Advertisement
Advertisement

MEME *

MEME *
  • 2
    0
    0
    0
  • Evet, dik durmadığım doğru. Daha bu yaşta, ihtiyarlamış nineler gibi kambur yürüdüğüm de doğru ama ne yapayım; göğüslerim çok büyük. Ortaokuldan beri sürekli büyüdüler, büyüdüler ve akranlarım ki ufak tefek, adeta kurumuş birer limon gibi kalıp dururken, benimkiler birer kavun irisi kıvama erdiler. Ta o zamanlardan beri sırtımı eğip saklamaya çalıştım. Annemden gizli gizli küçük sutyenler alıp taktım. Sıkışınca daha fazla büyümezler sandım ama nafile. Herkes göğüslerime bakıyor sandığım için yıllar boyu kambur dolaştım. Bir ağız tadıyla bikini giyemedim. Hep o kaba saba mayolarla yetindim. Her defasında hevesle seçtiğim o kadar badi fanilayı denemek için giyip aynada baktıktan sonra aldığım reyona bırakmak zorunda kaldım. Hele yazlar… O kavurucu sıcaklarda neler çektim anlatamam. Terlemesi bir yandan, aralarının, altlarının pişmesi, döktüğüm isilikler diğer yandan. Kışlar daha mı iyi sanki? Gece yatarken, tıpkı küçüklüğümde olduğu yorgana iyice bürünüp uyuyabilmek ne kelime? Azıcık yüzüstü dönmeye göreyim. Sanki boğazıma çöken iki kuvvetli erkek eli. Erkek deyince, bazılarının benimki gibi büyük göğüslere merakı olduğunu duyardım da, yaşayarak anladım ki; meraktan öte bir takıntıymış. Çarşıda, pazarda, caddede hep bakarlar çoğu bana. Beni senelerdir bezdiren salınmaları onların hoşuna gidermiş. Herhalde bilinçaltlarında bir yerlerinde, annelerinin onları emzirdiği bebekliklerinin izleri var. Çünkü göğüslerimi bir kez emebilmek için neler feda edebileceklerini biliyordum.

    Yaşım ilerledikçe iyice sarkacakları ve belki de göbeğime kadar inecekleri kâbusu sürekli içimdeydi. Allahım! Madem böyle büyük göğüsler verdin, hiç olmazsa ilelebet dimdik olmalarını sağlasaydın. Belki o zaman bir nebze olsun içim rahat olurdu. Ama şu kahrolası Newton’un keşfettiği yerçekimi yok muydu? Eninde sonunda her şey yenik düşüyordu.

    Hayatınızda muhakkak bir ya da birkaç kez koşmuşsunuzdur. Belki sabah koşuları yapan sağlıklı insanlardansınızdır. Peki, koşarken önünüzde sizden önce gidip sağa sola savrulan, bir yukarı bir aşağı sallanıp neredeyse dengenizi bozan ağırlıklarınız olsaydı nasıl koşardınız? Bu yüzden sabahın köründe uyanıp portakal suyu içtiğimi ve pencereden dışarı bakıp aşağıdaki parkta koşu yaptığımı hayal etmekle yetiniyordum.

    Kendimi en rahat hissettiğim yer banyomdu. Çünkü özgürdüm. Sıkışmamıştım, pişmemiştim, köpük köpük rahattım. Hele küvete uzanıp suyun kaldırma kuvveti ile biraz olsun  yükselmiyorlar mıydı; bayılıyordum o hafiflemişlik duygusuna.

    Niçin hala evlenemediğimi söyleyeyim mi? Aslında bana âşık olan, beni deli divane seven o kadar erkek tanıdım ki. Aralarında gerçekten akıllı, uslu, efendi olanları da vardı, aklı bir karış havada olanları da. Ama hiçbir ile evlenmedim. İlişkilerim o aşamalara yaklaştığı anlarda, ya arka arkaya bahaneler üretip ayrıldım ya da onları terk ettirmek zorunda bıraktım. Çünkü evlenirsem çocuk yapmamız kaçınılmazdı. Hamile kaldığımda iyice büyüyecek ve emzirme dönemi boyunca sütle dolup daha da kocaman olacak göğüslerimden korktum. Görüyorsunuz ya; kendimi aşktan da, annelik duygusundan da mahrum bıraktım.

    Benim halimin bir de tam tersi olanlar var. Dümdüz, tahta gibi bir göğüsle dolaşanları kastediyorum. Bazı arkadaşlarım böyleler. Zavallılar bana çok imrenirler. Çare olarak çeşitli numaraları var; sutyenlerine pamuk doldurmak ya da silikonlu sutyenler takmak gibi. Bazıları halinden memnun. Kendilerini öyle daha seksi buluyorlar. Bazıları ise neredeyse estetik ameliyatlara başvuracak kadar… İtiraf edeyim ki; ben de zamanında bir estetisyenle görüşmüştüm. Ama sonra ameliyattan korktuğum için vazgeçtim.

