Anlamak… Baş belası. Her çağda güçlenerek çağlayan bir edinim. İnsanlığa olan umudumu, küçük mutluluklar barındıran kepaze hayallerimi, ekmeğimi benden alan anlamak işi. Kursağıma erişmeden alsaydın bu küçük heveslerimi benden, bir vicdanın olduğuna inanırdım. Yalnız başıma bıraksaydın o güzel akşamlarda, hiç değilse ben diye bir şey kalırdı elimde avunabileceğim. Ey anlamak, sen bana tek başınalığı bile fazla gördün.
Keyfini yerine getirecekse şayet, bilmelisin ki anlıyorum hala her bir haltı her bir detayına varana dek. Görüyorsun ya, bunlar hala sana kıymet verdiğimi gösterir. Ben ne aptalım! Saç telimden ayak tırnaklarıma kadar sana veriyorum kendimi, sen benim kalbimi çoktan midene indirmişken…
Zaten yaşamak denen illeti sabahlarımdan düşürmüyorken, senin o acımasız varlığın olduğundan daha da acıtıyor sabahlarımı. Yaşamak ağrısının benim gücüm karşısında hafif kaldığını düşündüğün için özümü eritmek suretiyle bunca çaba gösteriyorsan, yanıldığını belirtmek isterim. Güçlü falan değilim ben; gündüzleri insanların amaçsız telaşına üzülür, geceleri olmayan yarınım ve öksürerek geçen evvelim için ağlarım. İnanmazsın belki ama bazen ritimle nefes almasını bile beceremem, kendimi kendi nefesimle farkında olmadan boğarım. Ağlamak dedim ya hani, onu bile yeni öğrendim ben. İnsanın kendi için de üzülmesi gerektiğini üstünkörü bir ezberle anlattım kendime tek tek. Ey anlamak, bırak yakamı! Ben daha kendime bir mevki bahşedememişken senin beni türlü rütbeler altında yiyip bitirmen kahrediyor ağrılarımı.
Yorum Bırakın