TÜRK EDEBİYATININ MİHENK TAŞI OLAN ŞİİRLER ( BÖLÜM - 1)

TÜRK EDEBİYATININ MİHENK  TAŞI OLAN ŞİİRLER ( BÖLÜM - 1)
  • 15
    0
    0
    0
  • TÜRK EDEBİYATININ MİHENK TAŞI OLAN 10 ŞİİR ( BÖLÜM - 1) 

     
     
     
    1-) İsmet ÖZEL - Amentü
     
    Kendi sesinden dinlemek için: https://youtu.be/wiW2xwh57oA
     
     
    Amentü
     
    İnsan 
    eşref-i mahlûkattır derdi babam 
    bu sözün sözler içinde bir yeri vardı 
    ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman 
    bu söz asıl anlamını kavradı 
    geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından 
    geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı 
    kararmış rakamların yarıklarından sızarak 
    bu söz yüreğime kadar alçaldı 
    damar kesildi, kandır akacak 
    ama kan kesilince damardan sıcak 
    sımsıcak kelimeler boşandı 
    aşk için karnıma ve göğsüme 
    ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden 
    aşk ve ölüm bana yeniden 
    su ve ateş ve toprak 
    yeniden yorumlandı. 
     
    Dilce susup 
    bedence konuşulan bir çağda 
    biliyorum kolay anlaşılmıyacak 
    kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın 
    yanık yağda boğulan yapıların arasında 
    delirmek hakkını elde bulundurmak 
    rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için 
    bana deha değil 
    belgeler gerekli 
    kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza 
    gençken 
    peşpeşe kaç gece yıllarca 
    acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım 
    bilmezdim neden bazı saatler 
    alaturka vakitlere ayarlı 
    neden karpuz sergilerinde lüküs yanar 
    yazgı desem 
    kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma 
    Tokat 
    aklıma bile gelmezdi 
    babam onbeşli olmasa. 
     
    Meyan kökü kazarmış babam kırlarda 
    ben o yaşta koltuğumda kitaplar 
    işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı 
    cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları 
    kafamda yasak düşünceler, Gide mesela. 
    Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm 
    her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana 
    gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar 
    resimli bir kitaptan çalardım hayatımı 
    oysa hergün 
    merkep kiralayıp da kazılan kökleri 
    Forbes firmasına satan babamdı. 
     
    Budur 
    işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku 
    işte şehirleri bayındır gösteren yalan 
    işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan 
    kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla 
    güçbela kurduğum cümle işte bu; 
    ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan 
    tenimin olanca ağırlığı yok oldu. 
    Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak 
    bile bir bir çınlayan 
    ihtilal haberidir 
    ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu 
    nisan ayları gelince vücudu hafifletir 
    şahlanan grevler için kahkahalarım küstah 
    bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur 
    marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim 
    gider şehre ve şaraba yaltaklanarak 
    biraz ağlayabilmek için 
    fotoğraflar çektirir 
    babam 
    seferberlikte mekkâredir. 
     
    İnsanın 
    gölgesiyle tanımlandığı bir çağda 
    marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak 
    belki ruhların gölgesi 
    düşer de marşlara 
    mümkün olur babamı 
    varlık sancısıyla çağırmak: 
    Ezan sesi duyulmuyor 
    Haç dikilmiş minbere 
    Kâfir Yunan bayrak asmış 
    Camilere, her yere 
     
    Öyle ise gel kardeşim 
    Hep verelim elele 
    Patlatalım bombaları 
    Çanlar sussun her yerde 
     
    Çanlar sustu ve fakat 
    binlerce yılın yabancısı bir ses 
    değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur 
    polistir babam 
    Cumhuriyetin bir kuludur 
    bense 
    anlamış değilim böyle maceralardan 
    ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur 
    yalnız 
    coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan 
    nüfus cüzdanımda tuhaf 
    ekmek damgası durur 
    benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu 
    etin ıslak tadına doğru 
    yavaş yavaş uyanmak 
    çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp 
    hırsız cenazelerine bine bine 
    temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme 
    korkak dualarından cibinlikler kurarak 
    dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz 
    nakışsız yaşamakları 
    silâhlanmak sayarak 
    çıkardım 
    boğaza tıkanan lokmanın hartasını 
    çıkınımda güneşler halka dağıtmak için 
    halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak 
    ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış 
    hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa 
    fly Pan-Am 
    drink Coca-Cola 
     
    Tutun ve yüzleştirin hayatları 
    biri kör batakların çırpınışında kutsal 
    biri serkeş ama oldukça da haklı. 
    Ölümler 
    ölümlere ulanmakta ustadır 
    hayatsa bir başka hayata karşı. 
     
