birbirine yük olmadan var olmayı ve kökler ayrı olsa da yüzleri aynı güneşe çevirip beraber yaşamayı idrak edelim diye.

    Kalkıp biraz yürüyelim.

    Zemindeki döşemelerde yer yer gördüğünüz bu noktalar, ‘Buluşma Taşı’. Sevgililer sözleşip bu taşlardan birinde birbirlerini beklerler, buluştukları zamansa yeryüzüne bir teşekkür için gördüğünüz iki küçük oval noktaya birer çiçek yerleştirip giderlerdi.  Biz yürürken çiçeklenmiş buluşma taşlarını görüp, birbirine kavuşmuş sevgilileri görelim diye.

    Şu karşı duvardaki oyuğu görüyor musunuz?

    Bu bir ‘Name Oluğu’. Genelde yatırların, külliye duvarlarının ya da mühim konakların çıkış kapılarına yakın duvarlarda açılmış olur. İçinden mektuplar yazmak, kalbindekileri dökmek, duygularını ‘anonim’ olarak paylaşmak isteyenler, yazdıkları nameleri bu oluklara bırakıp giderlerdi. Tanımadıkları insanlara yazılmış mektuplar için sığınaklardı bu oluklar.Yürürken bir nameye denk gelip alalım, satırlara bakalım ve tanımadığımız insanlardan bazen şiirler, bazen itiraflar, bazen iç çekişler okuyalım diye.

    Dikili duran taş bir ‘Sadaka Taşı.’

    Haydi, içinizden geldiyse birkaç lira atalım ve devam edelim yürümeye. Bizim gibi taşın içine gizlice para bırakanların sadakaları, geceleri taşlara yaklaşıp ihtiyaçları kadar alanlar düşkünlerin evine ekmek olsun, ayağına potin olsun, çocuklarına oyuncak olsun. Verenin de alanın da bilinmediği, tek şahidin işte bu taş olduğu iyilikler.

    Gelin şuraya girip bir bakalım.

    Kapıda gördüğünüz ahşap dilli kilit, aynı zaman da bir zil vazifesi görüyor. Gelen konuk tokmağı bir kez çekip bırakırsa hane halkında biri, üç kez çekip bırakırsa yoğurtçu, sütçü, kumaşçı gibi bir esnaf olduğu anlamına geliyor. ‘Geldim, yoktunuz’ çiçeğini incitmeden içeri girelim.

    Bakın bu bir ‘İkram Dolabı.’

    Dönebilen bir mekanizma halinde, arka tarafında kalan mutfakta hazırlanan ikramlar bu dolaba koyulup çevriliyor ve konuklara sunuluyordu. Amaç ‘haremlik-selamlık’ kaidesine uymak olduğu için pek tasvip etmesek de, insanların birbirlerine bu derece saygı göstermeleri ve bir marangozun böyle bir çözüm üretmesi bakımından güzel durmuyor mu? Ayrıca ‘Kim bilir ne dolaplar dönüyor?’ dokundurması deyimi de buradan geliyor. 

    Buyurun bir soluklanalım.

    Bu gördüğünüz çay kaşığına benzeyen kaşığın ismi ‘Tanedar.’ Misafirine taneli bir şerbet, likör ya da meşrubat ikram eden ev sahibi, bu kaşığı da taneleri rahatça ayırabilelim diye veriyor. 

    Evet, bu bardak kazara kırılmış. Ancak hemen çöpe atılıp yenisi alınmamış. Önce gönlü alınmış, sonra özenle onarılmış. Hem de alelade yapıştırıcıyla değil, altınla. Evet, altınla. Bu da bir Japon geleneği, Kintsugi deniyor. ‘Kusurlu olmamızın’ güzelliğini görelim ve atıp yok etmenin değil, onarıp kabul etmenin kıymetini bilelim diye. 

    Hafif terlediysek ya da şöyle bir elimizi, dudaklarımızı silelim istediysek, buyurun.

    Bunun ismi ‘MisLeb’. Kokulu dudak demek… Çin ipeği dokumaya sabun otunu incecik kıyıp bütün mendile yedirdikten sonra kiraz ağacından küçük sandukalarda bekletiyorlar. Sonra ihtiyaç halinde çıkarıp kullanınca, mis gibi sabun kokularıyla silinip ferahlamak mümkün.

    Bunun ismi ‘Göz Yaşı Şişesi.’

    Sevdikleri vefat ettiğinde gözyaşlarını doldurdukları bu şişelerle defneden insanlar anlatılır. Sessiz, sözsüz, içten bir veda… Belki de mezarlara su dökme âdeti buralardan gelmektedir. Ancak şu şişenin inceliğinde bize gösterilen, bir gözyaşının saflığı ve sonsuza dek emanet edildiği toprak.

    Şimdi gelin pencereden şu kente ve insanlara bakalım. Ben bir kent, insanlar ve herhangi bir güzellik göremiyorum. Ya siz?

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.