17 dakika 31 saniye sürdü

17 dakika 31 saniye sürdü
  • 10
    0
    0
    0
  • Yazmamalıydım.

    İnsanın hayatı üç saniyede değişebiliyor. Andronikos'un daha kısa sürdü. 

    Bilirsiniz bazı günler vardır, insanı törpüleyen, sıkıntısını içinde tutamadığı ve aynı zamanda acısını her bir zerresinde hissettiği günler. İşte o günlerden birinde, olacaklardan habersiz, olmayacaklara duyarsız, olanlara karşı kabullenmiş bir şekilde yürüyüp o tenha sokaklardan geçerken insanın aklının ortasına şu soru takılabilir. Olanlar olmaya hep böyle mi devam edecek ? Camus olsa, işte şimdi başkaldırdın derdi. Biz ise sana bir haller olmaya başladı diyelim. Çünkü henüz o başkaldırının ne demek olduğundan habersiz. Herhangi bir mutlak varoluş sorununun olduğunu bile bilmiyor. 

    İşte öyle günlerden birinde, yolun sağına dönmesi gerekirken sola döndü Andronikos. Neden böyle bir şey yaptım diye kendine sormadı. Şayet sorsaydı cevabını bilmediği sorular sorduğu için kendine zayıf puan verirdi hiç kuşkusuz. Sola döndü. Sanki bu onun için bir mecburiyet haliymiş gibi adımlarına karşı koymadan yolu izledi. Yolun sonunda, ki biz herhangi bir yolun sonunun olmadığını bilen cenahtanız, onu küçük bir heykelcik karşıladı. Ona göre yolun sonuydu ama sorsalar meydan derlerdi oraya. Bir süre ne yapacağını bilemeyerek etrafına bakındı. En iyisinin heykelinin karşısındaki banka oturmak olacağını düşündü. Havanın o gün soğuk ve rüzgarlı olması Andronikos için bir sorun değildi. Güneşli gün görse mutsuz olan sanki o karanlık kasvetli  edebiyat romanlarından fışkıran cinsten bir adamdı o. Durup karşısındaki heykele bir süre baktı. Bizler çok dakik insanlar olduğumuz için bu sürenin 17 dakika 28 saniye olduğunu biliyoruz fakat kendisinin bundan hala haberi yok. O 17 dakika boyunca tek bir soru vardı aklında : Üç saniye bir ömre mal olabilir mi? Bizler bu soruya evet veya hayır diyebiliriz. Fakat Andronikos'un soruya vereceği cevap böyle değildi. O, olsa bile bu neyi değiştirirdi ki diye düşündü. Üç saniye. Toplamda üç saniye boyunca A doğrusu B doğrusu ile kesişmiş ve sonrasında kendi doğrularının güzergahını takip ederek yollarına devam etmişlerdi. Böyle olmamalıydı diye geçirdi içinden. Böyle olmamalıydı çünkü kesişen iki doğru uzamsal olarak bir daha asla denk gelemeyecek şekilde sonsuza kadar yollarına devam eder. Peki paralel gitseydik ne olurdu diye düşündü bu sefer Andronikos. Bir şey olacağı yoktu. Bu seferde sonuşmazı olarak kalacaktı. Muhakkak doğru olan oydu. Eğrilik anca ona münhasır bir özellikti. Sonuşmaz dedi,litarütürde sonsuza giden bir eğrinin yakınında çizilmiş, uzatıldıkça eğriye yaklaşmakla birlikte hiçbir zaman ona kavuşamayan başka bir eğri şeklinde geçiyordu. Bu eğriliğin içinde kendini doğru hissetmeyeceğini bilerek kalkmayı düşündü zaten havada epey kararmıştı.

    Dört ayağı olan o mezarlıktan kalktı. İçinden şimdi 17 dakika 31 saniyemi çaldı düşüncesi geçti. Zaman dedi, içinden akıp geçtiğimiz bir şey mi yoksa çevresinde bilinmeze doğru sürüklendiğimiz bir sorun muydu? Bİr süre elleri cebinde bu çıkmazı düşündü. Onun anladığı şekliyle 17 dakika şu anı mı belirleyen bir kavramdı yoksa şimdiki zamandan uzaklaşmış sadece belleğinde yer alan bir haz durumu muydu? Ne çok soru var, hepsi sanki birbirinin cevabı diye düşünürken aslında elinde hiçbir şeyin olmadığını, yine en başa döndüğünü fark etti Andronikos. 21 yaşındaydı, bu girdabın içinde tam tamına 21 yıldır sürükleniyordu. Yine de akıp giden zaman değil dedi, ekseriyetle geçmiş zamanın düşüncesi ona daha değerli geldi. Bizlerde öyle olmasını temenni ederdik fakat işin aslı öyle değildi. Andronikos, o üç saniyeden sonra gecesini gündüzünü o anı tekrar tekrar düşlemeye ayırmıştı. Kafasından geçen senaryolar, kurduğu sonu bitmek bilmeyen hayaller ve şöyle olsa nasıl olurdu gibi varsayımsal cümlelerden bir hayat inşa etmişti kendine.  Bir yerde inşa etmek varsa yıkmakta vardır mantıksal önermesine hak vermeden geçemeyiz. Çünkü Andronikos her hayal kurduğunda aslında bunların mümkün olmadığını bilerek kendini yıkıyordu. Bazılarının mayasında bu vardır. Elem ve kederden kendilerine bir kule örerler. Biri bir adım atıp mutluluk filizlerini gösterse o saniye onu kapı dışarı ederler. Bizim Andronikos'un da bundan pek farklı bir kule sakini olduğunu söyleyemeyiz.  Geldiği yoldan gerisin geri yürürken, ne tuhaf dedi, insan bütün yaşamı boyunca üç saniye için yaşayacağını önceden bilse olacak olanlara boyun eğer, olmayacaklara  duyarsız kalır, olanlara ise başkaldırır. 

    Bir sigara yaktı. Bana bir haller olmaya başladı bu eski ben değilim sanki dedi. Bir şeyler değişmişti. Değişenin ne olduğunu sordu kendine. Zaman dedi, zaman değişiyor ve ben geçen her anın içinde geçmişi kovalayarak o üç saniyeyi yakalamaya çalışıyorum. Bu bilinmezliğin içinde hangi tarafa döneceğini bilemedi. Ne fark ederki, insan hangi yoldan giderse gitsin en kısa yolun en uzun yol olduğunu bildikten sonra sağa mı yoksa sola mı döndüğünü umarsamaz diye iç geçirdi. Yola koyuldu. İstikamet belliydi. Dönerken birkaç bira alsam fena olmaz düşüncesiyle denk geldiği ilk tekele girdi. Alkol reyonunun önünde dururken en fazla kaç tane içebilirim, hangi eşikte sarhoş olurum da bir nebze daha rahatalamış hissederim düşüncesinin muhasebesini yaptı. Siyah poşeti alıp tekrar yola koyuldu. Kendini sanki utanılacak bir yanı varmış o yüzden siyah poşetle kapatılmış biralar gibi hissetti. Yol kısaydı ama ona gereğinden uzun gelmişti. Karşısında gri apartmanı görene kadar zamanı ve onun kesişimlerini düşündü. Gri apartmanın kapısından içeri girdi. 

    Eve döndüğü gibi masanın başına geçip bu hislerini kağıda döktü. 

    Yazmalıyım.

    İnsanın hayatı üç saniyede değişebiliyor. Benimki daha kısa sürdü.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.