    Orada 
    aşk ve çocuk 
    birbirine katışmaz 
    nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı 
    kendi tehlikesi peşinden gider insan 
    putların dahi damarından 
    aktığı güne kadar 
    sürdürür yorucu kovalamacayı. 
     
    Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan? 
    Nerde, hangi yöremizde zihnin 
    tunç surlardan berkitilmiş ülkesi 
    ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan 
    parti broşürleri yoksa kafiyeler mi? 
    Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim 
    takvim yapraklarının arasını dolduran 
    nedir o katı şey 
    ki gücü 
    gönlün dağdağasını durultacak? 
    Hayat 
    dört şeyle kaimdir, derdi babam 
    su ve ateş ve toprak. 
    Ve rüzgâr. 
    ona kendimi sonradan ben ekledim 
    pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu 
    ham yüreğin pütürlerini geçtim 
    gövdemi alemlere zerkederek 
    varoldum kayrasıyla Varedenin 
    eşref-i mahlûkat 
    nedir bildim. 
     
     
     
     
     
     
    2-)Adnan YÜCEL - Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek 
     
    Haydar ERTEM 'den dinlemek için: https://youtu.be/_QAeE09tJLQ
     
    Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek 
     
     
    Aşksız ve paramparçaydı yaşam
    bir inancın yüceliğinde buldum seni 
    bir kavganın güzelliğinde sevdim. 
    bitmedi daha sürüyor o kavga 
    ve sürecek 
    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
    Aşk demişti yaşamın bütün ustaları 
    aşk ile sevmek bir güzelliği 
    ve dövüşebilmek o güzellik uğruna. 
    işte yüzünde badem çiçekleri 
    saçlarında gülen toprak ve ilkbahar. 
    sen misin seni sevdiğim o kavga, 
    sen o kavganın güzelliği misin yoksa... 
    Bir inancın yüceliğinde buldum seni 
    bir kavganın güzelliğinde sevdim. 
    bin kez budadılar körpe dallarımızı 
    bin kez kırdılar. 
    yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz 
    bin kez korkuya boğdular zamanı 
    bin kez ölümlediler 
    yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. 
    bitmedi daha sürüyor o kavga 
    ve sürecek 
    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
    Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri 
    suyun ayakları olmuştur ayaklarımız 
    ellerimiz, taşın ve toprağın elleri. 
    yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık 
    törenlerle dikilirdik burçlarınıza. 
    türküler söylerdik hep aynı telden 
    aynı sesten, aynı yürekten 
    dağlara biz verirdik morluğunu, 
    henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz... 
    Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne 
    ne tan atışı doğumların sevincine 
    ey bir elinde mezarcılar yaratan, 
    bir elinde ebeler koşturan doğa 
    bu seslenişimiz yalnızca sana 
    yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini 
    bitmedi daha sürüyor o kavga 
    ve sürecek 
    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
    Saraylar saltanatlar çöker 
    kan susar birgün 
    zulüm biter. 
    menekşelerde açılır üstümüzde 
    leylaklarda güler. 
    bugünlerden geriye, 
    bir yarına gidenler kalır 
    bir de yarınlar için direnenler... 
    Şiirler doğacak kıvamda yine 
    duygular yeniden yağacak kıvamda. 
    ve yürek, 
    imgelerin en ulaşılmaz doruğunda. 
    ey herşey bitti diyenler 
    korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. 
    ne kırlarda direnen çiçekler 
    ne kentlerde devleşen öfkeler 
    henüz elveda demediler. 
    bitmedi daha sürüyor o kavga 
    ve sürecek 
    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!  
     
     
     
     
     
     
     
     
    3-) Hüseyin Nihal ATSIZ - Geri Gelen Mektup 
     
    Gülnur KAYA'dan dinlemek için : https://youtu.be/KKZqiEHORb0
     
    Geri Gelen Mektup 
     
    Rûhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? 
    Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? 
    Pervâne olan kendini gizler mi alevden? 
    Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu... 
     
