İlk ve Son: Hepimizin Hikâyesi

İlk ve Son: Hepimizin Hikâyesi
  • 1
    0
    1
    0
  • Son bir haftadır gün içinde, sabah uyanırken ve ara ara dışarıyı izlerken kulağımda Kaan Boşnak’ın “Bırakma Beni” şarkısı çalıyor. Uzun zaman sonra ilk defa bir şarkıyı anımsamak bu kadar çok acıtıyor içimi. Şarkının tınısıyla birlikte Deniz’in güçlü görünmeye çalışırken zoraki tuttuğu gözyaşları ve Barış’ın hemen hemen her fırsatta hüngür hüngür ağlaması seyircide duygusal travma bırakıyor. Dijital platformların aşk ve romantizm içeriklerine bakılacak olunursa İlk ve Son dizisini farklı yere koyabiliriz. Hepimizin öfkeli, tutkulu, agresif ve hüzünlü olduğu ilişkileri ve birliktelikleri olmuştur. Deniz ve Barış on yıllık ilişkilerini bu duygular ışığında yürütmeye çalışmış ama sık sık tökezlemiş ve zorunlu olarak devam ettirilmeye çalışılan birlikteliğin iki ayrı figürü olmuştur. 2011-2021 yıllarında geçen yaşanmışlıklardan kesit kesit sunan dizi, sürekli izlediğimiz tanıdık aşk hikâyelerinden daha fazlasını vermekle beraber Deniz ve Barış’ın geçmişine, anne ve babalarıyla ilişkilerine de kapı aralamıştır. Deniz’in babasıyla, Barış’ın ise annesiyle olan çatışması onları birbirine yaklaştırırken aynı zamanda da uzaklaştırmıştır. Annesi tarafından pasif ve ezik görülen Barış, sonraki kırılma dönemlerinde ise Deniz tarafından aynı şekilde görülmüştür. Geleneksel aile, evlilik ve erkeklik gibi modelleri alt üst eden dizinin senaryosu Deniz’i güçlü, kontrolcü, baskın yönleriyle işlerken, Barış’ı daima kırılgan, duygusal ve pasifize edilmiş bir şekilde işler. Halihazırda verilmiş dört bölümde de gördüğümüz gibi İlk ve Son kutsal aile ve ataerkil değerleri baltalayan, yok sayan ve diğer evliliklere benzememek için direnen birey ve toplumun yeni öyküsünü yazmaya çalışması açısından ümit verici bir içerik olmuş. 2011’den bir yıl ileri, 2021’den ise bir yıl geri giderek sunulan birlikteliğin seyirciyi sarsmasının bir nedeni ise bir dönem aşk ve tutkuyla bakan bakışların sonrasında öfke ve nefrete dönüşmesi. Barış’ın tanıştıkları zaman diliminden bir süre sonra Deniz’e evlilik teklifi etmesiyle, Deniz’in seneler sonra boşanmayı istemesinin birlikte verilmesi dizinin gerçeklik algısını canlı tuttuğu için seyirciyi kolaylıkla etkilemeyi başarmıştır. Deniz ve Barış birbirinin geçmiş yaralarını iyileştirme çabasından uzaklardır. Akıllara hemen şu soru geliyor: “Deniz ve Barış’ın aile ilişkileri sağlıklı kurulsaydı onlar kendi aralarında yine aynı çatışmaları yaşarlar mıydı?” Bence yaşarlardı. Çünkü bütün kadınlar, erkekler ve ilişkiler aynı minvalde devam eder. Bazen travmaların, mutsuzlukların, hayal kırıklıklarının ve ayrılıkların sadece bizim için tasarlandığını düşünürüz ama bu hepimizin hikâyesi. Hepimizin değiştirilemez, durdurulamaz ve çoğu zaman da sarpa saran hikâyesi. Bütün ilişkiler tutkuyla ve heyecanla başlamak zorundadır çünkü yenidir. Yeni olan her şey cezbeder, merak uyandırır ve keşfedilmek için kişiye ışık tutar. Ya bu ışık açık tutulur ya da kişilerin birbirine müdahaleleriyle söner, yerini karanlık ve sessizliğe bırakır. Deniz ve Barış sohbet etmeyi bile unuturlar. İletişimleri o kadar azalır ki Deniz çocukları Can’ın yaşına rağmen konuşmamasını buna bağlar. “Biz konuşmuyoruz diye mi?” sorusu onlar için küçük bir yüzleşme olur. Birbirlerine anlatmayı bıraktıklarında içlerindeki masumiyeti ve katıksız saflığı da kaybettiklerini düşünürler. Birbirlerinin hayatlarında küçülürler. Deniz ve Barış’ın zıt kişiliklere sahip olduğu görülse de aslında çoğu zaman zıtlığın getirdiği anlayış ve sezgiyi kullanamazlar. Onlardaki zıtlık giden ve geride kalan, büyüyen ve çocuk kalan, ağlayan ve gülen ikiliğinde değildir. Deniz, ateşi Barış yakıyor körüğünü de ben veriyorum, der. Ateşi söndürmek yerine körükle gitmeyi tercih eden Deniz, Barış’la mücadele edecek alanı hep açık tutar. Onların ilişkisinde kimse yanlış yapamaz, yalan söyleyemez, birbirinden habersiz işlere kalkışamaz. Bütün bunlara “olabilir” payı verilmediği için ilişkileri hemen tökezler ve o en başta “her şeyi halledebiliriz” bakış ve tavırları yerini “artık halledemiyoruz” yenikliğine bırakır. Belki en başta söylemem gereken şey sona kaldı ama şunu da söylemem gerekir ki İlk ve Son’u Özge Özpirinçci ve Salih Bademci oynamasaydı onların yerine kim bu kadar tutkulu ve mükemmel oynayabilirdi sorusuna cevap bulamadım. Şüphesiz oyunculukların bu kadar yerinde ve gerçekçi olması bizi daha çok sarsıyor. Senaryosu için Hakan Bonomo’ya, yönetmenliği için ise Cem Karcı’ya sonsuz teşekkür etmek isterim.

    Başlarken ve biterken de tabi kulaklarda yine aynı şarkı:

    Bilmem neye gücendin hadi gel anlat bana Değişmem gülüşünü tüm dünya benim olsa da Her kimse seni üzüp üstüne ağlatırsa                    Bir damla su vermem çöllerde kavrulsa da…


    Yorumlar (1)
    • ne güzel bir içerik! izlemek için sabırsızlanıyorum 🙃

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.