Hayalsiz bir çocuk, kansız bir damar gibi yaşamın kendisi.
Öylesine boş, öylesine kirli.
Ne zaman içine karışsam ellerim kirle bulanıyor.
Ne zihmin yaşamın çizilmiş sınırlarının içinde kalıyor, ne de gönlüm yaşamın ızdırabına dayanıyor.
Kalbimin boşluğuna uyduramıyorum hiçbir ruha değeni, gönlüme alamıyorum hiçbir zahiriyi.
Baştan uyamıyorum ben bu yaşama, sığamıyorum zincirli kalıplarına.
Küçükken pastel boyalarım vardı binbir renkli, hiç düşünmemiştim onlar gibi kırılabileceğimi.
Acılar gözlerde gördüğüm yaşlardan ibaretti, anlamlandırmak pek zordu o gün gerçeği.
Boyum kısaydı ama zihnim göklerin sınırından arşa uzanırdı.
Eskiden gördüğüm o gözyaşları şimdi aynada bana parıldıyor.
Gözlerimden akan sıvı artık bana acıyı anlatıyor.
Yüreğim kelamı seçmediğinde, gözlerimden akan yaş tercümanım oluyor.
Sevdiklerimin acı çekişlerine şahit oldum, çok sevdiklerimin çok sevdiklerini uğurlayışına.
Boyum kısaydı o zamanlar, anlamamıştım yüreğe tattırdıklarını.
Uzadım sonra, çok sevdiklerimi kaybetme ihtimaliyle yüzleştiğimde anlam kazandı pek çok şey.
Hayatı o gün tanıdım belki de, acı şarabını genzime o gün aldım..
Hayat ne istediğimiz, ne de umduğumuz.
Hayat sadece bir bardak tuzlu su ve bizler o suyun içine atılmış salyangozlarız.
Yaşam boyu salyamızla izler bırakmaya, hayatın tuzunda yanmaya ve suyunda boğulmaya mahkumuz.
Yorum Bırakın