Türk müziğinin en değerli ve en yıkıcı parçalarından biri olan “Ünzile”, bir Aysel Gürel-Onno Tunç bestesidir. 1986 yılında Sezen Aksu’nun “Git” isimli albümüyle karşımıza çıkıp adeta yürek yakan bir ağıda dönüşmesiyle hafızamıza kazınmıştır.
Bu şarkı küçücük bir kız çocuğunun bir beyaz gelinlik giydirilerek kadınlaştırılma sürecini anlatır. Kadınların herhangi bir konuda görüş belirtmesinin yasaklandığı, bir mal gibi alınıp satılabileceklerine inanıldığı ve tek görevlerinin çocuk doğurup ev işi yapmak sanıldığı coğrafyaların ürünüdür. Sadece erkekler konuşur bu coğrafyalarda, sadece erkeklerin istekleri yerine getirilir. Eş, baba, kardeş fark etmez. En küçüğünün bile koca koca kadınlardan çok daha fazla söz söyleme hakkı vardır. Nitekim Ünzile de tam olarak bu yok sayılan yaralı kadınlardan sadece bir tanesidir.
Şairane kişiliğine hayran kaldığımız yetenekli sanatçı Aysel Gürel’in Ünzile ile tanışma serüveni ise ilginç bir hikayeye dayanmaktadır… Bizzat Sezen Aksu’nun bir konserinde anlattığına göre; Aysel Gürel, 1962 yılında Münir Özkul ile bir Anadolu turnesine çıkar. Tüm köyleri kasabaları dolaşan ikili, Denizli yakınlarında bir köye geldiklerinde 11 yaşında bir kız çocuğu ve babası ile karşılaşırlar. “Sarı bir su damlası gibiydi.” sözleriyle bahseder bu kızdan Aysel Gürel. “Mısır gibi saçları vardı. Saz gibi duruyordu babasının yanında.” diye de ekler.
Sohbet ilerledikten sonra küçük kızın babası; “Bir hafta sonra evlendiriyoruz.” deyince şok olur Aysel Gürel. “Nasıl yani?” diye sorgular ama baba çok mutludur. Sevinçli bir şekilde “Evet evet evlendiriyoruz.” diye tekrarlar sözlerini. İşte birkaç koyun karşılığında daha 11’inde satılan bu talihsiz çocuğun adı Ünzile’dir. Vicdan ve merhamet sahibi olan her aklı başında insan gibi Aysel Gürel de çok içerler bu duruma ve ortaya o eşsiz şarkı çıkar.
Ünzile insan dölü
On kardeş beşi ölü
Büyüdükçe un ufak
Ve gelir de görücü
İnci gibi dişi
Görücü bilir işi
Söğüdüm ağlar gider
Olur hatun kişi
Varmadan sekizine
Ergin oldu Ünzile
Hem çocuk hem de kadın
12'sinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın Ünzile
Yağmuru kim döküyor?
Ünzile kaç koyun ediyor?
Dayaktan uslanalı
Hiçbir şey sormuyor
Korkar durur gitmez
Köyün en son çitine
İnanır o sınırda dünyanın bittiğine
Ünzile insan dölü
Bilinmezlere gebe
Sırların mihnetini
Yükleyip de beline
Peki bu parçanın yazıldığı 1962 yılında günümüze kadar geçen süreç içerisinde ne değişti bu ülkede dersiniz? Hiç! Koca bir hiç! Biz; okuma hakkı, çocuk gelinler, berdel saçmalığı, aile içi şiddet, psikolojik zorbalık ve eşitsizlik diye yakınırken erkek egemen toplumumuz bütün bunların çok daha ötesine geçerek ne yazık ki tersten boyut atladı. Artık kadınların canlarına dahi hiç acımadan göz dikiliyor.
Ünzileler bitmiyor. Bir gün Özgecan oluyor adları, bir gün Emine, bir gün Münevver, bir gün Aleyna, bir gün Pınar… Hatta bazen isimlerini bile öğrenemediğimiz küçücük bir gazete kupüründen okuyoruz ölüm haberlerini. Failleri ise hiç uzakta değiller. Bazılarının babası, bazılarının sevgilisi, bazılarının kocası, hatta bazılarının çocuğu… Bütün bu trajediyi tekrar tekrar yaşamamıza rağmen hala daha;
“Ama o saatte orada ne işi varmış.”
“Ama yanındaki adamı hiç mi tanıyamamış.”
“Ama o da kışkırtmasaymış.” gibi bahanelerle katilleri aklıyoruz.
Devlet susuyor, halk susuyor, polis susuyor, mahkeme susuyor. Ortalık yangın yerine çevrilip bu ülkenin altı üstüne getirilmesi gerekirken herkes susuyor ve biz her gün yeniden ölüyoruz.
Yorum Bırakın