    Annem hep der ki; ‘Yemeğin yağlı ve salçalısı, kadının memeli ve kalçalısı… ’’Hâlbuki yağlı yemeklerin nelere mal olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Kadının memeli ve kalçalısının da pek makbul olduğunu sanmıyorum. Mesela ben bir erkek olsaydım; benim gibi balıketli, geniş kalçalı ve iri göğüslü bir kadın yerine narin, minyon, ufak tefek bir kızı severdim. Kızlarla kendi aramızda konuşken, başlarını sevgililerinin göğsüne dayayıp uyuklamaya bayıldıklarını hayretle dinlemiştim. Çünkü benim küçük bir kedi gibi sevgilimin koynuna girip, bir kez bile uyuklama şansım olmamıştı. Daha ziyade hep onlar benim göğüslerimin arasında kaybolarak uyuklamışlardı.

    Kiloma dikkat ediyorum. Bir dergide aniden kilo vererek zayıflamanın tehlikeli olduğunu okuduktan sonra, sürekli diyet yaparak kilo vermemim ve kilomu böylelikle korumamın doğru olduğunu anlamıştım. Fakat bunu öğrenip anladığım güne kadar iş işten geçmişti. Çünkü göğüslerimde sonradan sonraya fark ettiğim minik çatlakların, o sağlıksız diyetlerimin sonucu olduğunu yeni yeni anlıyordum. Bir arkadaşıma anlatınca, bana badem yağı alıp masaj yapmamı tavsiye etti. Akşam işten biraz erken çıkıp aktarları dolaştım ve bir şişe halis badem yağı bulup aldım. Gece yatmadan önce odamın kapısını kilitleyip soyundum. Yağı azıcık avucuma boşaltıp göğüslerime sürdüm. Yağ biraz kötü kokuyordu ama gerçekten birkaç gün sonra masajlarım etkisini gösterdi ve çatlakların yavaş yavaş kaybolduğunu gördüm. Şimdi düşünüyorum; şikâyet de etsem, dır dır da yapsam göğüslerime bakım yapıyordum, onları önemsiyordum. Kadınlık böyle bir şey olsa gerek.

    Şimdi bana Frigyalıları anlat ya da Batı Avrupa göç yollarından bahset derseniz bilemem, tarihi de pek sevmem. Fakat Amazon Kadınları’nı ezbere anlatabilirim. Onların yaylarını daha iyi kullanıp oklarını daha hassas nişanlayabilmek için göğüslerinden birini kestiklerini biliyor muydunuz? Oku gerdikleri tarafta olan göğüslerini kendi elleriyle kestiklerini ve oradaki yara mikrop kapmadan kapansın diye ateşle dağladıklarını dehşetle okumuştum. Bu ne gözü peklik, bu ne savaş düşkünlüğü! Bence at sırtında biraz gezinmek ve açık saçık kıyafetlerle birlikte birazcık ‘dişilik’ her savaşın galibidir, ne dersiniz?

    Bir keresinde de sevgilim beni bir müzeye götürmüştü. Tuhaf bir çocuktu; bir ay  boyu beni çeşitli sergilere ve müzelere götürdü. Aslında eğlenmiştim ve bir sürü yeni şey öğrenmiştim. Ama sonradan sonraya sıkıcı gelmeye başlamıştı. Zaten çok sürmeden ayrılmıştık. Gittiğimiz müzedeki garip bir heykelciğin önünde dakikalarca çakılmış kalmıştım. Ben hayretle heykele bakarken o sürekli konuşup, bana heykelciğin öyküsünü anlatıyordu. Heykelin ismi, Ana Tanrıça’ydı. Bir rahleye oturtulmuş, kolları bacakları şiş, oldukça çirkin ve şişman bir kadın figürüydü. Maltalılar tasvir etmişlerdi. Onlardan günümüze kalmıştı ve bir camekânın içerisine hapsolmuştu. İlginç olan memeleriydi. Çünkü o kadar büyük ve sarkıklardı ki; Maltalı bir heykeltıraşın aklındaki ‘Tanrıça’ hayalini neden böyle şekillendirdiğini  anlayamamıştım. Sevgilimin anlattığına göre bu tür heykellere hemen hemen bütün uygarlıklarda rastlanıyordu ve hepsinin ortak noktası kocaman ve sarkmış göğüsleriydi. Doğurganlık ve doyurganlığın temsili, işte o iki memede saklıydı. Demek ki bundan yüzyıllar önce yaşasaymışım, Cleopatra’nın efsanevi güzelliğini yanımda hiç kalacaktı; çünkü ben Ana Tanrıça’ydım… Bu komik düşüncemi elbette sevgilime anlatmadım. O’nu ilgiyle dinliyormuş gibi yaparken, heykelciğin gözlerine, burnuna, şişmiş kollarına ve oturduğu yere kadar sarkmış ihtişamlı göğüslerine dalıp gitmiştim.

