Ne yani, yok mu şu buhranı yerden yere vuracak kılıç keskinliğinde ve de kıvrak dilli biri? Ya yazgıya haddini bildirecek, adaletin rahminde yeşeren bir hakperest… Hadi ama, tanrıya madalyonun diğer yüzünü gösterecek biri de mi yok? Sayın konuklar; sizler böyleyken, silahsızken nasıl savaşabiliyorsunuz arzunuz uğrunda? Sizler böyleyken, nasıl bulmayı umuyorsunuz uğrunda savaşabileceğiniz arzunuzu bu dünyada?
Her şeyin en makulünü bildiğinizden şüphem yok. Yıllanmış fahişelerin bilmediği bir seks türünden bahsediyor gibi oluşunuzdan da kuşku duymuyorum, hayır. Hakikate sırtını dönmüş ruhlarınız ürpertiyor beni yalnızca, zira özünüze sırtınızı dönmektir bu bilhassa. Kendine nasıl sırtını dönebiliyor insan, akıl nasıl şaşırmıyor dengesini elvedanın kırbaçları yüzüne vururken… Hayır sayın konuklar, bu bir illüzyon ya da doksanlı yıllardan kalma şarabın tadı değil. Fakat öyle olduğuna mukaddes bir inancınız var, ne acı.
Zahmet etmeyin yalanları ikna etmeye, zihninize akın etmeleri için. Bu fani gözler; gördüler inkârlarınızı, kendinize yabancı ve yangınlara kor oluşlarınızı. Çocuk parkındaki, yerinden hiç kıpırdamayan salıncak olmak için ne çok çaba gösterdiniz. Oysa parka koşarak gelen neşeli çocuk olmak bir tebessümünüze bakardı, ne uzak bir ihtimalsin şimdi afacan.
Görüyorum ki hâlâ ağlamaklı ve ısrarcı bakışlarla inkâr kapısının eşiğinde dikiliyorsunuz. Oysa gördüm diyorum sustuklarınızı, dün gece evimin musluğundan aktılar. Bir nehir sanıp kendini, yolu sonsuzlukmuşçasına aktı sustuklarınız. Lekeleri eşliğinde, nasıl bu kadar canlı akar ölüler diye sormadan edemedim kendime. Fakat asla… Asla musluğa uzatmam bardağımı. Ben susamam zira. Susamam sayın konuklar.
Yorum Bırakın