    Gün senden ışık alsa bir renge bürünse; 
    Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse; 
    Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan 
    Yalnız o yeşil gözlerinin nûru görünse... 
     
    Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla, 
    Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!.. 
    Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince, 
    Çehren bana uğrunda ölüm hâzzı verince, 
    Gönlümdeki azgın devi rüzgârlara attım; 
    Gözlerle günâh işlemenin zevkini tattım. 
    Gözler ki birer parçasıdır sende İlâh?ın, 
    Gözler ki senin en katı zulmün ve silâhın, 
    Vur şanlı silâhınla gönül mülkü düzelsin; 
    Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin! 
     
    Bir başka füsûn fışkırıyor sanki yüzünden, 
    Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden... 
    Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı, 
    Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı. 
    Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu! 
    Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu! 
    Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı, 
    Görmek seni ukbâdan eğer mümkün olaydı. 
     
    Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler, 
    Tek bendeki volkanları söndürse denizler... 
    Halâ yaşıyor gizlenerek rûhuma "Kaabil"; 
    İmkânı bulunsaydı, bütün ömre mukabil 
    Sırretmeye elden seni bir perde olurdum. 
    Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum. 
     
    Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur. 
    En hisli şiirden de örülmez bu güzellik. 
    Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur, 
    Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik!
     
     
     
     
     
     
     
    4-) Sezai KARAKOÇ- Mona Roza
     
    Sacit ONAN' dan dinlemek için : https://youtu.be/zTWf3UGA3hQ 
     
    Mona Roza 
     
    Mona Roza, siyah güller, ak güller 
    Geyvenin gülleri ve beyaz yatak 
    Kanadı kırık kuş merhamet ister 
    Ah, senin yüzünden kana batacak 
    Mona Roza siyah güller, ak güller 
     
    Ulur aya karşı kirli çakallar 
    Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa 
    Mona Roza, bugün bende bir hal var 
    Yağmur iğri iğri düşer toprağa 
    Ulur aya karşı kirli çakallar 
     
    Açma pencereni perdeleri çek 
    Mona Roza seni görmemeliyim 
    Bir bakışın ölmem için yetecek 
    Anla Mona Roza, ben bir deliyim 
    Açma pencereni perdeleri çek... 
     
    Zeytin ağaçları söğüt gölgesi 
    Bende çıkar güneş aydınlığa 
    Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi 
    Seni hatırlatıyor her zaman bana 
    Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi 
     
    Zambaklar en ıssız yerlerde açar 
    Ve vardır her vahşi çiçekte gurur 
    Bir mumun ardında bekleyen rüzgar 
    Işıksız ruhumu sallar da durur 
    Zambaklar en ıssız yerlerde açar 
     
    Ellerin, ellerin ve parmakların 
    Bir nar çiçeğini eziyor gibi 
    Ellerinden belli oluyor bir kadın 
    Denizin dibinde geziyor gibi 
    Ellerin, ellerin ve parmakların 
     
    Zaman ne de çabuk geçiyor Mona 
    Saat onikidir söndü lambalar 
    Uyu da turnalar girsin rüyana 
    Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar 
    Zaman ne de çabuk geçiyor Mona 
     
    Akşamları gelir incir kuşları 
    Konar bahçenin incirlerine 
    Kiminin rengi ak, kimisi sarı 
    Ahh! beni vursalar bir kuş yerine 
    Akşamları gelir incir kuşları 
     
    Ki ben Mona Roza bulurum seni 
    İncir kuşlarının bakışlarında 
    Hayatla doldurur bu boş yelkeni 
    O masum bakışlar su kenarında 
    Ki ben Mona Roza bulurum seni 
     
    Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza 
    Henüz dinlemedin benden türküler 
    Benim aşkım uymaz öyle her saza 
    En güzel şarkıyı bir kurşun söyler 
    Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza 
     
    Artık inan bana muhacir kızı 
    Dinle ve kabul et itirafımı 
    Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı 
    Alev alev sardı her tarafımı 
    Artık inan bana muhacir kızı 
     
    Yağmurlardan sonra büyürmüş başak 
    Meyvalar sabırla olgunlaşırmış 
    Bir gün gözlerimin ta içine bak 
    Anlarsın ölüler niçin yaşarmış 
    Yağmurlardan sonra büyürmüş başak 
     