    O çocuktan hemen sonra birlikte olduğum eski sevgilim, daha normal sayılırdı. Çünkü baş başa kaldığımızda –ki bunun için çok uğraşırdı- bana ürkerek sarılır, masum öpücüklerle ve çocukça dokunuşlarla severdi. Bir keresinde elinin ayarını kaçırıp göğüslerime doğru hamle yapınca, birkaç dakika sesimi çıkarmamış ve ne yaptığını merakla takip etmiştim. Galiba acemi olmalıydı çünkü canımı yakmıştı. Ben sıkıntıyla geri çekilince utanmış ve özür dilemişti. Affettim tabi… O da o anın sevinciyle bana çok ilginç bir şey anlatmıştı. Ona göre benim göğüslerim, olimpiyatlarda slalom yapılan pistlere benziyordu. Boğazımdan keskin ve dik bir iniş, sonra yavaşça değişen ve giderek yükselen eğim ve en son kayakçının kendini boşluğa bıraktığı pist sonu. Çok tuhafıma gitmişti ama hoşuma da gitmişti. Hele pist sonunu anlatırken elini yukarı doğru bükerek havada yaptığı komik hareketlere bayılmıştım.

    Biz kadınlar biliriz, ya da bilmemiz gerekir; meme kanseri için basit yöntemlerle kontrol etme zorunluluğumuz vardır. Haftada bir ayna karşına geçip kollarımızı kaldırarak kendi kendimize yaptığımız basit bir yoklamadır. Altı ayda bir de hekim muayenesi gereklidir. Böylece erken teşhis şansımızı sürekli koruyarak, kanser illetine karşı hazırlıklı oluruz. İşte ben, bu haftalık yoklamalarımın boşa olduğunu biliyordum. Çünkü benim bu koca memelerime dokunarak bir yumru olup olmadığını anlamak mümkün değildi. O yüzden pek ciddiye almıyordum. Fakat şimdiye kadar dört kez hekime göründüm ve temiz çıktım. İlk gittiğimde o kadar heyecanlıydım ki. Çünkü ilk kez benim gözlerimden başka gözler ve benim ellerimden başka eller, göğüslerime tanık olacaktı. Korktuğum gibi çıkmamıştı. Hatta hayal kırıklığına uğradığımı bile söyleyebilirdim. Çünkü ben bir kadınım ve beğenmesem de, bu uzuvlar benim kadınlığım önemli emareleriydi. Hekim, sadece işini yapan bir kaportacı ya da tamirci ustası bir adam gibi eldivenlerini takıp hızlı bir yoklama ve sonra da çıkan filmlere bakıp raporunu yazarak beni yolladı. Oysa ne de olsa bir erkekti ve o muayenesi yaptığı sıra gözlerine çok dikkatli bakarak aradığım bakışları görmek istedim. Aradığım,  başkalarının ben giyinikken bile kaçamak kaçamak baktığı bakışlardı. Bakmadı bile. Galiba günde onlarca memeyi görmek, dokunmak, her biri başka şekil, başka ebatta göğüsle uğraşmak onu bu hale getirmişti. Ben üstümü giyinirken o eldivenlerini çıkarıyordu ve alyansını gördüm. Aklıma hemen karısı geldi. Ne zor… Düşünsenize, böyle bir adamın karısı olunca, acaba nasıl göğüsleriniz olmalı ki beğensin? Muayenehaneden halime şükrederek çıkmıştım.

    Aylar sonra bunları yazarken aynı muayenehanedeyim… Filmler, Manyetik Rezonans görüntülemeleri, biyopsiler derken kaçıncı gelişim, hatırlamıyorum. Ameliyatın kaçınılmaz olduğunu çoktan anladım. Demek kaderimde Ana Tanrıça olarak ölmek değil, bir Amazon Kadını olarak yaşamak varmış. Birazdan kaportacı duyarlılığındaki hekimim gelecek ve bilmem kaçıncı kontrollerini yapacak. Sonra ameliyat için gün verecek, yatış kâğıtlarım vesaire, vesaire…

    Bekleme odasındaki bembeyaz koltuklara oturup, tam yüreğimin üstündeki ağrıyla birlikte bir şeyler karaladım. Siz bunları okurken ben muhtemelen taburcu bile olmuş olurum. Sol yanımda bir eksikle, sol yanımda kapkara bir boşlukla, berbat bir hafiflikle ve  sabah koşular yapacağım, evladımı ak sütümle doyuracağım ve tanrıçalığımla övünüp, Amazonluğumla avunacağım günlerime.

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.