    Altın bilezikler o kokulu ten 
    Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne 
    Bir tüy ki can verir bir gülümsesen 
    Bir tüy ki kapalı gece ve güne 
    Altın bilezikler o kokulu ten 
     
    Mona Roza siyah güller, ak güller 
    Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak 
    Kanadı kırık kuş merhamet ister 
    Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! 
    Mona Roza siyah güller, ak güller
     
     
     
     
     
     
    5-) Nazım Hikmet RAN: Tahirle Zühre Meselesi
     
    Yedi Güzel Adam dizisinden dinlemek için : https://youtu.be/BY4afbgOMn8
     
    Tahirle Zühre Meselesi
     
    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, 
    bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte 
    yani yürekte. 
     
    Meselâ bir barikatta dövüşerek 
    meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken 
    meselâ denerken damarlarında bir serumu 
     ölmek ayıp olur mu? 
     
    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. 
     
    Seversin dünyayı doludizgin 
    ama o bunun farkında değildir 
    ayrılmak istemezsin dünyadan 
    ama o senden ayrılacak 
    yani sen elmayı seviyorsun diye 
    elmanın da seni sevmesi şart mı? 
    Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık 
    yahut hiç sevmeseydi 
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? 
     
    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
     
     
     
     
     
     
    6-) Şükrü ERBAŞ -  Ömür Hanımla Güz Konuşmaları 
     
    Eser GÖKAY'dan dinlemek için : https://youtu.be/_1InLLgdHPY 
     
    Ömür Hanımla Güz Konuşmaları 
     
    ... Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
     
    Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?
     
    Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
     
    Yağmur yağıyor Ömür hanım... gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına... Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
     
    Dönelim... Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır... Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
     
    Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, ‘dar çevre yitikleri’nde önem kazanmaya... 
     
    Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir “ben”e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde... Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?
     
    Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük... Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım... Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
     
    Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki... Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı... Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... 
     
    Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür... Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... 
     
    Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak... Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde... O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye... Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su... Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık... Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... 
     
    Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
     
    Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir... Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?
     
    Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim içinde senin ve benim ağırlığım benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim... Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
     
     
     
     
     
     
     
    7-) Cemal SÜREYA - Uzaktan Seviyorum Seni
     
    Eser GÖKAY'dan dinlemek için : https://youtu.be/bk94I6QQ5SE 
     
    Uzaktan Seviyorum Seni
     
    Uzaktan seviyorum seni!
    Kokunu alamadan,
    Boynuna sarılamadan.
    Yüzüne dokunamadan.
    Sadece seviyorum!
    Öyle uzaktan seviyorum seni!
    Elini tutmadan.
    Yüreğine dokunmadan.
    Gözlerinde dalıp dalıp gitmeden.
    Şu üç günlük sevdalara inat,
    Serserice değil adam gibi seviyorum.
    Öyle uzaktan seviyorum seni,
    Yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden.
    En çılgın kahkahalarına ortak olmadan.
    En sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan.
    Öyle uzaktan seviyorum seni!
    Kırmadan,
    Dökmeden,
    Parçalamadan,
    Üzmeden,
    Ağlatmadan uzaktan seviyorum.
    Öyle uzaktan seviyorum seni;
    Sana söylemek istediğim her kelimeyi,
    Dilimde parçalayarak seviyorum.
    Damla damla dökülürken kelimelerim,
    Masum beyaz bir kağıtta seviyorum.
     
     
     
     
     
     
    8-) Özdemir ASAF : Kalmak Türküsü
     
    Kaan TANGÖZE'den dinlemek için : 
     
    Kalmak Türküsü 
     
    Daha gidilecek yerlerimiz var
    Şu sohbetini dinler gideriz.
    Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
    Rakı mı, şarap mı, içer gideriz.
     
    Geçse de umudun baharı yazı
    Gözlerde kalıyor yaşanmış izi
    Kimseler kınamaz burada bizi
    Ne varsa hesabı öder gideriz.
     
    Söyleyecek sözü olan anlatsın
    İsterse içine yalan da katsın
    Yeter ki kendinden, bizden söz etsin
    Yalanı doğruyu sezer gideriz.
     
    Neler gördük neler bu güne kadar
    Daha gidilecek yerlerimiz var
    Bizi buralarda unutamazlar
    Kalacak bir türkü söyler gideriz.
     
    Sevgiye var olduk sevdik sevildik
    Kavgalara girdik öldük, dirildik
    Bir anlam fırını içinde piştik
    Anlamlı güzeli sever gideriz.
     
     
     
     
     
     
    9-) Attila İLHAN- Yağmur Kaçağı
     
    Kendi sesinden dinlemek için : https://youtu.be/_bXAYC3lZP8 
     
     
    Yağmur Kaçağı 
     
    elimden tut yoksa düşeceğim
    yoksa bir bir yıldızlar düşecek
    eğer şairsem beni tanırsan
    yağmurdan korktuğumu bilirsen
    gözlerim aklına gelirse
    elimden tut yoksa düşeceğim
    yağmur beni götürecek yoksa beni
     
    geceleri bir çarpıntı duyarsan
    telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
    sarayburnu'ndan geçiyorum
    akşamsa eylül'se ıslanmışsam
    beni görsen belki anlayamazsın
    içlenir gizli gizli ağlarsın
    eğer ben yalnızsam yanılmışsam
    elimden tut yoksa düşeceğim
    yağmur beni götürecek yoksa beni
     
     
     
     
     
     
     
    10-) Ümit Yaşar OĞUZCAN - Her Gün Seninle
     
    Sesli dinlemek için : https://youtu.be/whrDnaA_5M4 
     
    Her Gün Seninle 
     
    Güzel olan
    Her günü seninle tekrar tekrar yaşamak
    Erimek yarını olmayan zamanlarda
    Durdurmak bir yerde bütün saatleri
    Bütün kuralları kırıp parçalamak
    Sonra varmak o yerlere
    Mevsimlere dur demek
    Kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
    Güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
    Sonra doldurmak ay ışığını kadehlere
    Delicesine içmek
    Ve unutabilmek her şeyi ansızın
    Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
    Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
     
    Güzel olan
    Sevmek seni Tanrılar gibi
    Seninle Tanrılaşmak...
    Bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
    Ne bu şehir kalacak
    Ne bu duygusuz sürü
    Bu korkunç kalabalık
    Her vapur seni getirecek bana
    Bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
    Kapılar sana açılacak
    Senin için söylenecek şarkılar
    Şiirler senin için yazılacak
    Her evde bir resmin
    Her meydanda bir heykelin olacak
    Ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
    Kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
    Kopup ötelerden, ötelerden
    Yalnız bana geleceksin
    Bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin.
     
    Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
    Sende buldum erişilmez hazları
    Yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
    Duyguların en ölmezini sende duydum
    Susuzluğum dudaklarında dindi
    Yalnızlığım ellerinde
    Çoğu gün unuttum açlığımı
    Sende doydum...
     
    İlk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
    Anladım yaşadığımı her nefes alışta
     
    Seninle geçtim bütün zamanlardan
    Seninle var oldum
    Eridim seninle bir sonsuz çalkanışta.
     
    Boynunda bir yer vardır, ben bilirim
    Ne zaman oradan öpsem,
    Değişir gözlerinin rengi
    Yanar dudakların, terler avuçların
    Dökülür kapkara aydınlık gibi
    Omuzlarına saçların
    Gitgide artar kalbinin vuruşları
    Bir musiki halinde dünyamı doldurur
    Ansızın bütün sesler kesilir
    Zaman durur
    Bir baş dönmesi başlar o en yükseklerde
    Her gün seninle yeniden var oluruz
    Eriyip kaybolduğumuz yerde...
     
    Sesini duymadığım gün
    Yaşanmış değil
    Açan çiçek değil
    Öten kuş değil
    Yüzünü görmediğim gün
    İçimde yıldızlar sönük
    Güneşler güneş değil
    Seni sevmediğim gün
    Seni anmadığım gün
    Olacak iş değil...
    Her günüm seninle geçsin
    O güneşe en yakın
    Kimsenin varamayacağı bir dağ başında
    Uçsuz bucaksız uzak denizlerde
    İnsan ayağı değmemiş ormanlarda
    Uzaklarda, en uzaklarda
    O gemilerin uğramadığı limanlarda
    Işığım ol, alınyazım ol benim
    Vatanım ol, evim ol
    Yeter ki bir ömür boyu benim ol
    Her günüm seninle geçsin...

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.